31.5.10

KATİL İSRAİL

KATİL İSRAİL
KATİL İSRAİL
KATİL İSRAİL
KATİL İSRAİL
KATİL İSRAİL
KATİL İSRAİL
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

27.5.10

mazoşizm

evet ard arda
Dark Tranquility - Lethe
Opeth - Face of Melinda
Anathema - Everwake
bunları dinleyene, yılın malı madalyasını veriyorlarmış. ben aldım.
fakat yine de bilmeceyi çözemedim:
yanında her şeyi unutturan, lethe ırmağı kadar duru ve acıları silen bir kadın mı?
yoksa sadakatle bağlılık yemini etmiş, tüm varlığını tek bir adama vermiş olan melinda mı?
çeksen film olur cinsinden.
"not a care if I never wake"

ordinary day

bunu ararken:


şuna rastladım:


tabiki ikinciyi daha çok seviyorum. ama netice birinciydi. araya ne haticeler karışıyor allahım!

24.5.10

yorgunum

yine bir sınav dönemine girmek üzereyiz. hayırlısı diyorum.
çok bir şey yazasım yok, internete girdiğim de yok şu sıralar pek. başıma internetle ilgili kötü şeyler gelmiştir belki. olamaz mı? olabilir? -yani cansu iş güçten değil.-
nil karaibrahimgil konserinden çıktım geldim. nil'i severim, bilenler bilir. ama konser hala devam etmekte. ben evdeyim. kendimi bu konuyu anlatamayacak kadar bıkkın hissetmediğim bir vakit onu da anlatırım elbet. ama nil çok güzeldi. en azından bunu söyleyebilirim.
sanırım odama gidip fizyoloji sorularını cevaplamaya başlayacağım, ya da yatarım. bilemedim. başım ağrıyor gibi. nedensizcesine. (sanki "nietzsche" yazar gibi oldu nedensizcesine yazınca.)
son olarak:
ay lav yu ay lav yu
du yu lav mi
yes ay du.

15.5.10

yağmur yağıyor!

bence hayat tuhaf bir şey. mütemadiyen birilerinin başına bir şeyler gelip duruyor. yağmurlu havalarda sanki daha çok şey oluyor. bilemiyorum. bugün burası da yağmurlu mesela. insanlar daha duygusal ve depresif, yollar daha kaygan, kediler daha ıslak olduğundan olabilir belki.
insanın söyleyecekleri mi tükeniyor bazı bazı?
keşke sohbetlerimiz bu kadar tıkalı olmasaydı.
gökten düşen damlalar ılık ve yumuşak. bu yüden göz yaşına benzetilmeleri de çok normal.
ellerini tutacak kimse kalmadığından kendi ellerini tutan bir kadın pencere önünde, tanrı'nın kendisine şah damarından yakın olduğunu düşüp yalnızlığını giderebilir mi böyle günlerde?
yağmurlu günler baş belasıdırlar. parkta oturup üşüyerek içtiğiniz ilk sigara aklınıza gelebilir mesela. ya da belki de artık uzaklarda olan bir eski sevgiliyle öpüşmüşsünüzdür. yağmurlu günde yaptığınız trafik kazası olabilir. kasvetli ve kötüdürler.
bilmem. belki de iyidirler.
sizin cebinize hangi damlaları aldığınıza kalmış olmalı.

8.5.10

boyumu aştım, kitaptan sonra müziği de eleştirdim

anathema yeni albüm çıkarmış. tek bir şarkı dinledim. o da bu:
anathema - everythingbu şarkıdan başka şarkıları dinlemeden genel bir şey demek istemiyorum ama bu şarkı için şunu söylerim: gosssip girl, o.c. tarzı dizilerin soundtrack'i. adeta. teenage krizlerinin mutlu bitiş sahnelerinde çalan kavuşma anı müziklerinden tam. anathema böyle miydi? ya değildi ya da ben değiştim ve bana öyle geliyor. bilemem. (anatheman'nın da çok umrunda benim görüşlerim zaten, o apayrı konu.) fakat özellikle bu nakarat kısmı avril lavigne kokuyor. mesela everything'in arkasından şunu dinleyin, hiçbir rahatsızlık vermeyecek geçişten ötürü.
avril lavigne - keep holding on
neyse ki ben kafası karışık bir kadınım da seviyorum bu tarz müzikleri. fakat avril lavigne'den tiksinen koyu anathema hayranları da benim gördüğümü görebilecekler mi? tarafsız kalabileceklerini sanmıyorum.
bir de tesadüfen sevdiğim bir şarkıya rastladım, al bunu da dinle dinlemişken. o tip dizilerin kumsalda verdikleri partilerde çalanlardan:
rooney - when did your heart go missing

























bu gördüklerin de benim en sevdiğim anathema albümü (1999) ile yeni çıkan anathema (2010) albümünün kapakları. sanki karanlıktık aydınlığa çıktık der gibi de bir fotoğraf benzerliği yok değil. we're here bec. we're here da sanki "dünyaya neden geldik?" başlıklı temel felsefi ve dini sorunun cevabını keşfedip huzura ulaşmışlığın göstergesi gibi geldi. eminim "neden albüme bu adı verdiniz?" klişe sorusunun cevabını verdikleri bir röpörtaj yazısı şurda burda vardır, fakat okumuş değilim. gören bilen varsa bana da söylesin.
Şu da Judgement albümünden en sevdiğim şarkı:
anathema - forgotten hopes
beni anathema ile tanıştıransa kıvaç'tır. özgür'ün doğum gününden dönerken her zamanki gibi kulağında kulaklıkla cam kenarına oturmuş müzik dinliyordu. alıp ne dinlediğine mi baktım, o mu dinletti bilmiyorum şu anda, epizodik belleğim bunu açık seçik çözemiyor. ama şu şarkıydı: 
anathema - j'fait une promesse 
ve bu kadar. ben sürekli müziğe dair bir şeyler yazsam iyi gibi. 3-5 şarkı paylaşmış oluruz.
son kararımsa, anathema liseli depresif gençlerindir.
ama eklemeli, last fm dinleyici kitlesi son albümü özetle "en iyisi değil ama dinlemeye değer başarılı bir anathema albümü." olarak yorumlamış.
biterken çalansa en sevdiğim the smiths parçalarından:
the smiths - how soon is now

7.5.10

noldu şimdi?

ben yoruldum. o yoruldu. biz yorulduk. yorgunuz.
sanırım sıkıldım.
öf.
yemek filan yiyebilirim galiba. akşam da teoman konserine gidebilirim bence.
"bence boşver gitsin ya. senin iyliğin için söylüyorum."
dinlemek dinlememek arası....
eyh.

6.5.10

non.

kollarım ağrıyor. sırtım da ağrıyor. çok ciddi sorunlarım var sanırım. sanmam, öyle. "depresif tipler başarılarına dışsal, başarısızlıklarına içsel atıf yaparlar." işte ondan. mütemadiyen manik durumda olursam hepimiz mutluyuz. ama depresif dönemlerim hiçbirimizin hoşuna gitmiyor. hayat zor.
burdan hayatıma diyorum ki: demiyorum bi şey.

sanırım canım sıkkın, evet.

içimde kötü bir his var. içimde bir umutsuzluk var. ama içimde bir güç var. içimde bir korkusuzluk var. dedim ki: gidersen git, sonuna kadar. elimden gelenin en iyisini yaptımsa ben, üzülecek bir şeyim yok. bütün üzülmelerimi çoktan üzüldüm, bütün kayıplarımı çoktan kaybettim. inançla güven yok olunca umudu da beraberlerinde götürüyorlarmış, henüz anladım ben. hayırlısı olsun.
bundan öte bir başkasına aşık olabileceğime inanmıyorum. defalarca söyledim. ama sen daha gençsin. genç olduğun için heyecanlı ve haklısın. nasılsa orda olduğuma da öylesine eminsin ki, gerçekten umrunda değil. sen seviyorsun, bense aşığım. sahip olduğum hemen hemen her şeyi uğruna feda edebilirim, hiç üzülmeden, hiç acımadan ve kesinlikle gözüm arkada kalmadan. ama sen etmezsin, edemezsin de. benim için riske giremezsin. hayat takaslarla işliyorsa, herhangi bir şeyin karşılığı etmiyorum ben. böyle inandırdın zaten. o kadar çok incittin ve değersizleştirdin ki, altınsam bile çamur içindeyim, değerimi göremiyorum.
nefes alacak boşluklarımı geri istiyorum. haklıysam bile haksızmışım sanıp günlerce üzülmek istemiyorum. hiç vicdan azabı çekmedim. çekeceğimi de sanmıyorum. beklemekler beni yorar ve üzer. dün geceden beri hem yoruluyorum hem de üzülüyorum. süre uzadıkça bunların miktarları da artıyor. ve bence hak etmiyorum, hayır.

oysaki benim "23numara" adlı filmi izlediğim gece her şey çok güzel ve berraktı. korunduğumu ve kollandığımı hissediyordum ve hiç korkmadım. uyudum, düşümde yanındaydım.
neye inanacağımı bilemiyorum.
neredesin? göremiyorum.

4.5.10

öylesine

bazı şeyleri kocaman kocaman düşünüp, kocaman kocaman üstüme yığa yığa başım ağrıdı. işte bu. öyle bir başım ağrıdı ki 12 saatten fazla uyumak zorunda kaldım geçsin diye. bence başımın ağrısının sebebi belirsizdi. bahara suç atan çoktu. falıma bakan bir arkadaşımdı belki isabet ettiren: "sorun çıkınca dibine kadar ona batmak istiyorsun. aslındaayağın aydınlıkta ama başın bir türlü karanlıktan kurtulmuyor. 10 günün iyi geçse, geçen bir kötü günde o 10 günü hiçe sayıyorsun. hayatına haksızlık ediyorsun." bunu bana söyleyebilecek onlarca insan tanıyorum. falsız.
benim iki yan apartmanımda oturan bir insan vardı, ona n'oldu? bir şey olmuş olmalı ama bir türlü çözemiyorum ve ara sıra kafama takılıyor.
birşeyler çalışmalıyım. ingilizce, iktisat teorisi, bilişsel psikoloji... fark etmez. ama çalışmadan öylece duruyorum. zor mu? hayır. günde bir saat versem sınavlara kadar her şey biter. ama yapmıyorum. hiçbirimiz yapmıyoruz neredeyse. bu da başka bir savunma mekanizması. rasyonalizasyon muydu adı yoksa başka bir şey mi? (ben kişilik kuramları'ndan nasıl geçtim acaba?)
bir şeyler yapmam gerektikçe ne yapacağımı şaşırıyorum (çünkü çok fazlalar), şaşırdıkça yapamıyorum, yapamadıkça kalıyorlar,kaldıkça birikiyorlar, biriktikçe karmaşıklaşıyorlar ve başa sarıyorum: bir şeyler yapmam gerektikçe ne yapacağımı şaşırıyorum (çünkü çok fazlalar)...
ve sanırım hayata daha optimistik bakmanın zamanı geldi. eğer ben bileklerimdeki kesiklere baktıkça "insanın canı acımaz mı ya ne cesaret?" demeye başladımsa, evet, daha iyiyimdir. 2 yıl mı olmak üzere? evet. hala küllerini süpüreye çalışıyorum da astımlıyım, o yüzden fazla zaman ve özen istiyor bu temizleme işi gibisinden.
tiyatro ekibindekiler: size gülüyorum. kendinizi profesyonel sanıyorsunuz ve bunla övünecek kadar salaksınız. dur hatta acıyorum bak, evet acıyorum. dünya üstünde kimse herhangi bir konuda yeterince bilgi ve tecrübeye sahip olamaz. acımasız gerçek. bu sebeple kimse profesyonel değildir. ancak birilerinden daha iyidir. fakat sizin kıyas noktanız nere kuzum? hahaha! (ben de bir zamanlar öyleydim ve salaktım evet. en azından kendimi biliyorum.)
bir de bu hava nedir? bir sıcak bir soğuk? bakyine ateş bastı!
ha unutmadan, mütemadiyen sylvia plath'ı gözümü kapayınca görmem neye işarettir? biri bunu açıklasın. çok tuhaf.