30.3.10

spss

bugünü de ibrahim tatlıses günü ilana ediyorum. bir örnek:
ben insan değil miyim?
niye bu şarkı? çünkü spss!
p derken?

29.3.10

bence herkes the rolling stones dinlemeli.
ayrıca herkesin boş günü gerçekten boş olmalı.
ve sizin için çalışan insanlara işlerini bitirdiklerinde teşekkürü eksik etmeyin.
ve dahi bilgisayarın başında fazla kalmayın, radyasyon almayın, başınız ağrır.
tüm bunlara ek olarak uykum var. yatıyorum ben.
öptüm kib bye xoxo gossip girl.
ay lav yu ay lav yu
du yu lav mi yes ay du!
işte bütün mesele bu!

25.3.10

CANSU BANA KÜSMESİN!

Cansu bana cevap vermiyor. Cansu bana cevap versin.
Erkekler, hepsi sizin yüzünüzden!
Ama Cansu :'(
Cansu!
Cansu bana küsmesin!
Barışana kadar da her gün cansu beni affetsin diye her yere yazarım, günleri de sayarım.
Cansu cevap versin!

24.3.10

odamın duvarı

odamın duvarındakilerle ilgili ayrıntılı bilgi için
bkz: http://morpisimelinda.blogspot.com/2009/07/poster.html
ama şimdi şu var ek:
en soldaki.

okuldayım, zaman öldürüyorum

sonuç: tek başına yenmiş bir kase mercimek çorbası, bir kaşık kekikli mantı (yanlışlıkla kekilenmiş, amaç nanelemekmiş) ve 3 tane konmuş olmasına rağmen ancak 2si bitirilmiş kemalpaşa tatlısı. saat 11:59'da bütün bunlar halledilmiş ve dersin başlamasına bir saat kalmış. mide bulantısıyla karışık karın ağrısı çay almak için sıra beklemeye izin vermemiş. gidilmiş kütüphanede oturulmuş, sokrates'in savunması okunmuş. bir kaç arkadaş gelmiş o sırada, tez almaktan bahsetmişler. tez alası tutmuş ama kimden alsın bilememiş. hangi konuyu alsın hiç bilememiş. onun ilgilendiği konularla ilgilnen kimse mevcut değilmiş o kadar öğretim görevlisinden. ne olurmuş sanki sanat psikolojisi ile ilgili tek bir öğretim görevlisi olsa. arasan dünyada kaç kişi çıkarmış ki zaten?
yalnızlık onun her şeyiymiş. çünkü hep yalnızmış. ve yalnızmış. çok fazla arkadaşı, mesaj atabileceği gırla insanı da olsa pek can sıkıcı geliyormuş bütün bunlar ona. sorun çıkarıcı geliyormuş. o da sürekli sorun çıkarıyormuş zaten. melankoliyi kim sever?
şimdi ne olduğunu hiç anlamadığı bir süreçte savrulurken, keşke her şeyin daha sakin ve güzel geçmiş olmasını dilemekten başka elinden bir şey gelseymiş.
yeni yeni kitaplara başlayıp yarım bırakmaca da neymiş?
bakılacak kusurları artmış insanmış artık o. işte hepsi bu.

23.3.10

ben öyle demedim ki

ağrılarım bir yere varsın. bacağım beni öldürüyor. ve suyumu getiren adam gelsin bana suyumu versin. en tatlı su onun elinden gelen çünkü. kollarım kaşındı durdu kırmızı kırmızı izler kaldı sonra yoluk yoluk. ben özledim. günüm gecem özlemekle geçiyor. günüm gecem yalan söylemekle geçiyor. başım da ağrıyor, karnım da. ne istiyorsun be kadın demezler mi insana? derler. dümdüz bir şey yazamaz mıyım ki ben? laf salatası, kopuk kopuk cümleler. kimse anlamasın diye dizili gelmiyor meseleler. evdeki bütün prespektüsleri okumak neyin saçma çabası? vaktin mi çok evlat? oysaki ben öğlen uyuyacaktım. sonra bilet alamaya gittik. şimdi istemiyorum kongreye gitmeyi sadece istanbul'a gideyim. ama bu haliyle bile çok uzun kalıyorum. 17-18-19-20. iki gece yetmez. neyine yetmiyorsa? sanki dün o da vardı elinde gibi. insan yorgunluktan ölmek isteyebilir mi? ne yapmış da yorulmuş, o da ayrı tartışma konusu. ama bu aralar feci yorgun. bedeni yorgun, sinirleri yorgun. saçları bile yorgun inanır mısın? ve çok üşüyor. evlenmek istemiyor, sahip olmak da istemiyor. ama şu üşümeler geldiğinde sarılmak istiyor. çok mu şey istiyor? yorgunluktan ölünse ölür. hemen şimdi ölür. uyuması lazım ama yatağa gidemeyecek kadar yorgun hem de. üstünü değiştirmek de başlı başına sorun zaten. soğuk hem, ü-şü-yor! mademki üşüyor, sarılsın! tanrı çok görüyor, bu kadar acı niye? birine sarılmak neden bu kadar güç ya da neden sarılması güç bir adamı seçtim ben labirentlerinde aç bilaç dolaşmak için ne kadar kaybolursa o kadar mutlu? iç çekiş.

22.3.10

bir zamanlar gönlünüzü kaptırdığınız adamların ağzınızın köşesindeki bir umursamaz kıvrıma sıkışması

feysbuuuuk feysbuuuk

evet, beni bilenler bilir, eğer sertab erener filan dinliyorsam iyiyimdir, nil vs. dinliyorsam çok iyiyimdir, anathema dinliyorsam depresyona doğru bir yönelim, ağla sevdam'a döndüysem beni baya kaybettik demektir ama ismail yk 'ya mı geçtim: benden kötüsü yok!
an itibari ile dinlediğim şarkı:
ismail yk-facebook
o kadar berbat haldeyim ki var sen düşün.
geçenlerde rastladığım kırmızı çizgi, artarak büyümeni temmeni ediyor ve durmaksızın keyfini bekliyorum.
sevgili lokomatif gülşen, ismail yk da sana sesleniyor, anti parantez.
herkesin zevkine göre çılgın ayhan. evet sana da tuhaf vokal sesleniyor ki adını bilmiyorum hatunun, büyük kayıp tabi.
burdan pelin'e de ben sesleniyorum, naber lan napıyon? sen büyüyüp hukukçu olacaksın ve ben senin "allah belanı versin" klibini on kere çevirip izlediğin günleri yakından bilen biri olarak tüm ciddiyetine kahkahalarla güleceğim bebeğim. evet güleceğim. davalarına girip, gülüp, çıkacağım. çünkü psikolog olan psikopat olamaz diye bir kaide yok cicişcim.
ve irem temiz. sen adını google'da arada aratıyorsun ya, al sana bir sayfa daha. (mesajlarıma da cevap ver kadın!) istanbul'a geleceğim yakında alemlere akacağız tatlışım, itiraz kabul etmiyorum, gerçi edeceğini de sanmıyorum. şahsen safir'in manzarasını güzel bulmuştum ben. pazar gecesi dolu olacağını da umarak eller havaya yapalım diyorum. bilmem sen ne diyorsun?
havam yerinde, alaturka oldum, oynamadan duramam. böyle de bir şarkı vardı, 90'larda. hatırlayan bilir. dur bulayım hepimiz için. (bi de "havam yerinde"yi az önce google'a sorana kadar "kafam yerinde" diye bilmenin verdiği derin utanç var)
sinan erkoç-havam yerinde
ben artık susayım, daha fazla saçmalığı kimse kaldıramaz bence. evet.
xoxo, gossip girl.

hiçlik felsefesi

mütemadiyen kendimi gereksiz hissediyorum. hiç aralıksız yanlış işler yapıyor yanlış kelimeler kullanıyor yanlış hisler içine giriyor hatta yanlış makyaj yapıyor gibi hissediyorum. dünyaya gelmemişim de adeta düşmüşüm o da yalnışlıkla olmuş gibi sanki. bildiğin bok gibi hisseidyorum. ne kadar uyursm uyuyayım başım ağrıyor. ne yersem yiyim başım ağrıyor. ne kadar sigara içersem içeyim başım ağrıyor.
cansu sesimi duyar.

19.3.10

ama arkadaşlar iyi imiş.

benim yıllardır pek çok arkadaşım oldu. kimi okuldan, kimi korodan, kimi mahalleden, kimi internetten, hatta kongreden, radyodan şudur budur. ama hiçbirisi de (sıfat bulamıyorum) olmadı üniversitedekiler kadar.
koroda da gerçi ece adından bir kız vardı. hatırladığım ilk kazığı ondan yemişimdir. olay şöyle gelişti:
yılbaşı için çekiliş yapıldı, en az 70 kişinin içinden birbirimize çıkma başarısını gösterdik. sonra hatun dedi ki, madem birbirimize çıktık, o zaman birbirimizin istediği şeyleri alalım da, alıp kenara atmayalım. iyi dedim, kız benden gümüş kolye istedi. ben ne istediğimi anımsamıyorum ama benzer değerde bir şeydi. hediyelerin verileceği gün götürdüm bunun hediyesini. açtı baktı, zinciri uzun buldu. neyse kısalttırırmış. sene de 2001, 5liradan fazla vermişim ben o kolyeye. bekliyorum ki benim hediyemi versin, cevap: ay tatlım bugün alacağız alış-verişe çıkamadık yarına getireyim (koro çalışması haftada iki gün, hafta sonları). ertesi gün soruyorum, güzelim unuttum haftaya vereyim. sonraki hafta geliyor hediye: üstü inanılmaz derecede tozlu, bir kaç uyduruk tahtanın birleştirilmesiyle yapılmış ufak bir salıncak ve içinde oturan iki ayıcığın bulunduğu biblo. "al tatlım yeni yılın kutlu olsun." çöpe attım o hediyeyi ben sonra.
aynı kızın bir başka vukuatı: birileri ruj getirmiş, bu da denemek için sürdü. sonra beğenmedi, çıkarmak için peçete aradı bulamadı, ben de dahil bir kaç kişiyi yanaklarından "kocaman kocaman" öptü. "çok seviyorum siziiiii." diye. sonra da gülüp "hahaha! oh be ruj çıktı." dedi.
evet tiksinç buluyorum.
bugün de yaşanan: öğle arasında bir arkadaşımla tavla oynadık, tavlayı almak için de öğrenci kartını vermek zorundasın. ben aldım gidip. derse giderken de unutmuşum kartı istemeyi de tavlayı bırakmayı da. 3 gibi de dersten çıktık, dedik yemekhaneye gidelim de bu haftalık yemek fişi alalım. o da karta yükleniyor. ben öğlen unuttuğumu sıra baya bir ilerlemişken fark ettim. "koş al gel" dedi sevgili arkadaşlarım. koştum, aldım, geldim. yolda da mesaj attım, hala sırada mısınız, diye. cevap gelmedi. sonra yemekhaneye vardım, tanıdık hiçbir yüz yoktu. etrafa bakındım, hala yoktu. bir mesaj daha attım, niyeyse kimse yok, diye. beş dakika sonra cevap geldi: "mesajını yeni gördüm, sen gelmeyince biz de gittik." "fark ettim." dedim.
evet fark ettim. ama tek fark ettiğim şey bu olmadı. "sen gelmeyince"? böyle cümleler beni irite ediyor. kasten gelmemişsin, vurup eve gitmişsin alt anlamları alıyorum. üstelik biz bekledik de sen gelmedin gibi bir manası daha var sanki. oysaki biliyorlar, geleceğim. geleceğim yolu da biliyorlar. kaç dakikada gelinebileceğini de kestirebilecek bilişsel kapasiteye de sahip bu insanlar. biz gidiyoruz diye mesaj attık da sen almamışsın, yalanını da söyleyemez, telefonuna baksa benim mesajımı zaten görecek. onu da görmediği çok belli. haber verme çabası yok yani. çünkü akla getirmesi zor bir şey bu, biz gidiyoruz işimiz var, keyfimiz öyle istiyor, seni beklemek istemiyoruz, uykumuz var uyumaya gidiyoruz ve 3 sn bile uykusuzluğa dayanmamız mümkün değil filan demek. hadi aklına geldi, o mesajı yazacaksın filan. çok çok zor. hatta imkansız. ki doğal olarak yapmadılar. ama ben enayi bir insan olduğumdan ötürü rahatsızlık hissederim ve en azından haber veririm gidiyorum diye.
geçenlerde yine masa değiştirmişler, dışarıdan içeri geçmişler, ne haber verdiler ne eşyalarımı almışlar.
sonra da beni her yere çağırıyorlar, pınar şu iş var gelsene, pınar bu programı anlamadım ben yapar mısın?, pınar şimdi bu konu nasıl?, pınar benim canım sıkkın ya, pınar kafam karışık sence ne yapayım?...
bunu okuduklarını sanmıyorum, çünkü yazdığım şeylerle, kendilerine ilişkin söylediğim şeylerin dışında anlattığım şeylerle o kadar da ilgilendiklerini düşünmüyorum. okurlarsa da haksızlık ettiğim için özür diliyorum şu anda daha yazı bitmeden. ve keşke haksızlık ediyor olsam.
insanlar kısa süre gördükleri kimseleri iyi tanıyamadıklarını düşünüyorlar. internet üstünden olan tanışmalara zaten karşılar. fakat olaya gel:
onur: aynı liseden mezunum ben bu adamla. ama forum'dan arkadaşım diyorum. çünkü okulun o sitesi olmasa biz lisede iki sene aynı sınıfı paylaşmış da olsak şu anda görüşüyor olmayacaktık. (lisede canım dediğim ve iki yıl hem aynı sınıfı hem de aynı sırayı paylaştığım ama ben üniversitede o da öss'yi yeniden dener ve çalışırken benim final dönemime denk geldiğinden gidemediğim bir buluşma yüzünden benle 2 yıldır konuşmayan, geçenlerde ısrarım dolayısıyla benle buluşup özlemişim diyen ve sonra yine aramayan bir başka arkadaş için: bkz ece.) ve onur, benim dengesiz, çalkantılı ruhlu, her an her şeyi yapabilme potansiyeline sahip, sevgi ve ilgi arsızı biri olduğumu çok iyi bildiğinden ta İstanbul'dan en azından ayda bir olsun bir şekilde arar sorar. berbat haldeysem atlar gelir.
cansu: lucy olan cansu. ben bu kızı ne kadar zamandır tanıyorum ki? yüzünü görmüş müyüm ki? beraber ne yapmışım ki? öğlenden beri benle konuşuyor, ikimizin de morali bozukça. boş boş teselli ettiği filan yok. gaza getirdiği de yok. anlatıp kurtuluyor gibiyiz karşılıklı. 6 kişiyi arayı kimseye ulaşamıyorum ama istanbul'un bilmem neresinden bu kız nedense ve nasılsa ulaşabiliyor. üniversitedekiler öyle değil. ben üniversitedekilerden daha "seni seviyorum." cümlesini işitmedim.
pelin: bu insan mı melek mi çözemediğim yaratık işini gücünü kesip, olmadı bir yerlerden zaman yaratıp, hasta hasta, uykulu uykulu, yorgun argın her ne haldeyse yanımda oldu, ve oluyor. beni bir kez aşağılamadı, bir tek kez seçimlerime karşı gelmedi. önerisini belirtti ama tersini de yapsam arkamda durdu. sözünde durmadığımda başıma karlar da yağsa yine o geldi eritti. ankara'dan her şeyime yetişti. bir kız kardeşim olsa ancak pelin kadar iyi olabilir diye düşünüyorum.
pınar: 10 senelik mektup arkadaşım. ablam. manevi de değil sanki gerçekten aynı anneden doğmuşuz gibi hissediyorum bazen. işi var, zamanı yok, savsaklıyor bazen filan. hiç mesele değil. asla ama asla toparlamayıp öylece bıraktığını görmedim. asla ama asla kötüysem moralimi düzelten, mutluysam neşemi arttıran bir mektupla ya da maille karşılık vermeyip de es geçtiği olmadı. abd'den, ingiltere'den, istanbul'dan, almanya'dan...duydu beni. yaptığım iyi şeyleri destekleri her daim, müzikle, kitapla, sinemayla haşır neşir olayım diye 10 yaşından beri bana sürekli yeni bir kitap, yeni bir film, yeni bir şarkı önerdi. ressamları tanıttı, kültürleri tanıttı, fotoğraflar yolladı. izmir'den adım atmadan dolaştım onunla dünyayı.
esma: ben bu kızla hacettepe'de kongrede tanıştım. sevgili sevgilim beni ektiği ve pek muhterem arkadaşlarım iştirak etmediği için oda paylaşacak kimsem yoktu, ben de hiç tanımadığım biriyle aynı odada kalmayı kabul ettim ve aynı odada kaldığım insandı esma. toplamda kaç saat görüşebildik esma ile, bilemiyorum. ama giderken masasına ev adresimi yazıp bıraktım, belki mektup yazar diye. yazdı. çok da sevindi. şimdi nisan'da bir kongre daha var, mersin'de. esma mersinli. evimde kal dedi. aylardır heyecanlı bundan dolayı. her daim kongrelerde karşılaşıyoruz ve sıcak bir gülümsemeyle karşılıyor beni. soğuktan donmuş, yorgunluktan ayakları şişmiş de olsa.
bunlara ek olarak irem var, sezin var, özgür var, gürbüz var, pınar var, ferit var, var da var... ara sıra da görüşsek ellerinden geleni yapan insanlar listesinde. teki bile üniversiteden değil şu insanların. kimi dershaneden, kimi yine okulun forumundan, kimi internetten, kitap fuarından...
bu insanlarla yaz kış araşırız, yaz kış denk gelebildikçe görüşürüz. canlılık faaliyetlerini sürdürüp sürdürmediklerinden, ruh hallerinin iyi olup olmadığından genelde haberim olur.
evet dünyanın en basit olayından yola çıkıp dünyanın en derin sularında boğulabilme yeteneğine sonuna kadar sahibim ben.
merak ettiğim, biz büyüdük ve kirlendi dünya durumu mu, yoksa büyüdükçe değişen dünyaya ben mi ayak uyduramadım, veya gerçek anlamıyla kandırılmaya çok müsait bir enayiyim de haberim mi yok, yahut bu insanlar pek mi zekiler? bilemedim.

biterken çalan: fools in love - inarga george

17.3.10

kabarık kalabalık alabalık

şimdi ben başkası olabileceğine inanmak filan istedim. ama korktum.
hasiktrsinler.
bak bi de gripin şu anda dedi ki: sikicem gelmişi geçmişi.
kafamı karıştırıyorlaaaaaaaaaaaaaaar!
ey ahali!
zaten uykum var.
devren veremlik mülk gibisin, soyulmak istiyorum.
sırf kulağa komik geliyor diye yazdım.
i-yi-de-ğil-sin.
ayarını bozmuşlar senin.
sevişsinler. tutmayın!

nietzsche'ler ağlamasın

konu nietzsche değil. ama ağlamasınlar bence onlar da.
bir tane kız var o ağlıyor, ona üzülüyorum ben.
"ama ağlamasııııııın!" diye de üç yaşında bir çocuk misali benim ağlayasım geliyor peşinden.
"mini mini bir kuş" şarkının ilerleyen dizelerinde donunca o kuş "ama donmasııııııııııııııın!" diye ağladığım gibi.
çünkü adı cansu. cansu demek can suyu demek. ağacı dikmek yetmez. cansuyu yoksa yaşayamaz ölür o ağaç. ama cansu göz pınarlarını sağa sola saçarsa nerden bulalım biz cansuyu?
olmasın böyle şeyler.
öperiz geçer hem.
uyursak da geçer.
öpmek ve uyumak en iyi iki ilaçtır.
cansu gözlerini Stanley Kubrick filimlerinin karakterleri gibi açık tutmaya çalıştıkça uyuyamaz.
uyumak için fazla yorgunsa da beyni, otursun iki dakika.
velhasıl...
nietzsche'ler ağlamasın, cansu'lar hiç ağlamasın.

iki cansuma da.

15.3.10

ama sen varsın

de ki çok aşıksın.
de ki öylesine bir aşk, ağlamadan yapamıyorsun düşününce.
de ki kalbine sığmıyor, taşıp yerlere akıyor da sürekli, herkes biliyor bakıp bıraktığın izlere o yollardan geçeni.
de ki dünyanın tüm çelişkileridir seni ortadan ikiye bölen.
de ki bir iç geçiriş kadar kısadır aslında ömrü karnındaki kel(b)ebeğin.
belki kimselere tahammülüm kalmadı benim. belki de kimsenin bana yok aslında. ne bileyim? formaliteler dünyasında mıyız? öyleyiz.
bir gidiş ve bir susuş; hepsi bu kadar!
ben aslında sana ardı arkası kesilmeyen mektuplar yazardım, her gün, dünyanın hangi ucu olduğu da fark etmezdi hiç. sen de okuma yazma biliyorsun ya, yazardın belki? ama yazmazsın biliyorum, ben de inanmadım işte ettiğim lafa, bakma.
sanki her şey bitmişcesine, değil mi?
alışmaya çalışmak diye bir şey yokmuş. yalın öyle demiş.
dayanmak zormuş meğer, sonu belli oyunlara, reddetmeye gücün yoksa eğer. teoman da böyle demiş.
varken yitirmeyi seçiyorum. yol yakınken dönüyorum. kızma bana. üzülme de.
kumlar keser mi insanı? ama cam keser kırılınca. hani ya camın özüydü kum? saydamlaştıkça kırılgan, kırılganlaştıkça can acıtıcı mı olur bazı şeyler? bilemedim.
gözlerimi oyacağım, görmemek için.
vincent van gogh'çuluk oynayacağım kulaklarımla.
burun deliklerimi tıkamak da lazım.
dilimi kessem, çifte kazanç! hem tadamam artık, hem de konuşamam.
fakat sinirleri de aldırmalı. dokunarak da yaşanmaz.
duyguların yolunun duyulardan geçtiğine şahidim ben!
itirafların en büyüğü: aradığım yalan sen değilsin. ama gördüğüm en güzel yalansın!
yalansan yalanı severim. bunu da vega demiş.
bazen elime bir bıçak alıp boğazımı kesesim geliyor. hem damar hem soluk. hepsini birden kesip havaya kan karıştırmak gibi hani?
çünkü ben böyle şeyler demedikçe ben olamıyorum galiba. bir haldun taner oyunu değilim çünkü.
evlerin hiç kullanılmayan odaları olmalı, insanlar anılarını dürüp büküp kaldırabilsinler diye. yoksa eşyalarım gibi dağılıyorlar dört bir yana. toplaması zor. dizmesi zor. sığdırması en zor.
de ki çok aşıksın.
sonra ne olacak?

biterken çalan: seaside - kooks
bazen hazmedemiyorum. hala görüşmesini hiç hazmedemiyorum. umrunda değilmişim gibi geliyor. tam da orda bırakıp gidesim geliyor.
çığlık atınız pls! avazınız yettiğince, gücünüz çıktığınca.
AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!
Hata yok. hatasız kul olmaz.
Kıl olduğumdan ötürüdür.
Sanki ölse elime bir şey geçecek. Mühim olan hisleri öldürmektir. Benim hiç alevlenen küllerim olmadı.Su dökelim gitsin.
böyle de bi şarkı:
ossimoro - verme

8.3.10

CV

CV yazmak demek, özellikle de tekrar tekrar CV yazmak demek, azıcık köşesini buçağını değiştirip yeniden aynı şeyleri yazmak demektir. Ve ben aynı şeyi kez kere kez yazmaktan nefret eden bir insanım. İnternetten doldurulan CV'ler kadar korkunç ne olabilir? İfade alanınız ile oldukça kısıtlı. Örneğin ben iki tane üniversite okuyorum ama hazır kalıbı olan internetten doldurulan CV'lerde tek bir tanesini seçmem gerekiyor.
Bütün bunlar başımı ağrıttı!
I'm listening lost in thought playlist

4.3.10

I'm listening need of love playlist

yazmadığım sürece yokum. kimse rastlamaz yazmadıkça. merak da etmez.
ben mektuplarımı istiyorum.
neden eski sevgililerimden bahsediyorlar? şurda burda görmüşlerse, iyi ya, bundan bana ne? ne sorulsun ne de söylensinler. gönlümden geldikçe derim ben. korkuyorum çünkü şu anda.
tanıdığım ve onaylanacak, her şeyiyle onaylanacak, kimse yok. olmayacak da.
benim tahammül edemediğim kadın insanlığın geneline tahammül edemediğin söyledi.
saçlarımın diplerinde bir kaşıntı. boynumda sivilceler. akşam 8 civarı gelen uyku.
demek ki dedim, rahatsızlık duymakta çok da haksız değilim.
her şeyi paylaşmamı beklemek de nereden çıkmış? bir aşamada almadıkça vermek doğa kanunlarının üstünde.
yarın dersim var, toplantım var ve tekrar dersim var.
uyumak istiyorum!
ve her zaman yazamam ki.
cumartesi iş görüşmesi?
pazar tegv?
ben bu oyunun sonunu biliyorum. ama oyuncular da şunu bilsinler; yazara uymak zorunda değiller.
kimse iki günümü birden yemesindi. diledğim vakit uyanmanın keyfi nerde kaldı? ya ben o adama ne zaman şöyle kucak dolusu sarılacağım?
desin ki bana: "dudakların çatlamış."

ps: öbür kadın da mutlu olduğu sürece sinirlerim bozacaktır. asıl muatabının gıyabında sevinmesine anlam verememeteyim.

1.3.10

bulantı

dünyanın tesadüfleri başımı döndürüyor. başımı döndürüyor. döndürüyor. başımı.
başım nerde?
başa çıkabileceğimi sanmıyorum buncasıyla.
the hours ve pride&prejudice soundtraclerinde bulduğum ne? piano tuşlarında ne arıyorum ben nasıl bir huzur kovalamacası bu nasıl bir huzursuzluk?
virgülleri istemiyorum cümlelerim uçarcasına okunmalı ard arda çıkmalı kelimeler ağzınızdan benim ellerimde öyle çıkıyorlar çünkü.
dünyaya bir monolog oynuyor gibi.
tanrım yine tozutmaya başlamak istemiyorum ben mor bir kediyim ve sıcak bir köşede uyumaktır tek dileğim.
siz kendini bilim yapmakta zannadenler! bende bir çok psikosomatik rahatsızlık ve ruh halimde çalkantılar tespit edeceksiniz. cevabını bulamadığınız her soruna aynı yaftayı yapıştırmanın kolaylığını görebiliyorum sahi kimi kandırıyoruz? ve önce kendi çalkantılarınıza bakın!
ah tanrım! bana zaman gerek.