29.4.13

ellerin ellerimde kaldı/dudaklarımda dişlerin

Şimdi saçma sapan şeylerden bahsetmenin vaktidir.
Bir akşam eve geliyorsun kafanda saçma sapan sorunlar, diyorlar ki Barcelona'da eskiden beraber oyun çıkardığınız kızcağız balkondan düşüp ölmüş. Sonra sonra sonra sonra...
Ya da böyle bir anda lisede yakın arkadaşın olan bir kızın nişan fotoğraflarına rastlıyorsun.
Bu insanlarla bir zamanlar yakın arkadaştın artık alakasız şekilde ölüm gibi evlililik gibi haberlerini gazete haberi gibi alıyorsun.
Aslında konu bu değil, bu hiç değil.
Çünkü insanın şahsi olayları diğerlerininkilerden daha mühimdir. Bu hep böyledir. Ya da ortak geçmişler. Mesela insanlar diğer kısımları konuşurken aynı hazzı almaz. Olmaz yani. Elde değil.
Neyse, daha önce de belirtildiği üzere konu bunlar hiç değil aslında.
Ama yaklaştık.
Onca yıl durup durup bir anda olmayacak işlere kalkışıp hiç vicdan azabı duymamak ama vicdan azabına gönülden inanmışsın filan böyle. İşte duymuyorsun. Bilakis, memnuniyet duyuyorsun. Sonra bugüne dek insanların yaptıkları tüm o açıklamaları diline doluyorsun. Aslında hepsi onca yıl sana bahane gibi filan gelmiş. Önyargılar üzerine hayatta ne kadar ders alsan az azizim.
Aslında bir gün alakasız bir adla başka bir blog açıp her şeyi alenen yazmak isterdim. Belki yaparım, bilmiyorum. Ama işte, nereden başlasan boş. Hani hep başından dersin ya, başı neresi ben de kaçırdım. Mesela bu da bana eskiden salakça gelirdi. Hadi len derdim, her şeyin bir başı vardır. Lakin gel gör ki bir olaydaki insan sonradan tanıştığın bir insanla alakalı çıkıyor mesela hoppala 1996'ya filan dönüveriyorsun birden. İşte meğer her şey o zaman başlamış aslında. Sen yokken senin gelişinin altyapısı kurulmuş. Şimdi böyle de kulağa çok gerzekçe ve Azmi Varan'ı haklı çıkarırca geldi. Öyle değil ama bazı şeylerle ilgili Şebnem Ferahvari bir tutum sergiliyor, kelimeler yetse, diyoruz. Yapacak bir şey yok.
Önümüzde iki seçenek var. Ama aslında şahsen benim elimde de sayılmaz yani. Yine de sayılır. İşte böyle anlarda psikologa 250 lira bayılmak gerekiyor ki hiç niyetim yok. Çünkü şurası bir gerçek ki bu sorun senin sevgili insan ve hiçbir psikolog sihirli değnek taşımıyor. Yani o rezil kararı vereceksin ya da sürüneceksin. Sen bilirsin.
Mesela Sertab Erener'in şöyle bir parçası var. Söz-Müzik Sezen Aksu.
Bir sabah eve geliyorsun.
Aslında gelmek istemiyorsun. Ama geliyorsun.
İşte böyle gecelerin sabahları olmamalı. Nasıl bir yazar romanı istediği yerde bırakıveriyor, hayatta da orada bırakıverebilmelisin.
Ters köşe pişmanlıklar.
Böyle zamanlarda Fikret Kızılok dinlemek gereklidir. Çünkü huzur Kızılok'un o yumuşacık sesindedir.
Yaaa, demek öyle ha? Sonra kafasını sallar, bazen de gülerdi.

5.4.13

to Rome with love

panoramalarla dolu bir Woody Allen filminin daha sonuna gelmiş bulunuyorum. İspanya, Fransa ve ABD'den sonra İtalya'nın da yaşamak için müthiş bir yer olduğu fikrine kapılmadan edemediğimi söyledikten sonra bu adam ölmeden İstanbul'da da film çekse ya diyorum.
günlerdir bahsedip durduğumuz bir konu vardı, o da insanın tatminsizliği. sıradan adam Pisanello'nun şoförünün, filmin sonuna doğru söyledikleri her şeyin özeti: "Hayat; fakir olsun, zengin ve ünlü olsun kimseyi tatmin etmez.Ama zenginle fakirin ortası kesinlikle en iyisidir."
Bana göre bir Barselona, Barselona değildi ama Penélope Cruz'u yeniden bir Allen filminde görmek gayet güzeldi.
Monica gibi kadınlar, Monica gibi erkekler. bu arkadaşlar hep bir sıkıntı sebebidir. dünya onların etrafında döner filan. şimdi böyle yazınca kıskanıyor musun olacak. ne ilgisi var, herkes bazen Monica, bazıları daha çok Monica.
Bu surata hangi erkek dayanabilir? 
Masum buğulu bakışlar, hafif aralanmış güzel bir ağız. 

Woody Allen kendi filmlerinde oynayamamaktan çok sıkılmış olsa gerek ki, bu filmde kendine de bir rol yazmış. her zaman olduğu gibi yine işinde başarısız bir adam, adamın her şeyi didikleyen, üstelik de psikiyatrist, bir eşi var.  fakat bu kez Yahudiliğe üzülmeyi bırakan Allen Tanrı'nın yokluğu meselesine girmiş.
yine bir sürü siyasi göndermesi olan film, güzel bir Roma gecesi manzarasıyla kapanıyor.


3.4.13

burger king'de hasat vakti

bana iyi gelen şey bu, yüzleşme ve yüzleştirme. çok pis patlayacak ama patlayana kadar iyi. çok iyi. refresh. f5. ohooo yani.
genç insanlar evlenince her şeyin yoluna gireceğine inanırken yetişkinler de bunu destekliyor. ancak kimse kafanda geçmişe dair bir şey kalmayacak diyemiyor. hatta daha çok bunların insanı sıkıştırıp zorda bıraktığını gözlemliyoruz. nikahteki keramet insanların artık bir şeylerden feragat edip birilerine katlanmaya karar verişinin sözü olmalı.
birbirini uzun yıllardır tanıyan insanlar sonra bu yeni gelen eşe yazık gözüyle bakacaklar, hiçbir şeyden de haberi olmayan bir zavallı. 25-30 yılını şansı varsa bunları öğrenmeden geçirip göçecek bir zavallı.
bu böyledir ama herkesin böyle değilmişcesine lay lay lom yaşaması tuhaf karşılanmaz. çünkü insanlar akıl sağlıklarını böyle korurlar.
akıl sağlığını koruyabilmek mühim bir meziyettir. mesela bende ondan yok. işte o yüzden bana garip gelen her şeyi sıradanlaştırmış insan oğluna/kızına saygılarımı sunuyorum.
ne demiştik, kimse dürüst değil, kimse ahlaklı da değil. çünkü en azından zihninden geçen bir moralite karşıtı düşünce muhakkak vardır. hal böyle olunca dolmuşa binme goy goya gelme.
şimdi mesela ben bu defterleri dürüp büküp kaldırdıktan sonra n'apıcam, ötesine bakmayacağım. çünkü geriye ihtimal ve ihtimallerden gelen sorumluluklar kalmayacak. fakat zor bir iş. yanlış yerlere girince çıkılamayan ve istemediğiniz insanları yakabilecek bir çizgide yürümek. ama sonu güzel ferah açık.
canım hamburger istedi, yarın burger söyleyeyim bari.

İade Edemem.


Hayatta bazı şeyler var, mesela istediğin anda sigara içememek gibi, bunlar adama çok koyuyor.
Barış Bıçakçı'nın kitabında bir bölüm vardı. Evlerinde yaşayan ve platonik olarak aşık oldukları kızın yaptığı abuk sabuk şeyleri gülümseyerek karşılıyorlardı ama eski sevgililerinin filan vaktinde bu ufak tefek şeylerden çok canını yakmış insanlardı aslında (Kitaptakini hatırlamıyorum ama diş macununu ortadan sıkmak filan gibi şeylerden bahsediyoruz). Bunun böyle bir garip his olduğundan filan söz ediyordu. Sahiden garip hismiş. Dur yapma!, deyip elinden alasın geliyor, için gidiyor, yapamıyorsun. Öööööyle bakakalıyorsun giden geminin ardından. Hayır sorsalar verecek cevabın da yok. Ben yapmadım mı diyeceksin? Tabii ki ben yaptım diyeceksin.
Var, bazı şarkılar var mesela Yasemin Mori'nin Konuşmak şarkısı olabilir, içindeki döngüsellik sanki döner merdivenlerden aşağı aşağı yuvarlanıveriyormuşsun hissi yaratıyor. Hayat da bazen öyle merdivenlerden yuvarlanır gibi.
Mesela bazen de şöyle, Before Sunset'teki gibi. Öyle şehrin içinde yürüyüp gidişleri gibi. İnsan bir Paris boyu yürümek istiyor. Lakin burası Paris değil. Aydınlanma yaşamak bu olsa gerek.
Sürekli Ceylan Ertem'den bahseder gibi olmasın ama o kadın nasıl güzel Ali diyor. Şarkının hikayesi çok rahatsız edici ama, işte o Ali yok mu. Var.
Sen bazen insanlarla konuşuyorsun. Bu çok normal bir eylem. Buraya kadar sorun yok. Ne o geçen bir geyik vardı, birine ismini sormuşlar da, ben isim değilim fiilim, demiş. Bunlar sorun işte abi. Bazen susmak gerek. Bazen de istediğini, planladığını, hesapladığını söyleyemiyorsun ya da söylemiyorsun örneğin o da garip bir şey. Bu fikir de geçiyormuş uğramış gibi. Niye peki, niye niye? Hep öngörüsüzlükten. Hep egosantrizm. Hep öyle şeyler.
Dün Zeynep "ıkınarak yaşamak zor" dedi, otobüste gülme aldı. Ikınarak yazmak da hiç kolay değil sevgili Zeynep. Gerçekten.
İşte tam da bu yüzden psikologa gidiyoruz. Açık açık söyleyemeyeceğimiz şeyler var. Psikolog nasılsa kimseye söyleyemiyor, böyle bir kafa rahatlığı yok. Ben şimdi arayıp kimlere kimlere neler demek istiyorum ama olmuyor. Çünkü, bilmem kaç yıllık arkadaşın olduğundan bir hukukun oluyor, ayıp oluyor. Çünkü hayatında işgal ettiği yer sebebiyle hayatındaki başka insanları incitecek konumda. Çünkü bazı adamların hayatlarında bazı kadınlar var mesela (ya da işte tersi) saygı duyup çekilmen gerekiyor. Çünkü senden büyük olduğundan terbiyesizlik etmiş oluyorsun. Çünkü senden daha yüksek bir mevkide olduğundan hayatını kaydırma ihtimali var. Çünkü anan baban (özellikle bu kısma hastayım zaten, anan baban olması başlı başına yeterli). Çünkü elinin köründen dolayı. Çünkü eşşeğin zikinden ötürü.
Konuşamıyorsun, yazamıyorsun, blok blok üstüne. Sanırsın O'neil'la teke tek kalmışsın ama adam 2.16 sen 1.59. Attığının anlamlı bir yere gitmesi için mucizeye ihtiyacın var.
Neden kimsenin hayatı temiz değil arkadaş? Kimseye, gel de beni geçmişin yüklerinden kurtar, diyemiyorsun (deme zaten, lafın gelişi). Yine çünkü, zaten herkesin kurtulmayı umduğu bir geçmişi var. Ve çünkü, kimseyi kurtaramazsın. Yok yani, denedim gördüm olmuyor. Zaten çoğunun da çözümü yok. Tek çıkar yolu unutup devam etmek. Ama gerçekten unutup. Öyle unutmuş gibi yapınca çıkı-çıkıveriyor. Bir yandan da bazı şeyler unutulmuyor be kanka. Elden ne gelir. Oturup ağlasak mı, sarımsaklasak da mı saklasak napsak? İşte ben demiştim, öyle bir adam olacak ki, neyse. Adam olana çok bile.
Ohooo aslında ben neler demiştim, ne lokmalar yemiştim. Şu anda kendim bile okusam anlayamayacağım göndermelerle dolu yazılar var mesela. Şu anda hiç görüşmediğim adamların çektikleri kısa filmleri izlesem daha çok şey anlarım, o derece.
Buradan boşluğa sesleniyorum. Aramazsan görüşülemiyor. Bekledim, ama, karşılaşmadık. Demek ki, arayacaksın arkadaşım. Ha sen aramazsan ben zaten arayamam. Suçu üstüme alamam. İdare edemem anne, idare edemem!

1.4.13

alışırsın, bu kokulara

İstanbul'da geçirdiğim her bir günü o kadar özledim ki burada ne yaptığımı sorguluyorum. Blog'da geri gitmeyi kaldıramadım. İstanbul'a taşındığım günler...  Saatlerce ağlayıp dursam da faydası yok. Oraya gidince de mutlu değilim çünkü.
Dün gece göğsümün üstünde bir ağırlık vardı. Çığlık atmak istedim, saatlerce uyuyamadım.
Sanırım kendimden kurtulmadan herhangi bir şekilde mutlu olamamaya devam edeceğim. Yusuf, e mutlusundur herhalde, deyince, bilmiyorum, ne desem boş, diye cevap verdiğimde sinirlendiğini fark ettim. Madem burda da mutlu değilsin ne demeye kalktın gittin İstanbul'dan. Böyle der gibi baktı. Ya da bana öyle geldi, bilmiyorum. Ona ayakbağı oluyorum gibi hissediyorum.
Dün gece 00:30da eve geldim diye annemin surat yapmasını kaldıramıyorum artık. Bir şey demedim ve sabah da huysuzca davranmaya devam etti. Kendimi balçığın içine çekiliyor gibi hissediyorum, kaçmak istiyorum.
Yahu ben bıktım.
Tek bir hayat var ve ben doğru düzgün yaşamak denilen sosyal öğretilerden memnun muyum, bu raydan çıkarsam geri dönmek istediğimde dönebilecek miyim, bilmiyorum.
Geçmişin sürüklediği her türlü fikirden, olaydan, insandan, tercihten kurtulmak istiyorum.
Keşke kendimi özgürleştirmek için daha fazla çaba harcasaydım/harcasam.
Keşke bir de annem ket vurmasa.
Keşke insanlara sormam gereken sorular olmasa artık.
Neden annem benimle iş birliği yapması gerekirken babam yapıyor? Sadece didikleyerek ve hiçbir şey söylemeyerek ne yapıyorsun anne?
Allah hepimizi kahretsin.
Neden ve nasıl birbirimizi kanırtmaya bu kadar meraklı olabiliyoruz?
Hayatta yapacak anlamlı bir şeyler olmalı, ama ne? Ama ne? AMA NE?
O kadar acı çekiyorum ki şu anda ölsem hiç üzülmem. Vazgeçmekten korktuğum bir şey yoksa neden çekip gitmiyorum? Çünkü doğacak olan yeni problemlerle ve tatminsizliklerimle uğraşmak istemiyorum da ondan.
Her şey çok gereksiz, her şey bırakıverilesi.
Artık kendimle kalmaya da katlanamaz oldum.
Tek sevdiğim şey güzel havalarda karşılıklı sigara içebildiğim bir kaç insan.
Dayım erkenden alkol ve sigaradan tüm damarlarını tıkayıp bu dünyadan 30'lu yaşlarında göçtüğünde belki de mutluydu. Ama hiç sormadım. Sanırım hiçbirimiz sormadık. Hiç mutlu olmuş muydu, onu bile sormadık.
Ceylan Etem - Kaçıncı Yarın
Ama sigara içmene de kızarlar, annen baban bölüm başkanın hatta ingilizce öğretmenin bile kızar. Evet kızar.
Birine bir soru bir kere sorulur, ikinciyi de sorunca gerçekten nahoş bir şey çıkacağından emin oluyorsun artık.
Daha fazla bir şey diyecek değilim. Yazdıklarımı tekrar okumaya dahi tahammül edebileceğimi zannetmiyorum.