28.11.09

kırmızı ayakkabı ve siyah şemsiye

18 Nisan 2009 saat 17 suları.
Elinde bir gülle kapıya gelmiş olan bir adam, onu çok özlemiş ama çok özlemiş olan bir kadın. İki gün önce kadının doğum günüymüş, her zamanki gibi berbat geçmiş. Ama bu adamın varlığı her şeye yetermiş.
-Doğum günün kutlu olsun.
-Sağol, içeri geçsene.
Adamın kadına aldığı ikinci çiçekmiş bu. Kadın suya koymamış, masaya bırakmış gülü. Kurutup saklamak için.
Arasını hatırlamıyor, sadece adam Opeth konserine gidecekti, kadın da yemek yemek üzere dışarı çıkacaktı, birden öpüşmeye başladılar. Kadının elindeki anahtar şangırdayarak düştü. Garip bir sevişme, yine kadın pek bir şey hatırlamıyor. Adamı konserde bekleyen arkadaşları arayıp duruyor. Barıştıklarını kimseye söylemediler, o yüzden adam "Çıkıyorum abi tamam." diyip neden çıkamadığını açıklayamıyor.
Saat 19'a gelirken adam nihayet çıkıyor. Kadın da "Çıkarım ben de senden sonra." diyor, çıkmıyor. Evde adam gelene dek TV mi izledi, oyun mu oynadı, uyudu mu, hiç hatırlamıyor.
Adam günün ikinci hediyesi ile geliyor, konserden pena getiriyor kadına. Kadın Opeth'e aşık değil ama sever, Face of Melinda'yı yine çalar gibi yapıp çalmadığı için Opeth'e kızgındı biraz. Bu hediye ona iyi geliyor. Adamın konser maceralarını dinliyor. Yine bir sevişme. Bir kaç kare dışında yine herhangi bir şey anımsamıyor kadın.
Gece iyice ilerliyor, adamla kadın bir şeyler yemek ve bira almak üzere dışarı çıkıyorlar. Karşıya geçerlerken aracın birinden laf yiyorlar. Adamın saçı beline dek uzun, onu da kadın sanıyorlar. Adam dövmekten, kendisinin yiyeceği veya atacağı dayaklardan bahsediyor. Kadına da bir kavga anında kendisini bırakıp kaçmasını salık veriyor. Kadın böyle şeylere gülüp geçecek bir insan. Öyle şeyler olmayacağını bilecek kadar gördü.
Yolda, adamla kadının ayrı olduğu dönemlerde, kadının hoşlandığı bir başka adam geçiyor. Selamlaşıyorlar.
Eve varıyorlar, salonda biralarını içiyorlar. TV açık mı? Açıksa ne oynuyor? Ne konuştular? Tek hatırladığı Mariachi ve Pringles.
Bir sevişme dalgası daha alıyor. Kadın bazı şeyleri filmlerde var zannederdi, öyle olmadığını düşünüyor. Sonra da sarılıp uyuyorlar. Adam kadınla uyumanın ne kadar güzel  olduğunu filan söylüyor daha sonraları bu uykuya istinaden. Böylesi gecelerin sabahı erken geliyor hep.
Ertesi gün ne oluyor, kadın hiçbir şey anımsamıyor. Adamın ablasının evinde oldukları gün müydü, yoksa başka bir şey mi? Zaten ne önemi kalmış?
Kadın merak ediyor, acaba adam herhangi bir şey hatırlıyor mu? Yoksa bir Haziran gecesi her şeyin bittiği yerde bu anı da kendi kendini bitirdi mi?
Kadının bir türlü cevap bulamadığı iki şey daha var, adamın giderken neden ağladığı ve neden ardına dönüp baktığı?
Bu kadın ne kendi geçmişinden, ne bu adamla yaptığı onlarca konuşmadan ne de Sevgi Soysal ve Murathan Mungan'ın açık açık yazdıklarından yola çıkıp da şu gerçeği hala kabul edemedi: Bu tarz sorular ve meraklar cevap bulamadıkları gibi kişiyi mutsuz etmekten öte geçmezler.
Ve kişi kendine acımaktan vazgeçmelidir artık. Lanet olsun ki hobisi bu.

Biterken Çalan: Lethe - Dark Tranquillity

İthaf: hals_zimmer

27.11.09

bugün bayram

bugün bayram.

gittim geldim sağa sola.

bugün bayram.

bir nargile devrildi, bir duvara iyi bayramlar dendi.

bugün bayram.

kulaklar uğuldadı, tesadüfler oldu.

bugün bayram.

15 lira bayram harçlığı geldiği gibi gitti.

bugün bayram.

yeni türkü, ezginin günlüğü, bal.

bugün bayram, kimse kutlamaz.

bugün bayram.

laptopu kucağına koyma diyen olmaz.

bugün bayram.

yalgızam.

bugün bayram.

sigranın tadı kaçmış.

bugün bayram...

26.11.09

hissediyorum, geldiler.

küçük






parçalarımız







vardı.






kalbimizde kaldı.











attıkça
batıyor.

25.11.09

toplama

  artık susmak istemek.
  her şeyi silmek istemek.
  zamanı ve yaşamı sıfırlamak istemek.
  bitsin istemek.
  dursun istemek.
+gitsin istemek.
---------------------
fakat çok şey istemek

24.11.09

DO

sen kimsin sen kimsin sen kimsin sen kimsin?
hayatıma bu kadar müdahale edebilme gücünü ben sana ne zaman verdim?
sen kimsin ki? kim oluyorsun ki? kimsin sen?
I DO HATE YOU!

18.11.09

Sabina

Bir defterim var, bana kendisini nasıl sunması gerektiğini iyi biliyor sevgilim. Sevgilim mi dedim? Sahi, siz bana nasıl sunardınız bir zamanlar kendinizi? Ben gümüş tepsiler içinde ayağınıza kadar getirirdim hep ruhumu. Kapağı açana dek gizemli, tadına bakana dek ilgi çekiciydi belki, ama sonra tıka basa doydunuz, bunu biliyorum.
Sabina'nın acılarını anlıyorum. Öylesine trajik ki... Hatırlar mısınız, Das Experiment'i izlediğimde yazmıştım size, yine benzer hallerdeyim. Esir Ruhlar, izlemelisiniz sevgilim.
Sizin buraya gelmenize yakın ruhumun çatırtılarını duyuyorum hep. Yine benle aynı mekanlarda soluk almanızı ve adımlarınızı düşünüyorum. Fakat bunların teki bile umrunuzda değil, ne acı...
Size "dostum" diye hitab edemiyorum bir türlü. Siz hiçbir zaman sadece dostum olmadınız, zor bir iş bu. Ancak, o günler de gelecektir, belki.
Eski bir konak gibiyim sevgilim. Her geldiğinizde yürüyorsunuz içimde, yerler ayaklarınızın izlerini biriktiriyorlar, çökerek!
Saplantılı bir şey olmalı bu. Ne olduğunu yazık ki bilmiyorum. Ne olduğunu, bilemiyorum...
İçim çöküyor, içim çatırdıyor, bir gün yıkılacak-hissediyorum.
Odile olacağım.
Bir öğle vakti "Yarın öleceğim." diyeceğim ve öleceğim sevgilim.
Ama zaten ölmedik mi?
Öylesine hastayım ki...

iklimler

iklimler: odile ve dickie hatta misa ve françois
"neredeyse bileklerimi kesecektim."
bu cümle yeterince açık mı? o kadar çok istedim ki bunu, daha başka istediğim tehlikeli ve garip şeyleri durduran üstüme yığılmış tuğlalardan oluşan mekanizma kalkmamı engelledi. bendeki süperego da böyle işliyor demek ki. kaslarımı felce uğratarak!
beni mahveden sahne tam da şurasıdır:
"Bir serginin önünde durdu. Vitrinde deniz haritaları vardı; bunları sevdiğini biliyordum.
          "Bunları size alayım ister misiniz?"
          "Ne kadar naziksiniz, dedi... Evet, isterim; sizden aldığım son armağan olacak."
İki haritayı almak için dükkana girdik; Odile bunları götürmek için bir taksi çağırdı, elini öpeyim diye eldvenini çıkardı.
           "Her şeye teşkkürler," dedi...
Sonra, hiç arkasına bakmadan, taksiye bindi."

evet, şurası doğru, her şey birebir örtüşmez bazen. ama yarattığı duygu fena halde benzeşir.
sevgili odile'e,
dickie'den sevgiler....

16.11.09

absent

i miss sth but i don't know what.
is that you? is that me? is that us?
what a pity, there's nothing left behind,
not even a gravestone in a graveyard...


12.11.09

pıtır...pıtır...pıt!

yüzü insana benzeyen insanlar vardı
n'oldu sonra onlara?
maskeleri mi düştü?
yok ben evlenmeyeceğim.
senin evlenmeni de istemem.
evlensen bile mutlu olmanı filan yürekten dileyemem.
en az seninki kadar işim var benim de,
ama sen daha çok geçerli sebebin olduğunu idda edeceksin.
zaten yapılan yatırımlar hep boşa çıkma riski taşımaz mı?
yağan bazen yağmur bazense dolu,
benimse üstümde t-shirt var ve üşümüyorum.
kafamda çanlar çalan zangoçlar olmadığı gibi örümcekler de çoktan gitti.
öyleyse hesap et, kaç kedi daha miyavlayacak ben ölene dek?

biterken çalan: one last breath - creed

7.11.09

ne ayaksın hacı?

aylarca görüşmemiş ve konuşmamışsın birileri ile. aylar sonra bakıyorsun ki birinin saçı uzamış, öbürü epey kilo vermiş filan. işin fiziksel boyutu ilk anda en çarpıcı gözükendir. ama geri kalan tarafları duydukça zamanında yapılmış olan kulenin altında bir kez daha ezilirsiniz karşılıklı. sitemden öte konuşacak söz kalmamıştır zaten.
eğer hayatımda bunlardan birini olsun bir şekilde döndürememiş olsaydım fena halde boğulabilirdim gün itibari ile. hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı gerçiğini kimse değiştiremez. bu da asırların klişesidir zaten: hiçbir şey eskisi gibi olamaz. klişe ama gerçek olması hüzün verici...
kimse kimsenin "sadece arkadaşı" değildir. ya daha çoğu vardır ya da daha azı. ama biz bunu karmaşa olmasın, dallanıp budaklanmasın, anlaması kolay olsun, özel hayata pek dalınmasın, aman ha kimse alınmasın gibi sebeplerden tek kelime altında birleştirip önümüze gelene sunarız. sonra n'olur o arkadaşlara? ilkokul arkadaşlarına, eski sevgili olan arkadaşlara, yolda görünce selam verilip daha da konuşulmayan arkadaşlara, arkadaş gibi anne kızlara, beraber içilip dertleşilen arkadaşlara, birlikte sinemaya gidip filmin övüldüğü arkadaşlara, yılda iki-üç kez görülüp yine de kaldığı yerden devam edilebilen arkadaşlara...? ölünür! ya uğruna ölünür, ya onun açısından artık ölünür, ya ciddi ciddi ölünür-doğru eşek cennetine- özetle bir şekilde ölünür, nasıl ve neden ölündüğününse pek kıymeti kalmaz o saatten sonra.
ben de bazıları için hayalet oldum. bakışları, adımları içimden geçiyor ama fark etmiyorlar bile. umurlarında değil, öldüm çünkü. kimisi de benim için çoktan yitti. geçen zaman boyunca çok şey yaşandı, bitti. üstüne bir de ben bitsem çok mu? ya da o/onlar?
sürekli kendime sorduğum iki soru var:
1-ne istiyorsun?
2-eee, sonra?
tatmin edici cevaplar alamıyorum pek, hatta cevap bile alamıyorum. siz alabiliyor musunuz? ondan da önce, bu soruları kendinize soruyor musunuz?

5.11.09

pınar pınar, sana ihtiyacım var

bu pınar ne yapsın sorarım? yüz bin milyon işe koşuyor da yine

4.11.09

haaa, tamam o zaman

ben hastayım. o da hasta. neticede hepimiz hastayız işte. ben bunu her biriniz için kabul ediyorum. rahatsız olmayın lütfen.
yok yahu domuz gribi ile bir bağlantısı yok mevzunun, psikolojik psikolojik.
ha, o dediğinden. haydi kabul edelim, ne ben senin dediğinden bir şey anladım ne de sen benimkinden. "ha, o dediğinden." kalıbı bu iletişim kopukluğunu gizlemek amaçlı ortaya çıkmıştır. doğru mu?
"o değil de" kalıbı da "dediklerin ilgimi çekmiyor, anlatmak istediğim ve bana daha cazip gelen bir mevzu mevcut, iki dakika sus, lütfen." demek değilse nedir?
bunlar gibi daha pek çok kalıp olabilir, hatta kesin vardır. herkes alt metnini de bilir ama kimse itiraf etmez. bence bunun sebebi karşıdakini kırmaktan öte aynı duruma kendisi düştüğünde "iki dakika sus" lafını duymaktansa "o değil de" gibi yumuşatılmış bir şey duymayı tercih ettiğindendir. öyle ya, hangimiz kırılmak isteriz ki böyle "ufak tefek" şeylere.
sen şimdi diyorsun ki içinden: "ha, o dediğinden. o değil de bizim bir arkadaş..."
ben de diyorum ki: "hı hı."

1.11.09

aslında bir konu var, neden bulamayız?

yıllar önce şöyle bir fikrim vardı:
1) bu dünyada benim sevebileceğim bir erkek yok.
2) bu dünyada beni sevebilecek bir erkek yok.
3) sevgililik gereksiz ve saçma bir olgudur.
yaklaşık 4 yıl geçti bunun üstünden, biri gelip ince ince uğraşıp zar zor değiştirmişti bu fikri. sonra biri daha geldi, benim kafam karışıktı bir şey anlamadım ne diyor ne yapıyor filan.
velhasıl, şimdilerde 4 yıl önceki bu üç maddeli fikre geri döndüm. erkeklerin beni sevip beğenmesinden çok ötede ben onları hiç beğenmiyorum. çok sığ, çok tipsiz, çok anlayışsız, çok şu çok bu buluyorum hepsini. onlar da beni çok gerizekalı, çok kendini beğenmiş, çok ukala filan buluyordur muhtemelen, bulsunlar.
yine yıllar önce bir adaşım "en güzel sevgililik kış mevsiminde olandır" demişti. sen üşürsün, o üşür, birbirinize sarılır ısınırsınız gibilerinden. mevsim de umrumda değil, bir tek şubat'ın 14'üne gıcığım.
tv'de sinema bir mucizedir oynuyor ve fenerbahçe 1-1 berabere. oysaki yeniyordu. üzüldüm. böyle biterse daha fazla üzülürüm.
su'suyorum, çok. uyuyorum, çok. yarın da bir çok işim var yine...
sivilce bulaşıcıymış. dün öğrendim ben de.
tıpkı lise boyunca işime bakıp mezun olma yoluna gitmem gibi. sosyallik ne kazandırır insana?
fakat şu dinlemediğim adam var ya... var işte.
fazla cips mideyi bozar, denedim gördüm, sizin de denemenize gerek yok.
ne adamlar gördüm, aslında koyulacak sıfatları yoktu.
sen beni anlayamazsın, çünkü anlaşılır sözler söylemiyorum.
uykum var, yine...