28.2.10

Silsile!

Bugünün gelişimine zemin hazırlayan olaydan başlayalım:
Pınar Abla, etkinlik günümü acaba cumartesiden başka güne ya da erken saate alıp alamyacağımı sordu, bir haftayı geçti galiba. Ben de pazar olsun dedim. Kaçıncı sınıf dedim, istediğin var ı dedi, 5 olsun dedim. Şu anda 5. sınıfların Bilgi Benim İşim etkinliğinde gönüllü ablayım.
Evet zemin tam da buydu.
Gittim bugün, Aleyna diye bir kızdan ve yaramazlıklarından bahsediyorlar. Herkese müdahale ediyor, kimseyi dinlemiyor filan. Baktım benim listemde. "Hasiktir, hiç mi normal bir sınıfım olamyacak benim?!" dedim kendi kendime. Sanırım hasiktir kısmı hariç gerisini dışarı da kustum, tam hatırlamıyorum. Girdim sınıfa, Aleyna başını masaya yaslamış, kollarıyla kapamış, Pınar Abla zorla kaldırdı. Sonra baktım ki kız zeki, sıkılıyor. Çabuk yapıyor ve bitiriyor, onun için uğraşmaya değecek bir şey yok. Şikayet edemedim. Ben de öyleydim o yaşta. Lal taşını filan bilen bir çocuk.
Etkinlik bitti. Baktım hala oturuyor. Babası 3'te geliyormuş almaya. O sırada kapıda bir araba durdu. "Bu mu?" dedim. Oymuş. Babası gidiyorsam beni de bırakmayı teklif etti. Laf üstüne laf açıldı. Staj yapacak yer bulamadığımı, bağlantım olmadığını söyledim. Büyük bir şirketi aradı, cumartesi de referans vereceğim kişiyle tanıştıracakmış.
Silsile görülebiliyor mu?

27.2.10

hazır

Bir yazı var, yayınlanmak için gününü bekliyor. Umarım o gün hiç gelmez.

sözlük ve teoman'n en güzel hikayem albümünden derlemeler

Sözlük
bohem: Fr. bohème

sf. Yarınını düşünmeden günü gününe tasasız, derbeder bir yaşayışı olan (kimse veya topluluk): “Gecenin bu saatinde bohem arkadaşlarımın bulunabilecekleri büyük bir birahanenin kapısı önünde durdum.” -P. Safa.

acı: sf. mec.
Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, kötü.

aşk:
a. Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, amor (II): “Gönlüm düştü bu sevdaya / Gel gör beni aşk neyledi” -Yunus Emre.


seks: Fr. sexe
a. Cinsel ilişkide bulunma.

korku: İng. fear
Gerçek ya da beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, yürek ve solunum hızlanması gibi belirtileri olan, ya da daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu.

huzur: Ar. §uø°r
a. (huzu:ru) Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç: “Fakat böyle bir zevk ve huzurun devam ve bekası olamaz.” -N. F. Kısakürek.

demo: İng. demo
a. (de'mo) Tanıtım gösterisi.

çelişki: Osm. tenakuz
Anlatımda, birbirine aykırı düşen kavramların karşılaşması.

Albüm:
Bugün

Bugün sözlükler kusuyorum, cümleler kuramazken dün/ Bugün denize döktüm kendimi ucuza gitmeyeyim diye, bugün/ Sıyrıldım rollerimden, mutluyum çünkü artık yokum bugün/ Boğulurdum her sağnakta yüzmeyi öğrenmişim sanki bugün/ Dün, çok giyildim çok pot yaptım, ütülüyüm jilet gibi bugün/ Bir tuzağa kaptırmıştım kendimi

Güzel Bir Gün Ölmek İçin
Suç yok/ Suçlu yok/ Hayat böyle, anladım./ Ama zamanla alıştım./ Düş yok/ Gerçek yok/ Bak sonunda anladım./ Yaz yok, kış yok./ Artık zaman ne karıştırdım./ Senle ben hep hep böyle kalacağız/ Git gide eriyip yok olacağız/ Yavaş yavaş./ Sorma neden niçin...

Duş
Bu aşk bizi nereye kadar savurursa o kadar acıtacak canımızı/ Ama olsun/ Daldır elini göğsüme al kalbimi/ Bul damarımı bas ilacı dindir acımı/ Güneşteyim, eriyor bal mumum/ Sapır sapır dökük kanatlarım/ Aksın bacaklarımdan oluk oluk/ Milyonlarca doğmayacak çocuklarım.

Ayna
Uyumadan uyandım/ Yine aynı dünyaya/ Karar verdim kalmaya/ Baktım dedim ki aynaya:/ Acelen ne, olacaklar olacak/ Bir gün nasılsa

İnsanlar
Gel, olduğun gibi/ Tuzla buz et beni/ Camdanmışım gibi/ Bana hatırlat/ Nasıl bir şeydi/ Bir şeye inanmak/ Tutkuya tutunmak

Parti
Sıkı sıkı tuttum ellerinden kayıp gitme hayatımdan sen de diye bazen/ Ama ittim çoğu kez ürküp aşkından güçsüz yaptın diye beni sen/ Oysa derinlerde hep bildim ki kanımdaydın / Öyle gurur duydum ki beni böyle büyük sevebildin diye bana rağmen/ Gelmiştim, görmüştüm, yenilmiştim, sevmemiştim, tam gidiyordum dünyadan sen yokken/ Öyle güzel aldın ki beni içine öyle sardın ki benim oldun ama korktum/ Kaybedecek bir şeyim oldu diye korktum/ Koştum bildiğim dünyaya/ Acıkmıştım, susamıştım, üşümüştüm/ Kavrulmuştum sıcaktan sana geldim/ Damağım kuru, sesim kısık, gardım inik, boynum bükük / Dedim 'yine al beni'/ 'Seni bitirdim' dedin 'çektim kepenkleri'/ Dedin 'öldü bendeki sen gömülü şimdi'/ Baktım, baktım anladım/ Parti bitmiş, herkes gitmiş, dava düşmüş, konu kapanmış

Tuzak
Aklın kayarsa/ Ellerinden/ Sen alışırken/ Tam severken/ Gökyüzüne bak/ Bak da söyle/ Yıldızların en küskününe/ Üç adım al/ Sonuca doğru/ Ayrılışa/ Sevene doğru/ Sevdiklerin/ Acıların/ Tatlı evin, çocukların./ Sahibiysen/ Tuzak bunlar/ Unutmaksa intikamın/ Unuttuğunu da unutmaksa/ Kanla da terle de/ yazsan da farketmez/ Sulara yazdıysan eğer./ Bilemezsin/ Sevemezsin/ Görmezlerse seni hiç/ Yenemezsin./ Duyamazsın/ Bulamazsın/ Görmezlerse seni hiç/ Olamazsın.

En Güzel Hikayem
Kulaklarım patlıyor sessizliğinden/ Yorgunluğundan/ Ölüyorum/ Denizi araladım geçtim bir aşktan/ Attım kum torbalarımı döktüm yaprakları/ Ama sanki uzandın tenime hissettim / Terim aktı parmak aralarından/
Kanım hızlanıyor bazen damarlarımda/ Bir yapbozu tamamlarken bakıyorum büyük parçan eksik/ Kalbin olduğu/ Bazen bir vücudu sarıyorum/ Banıp parmağımı tadına bakıp/ Gözümü sevmeye karartıp yapamıyorum/ Soğuğa çeviriyorum suyu ağlıyorum/ Bakıp içine ayılamayıp anlayamıyorum/ Derimin altında başarılı ayrılık notları/ Yazılmış, çöpe atılmış intihar mektupları/ Soktum neşteri göğsüme/ İnanmaya halim kalmadı diye/  Korkma bilirim acıyı tedaviyi/ İmkansızlığın kekremsi tadını/ Dün insanlara baktım kendi kirli camımdan/ Terkedilmişler çoktan yaradan tarafından/ Yanmıştı , çizilmişti ama seyrettim ağlayarak sabredip/ Çok sevdiğim bir filmi/  Hiç umudum yok/ Ama bil ki farklı bir hayaldi/ İşkenceydi bazen bazen çok güzeldi

...Dedi Annem
Güneşim olmadan göremem ki/ Ay tutulurken uyuyamam ki/ Karanlık olsa da/ Ben herkesi sevemem ki Sevmeden de yaşayamam ki/ Yanlış olsa da

Bu metin 27 Şubaat 2010'da yazılmış olup gittiği yer bittiğinde yayınlamak üzere saklanmıştır.

25.2.10

pembe pancur

Tog'u bıraktım. O kadar çok sebebim vardı ki, iki sayfayı aşkın bir mesaj yazdım. Proje toplantısına katılamayıp azar işttim. Hatta öyle ki hocadan referans mektubu da isteyemiyorum artık, yazmayacakmış, söyledi bizzat. Kiyoto neden bitmiyor hala? Kitap okumak bu denli zor olmamalıydı hani? Esma yazmıyor. Son mektubumdan korkmuş olmasın? Yarın ders var, bence yarı yıl tatili çok çabuk bitti. Olmasın ders mers. Çelik, Kenan Doğulu filan ne güzeldi, Harun Kolçak Yıldız Tilbe zamanları hani 90'larda biz çocukken. Bu da nasıl klişe bir geyiktir ama özlüyor insan gerçekten. Ben yeniden aşık olacağım, hissediyorum. Kime olacağını çevremdeki yüz kişiden 99'u doğru tahmin eder, sorulmasın.

pembe panjurlu evlerde çocuklar yaptılar,
mutlu çocuklardı onlar,
büyüdüler...
dünyanın yoktu pembe panjurları,
ne güneşten,
ne yağmurdan,
ne de esen rüzgardan korunabildiler daha fazla,
tenleri kurudu,
saçları bozuldu,
yüzleri felç oldu soğuktan.
ifadesiz
korkak
soğuktular.
bitti.

23.2.10

bi halt yiyorum, hayırlısı diyorum

nasılsa bir yerden sonra ilgilenmeyip bakmayacağından görmeyecektir de. ben bir halt yiyorum, o da bunu biliyor. gittikçe çıkmaza girdi işler. of çok saçma!
insan saçma olduğunu bile bile neden yapar?
sexisimportant. orayı kabul etmiştim zaten de...
bu işleri böyle mi çözmeli? nasıl çözmeli? olsun istiyorsun da olanaklar elvermiyor. eline veryor hatta.
ilişkileri mantık çerçevesinde yaşarsak yara almayız.
çok da uykum var.
yine anlaşılmaz şeyler yazmaya başladım, hayırlısı. demek ki kafam karışık.
saygılar.
ay şimdi bize ninniler söyler.

biter iken çalan: coldplay - fix you

19.2.10

çay koyacaktım. unuttum.

ben sakin ve basit bir hayat istiyorum. ben bohem edebiyatı ya da intihar yazıları okumak istemiyorum. ben ne sylvia plath'ım ne virginia woolf ne de nilgün marmara. ama aynı derecede hayattan beklentim kalmadı artık. kitapçı kadın bile halime üzüldü. çok sevdiğim resim öğretmenime benziyordu. pazartesi uğrayacağım yanına, karar verdim. anlatacağım. o beni dinler ve takdir eder, her zaman öyle yaptı, anlamaya çabaladı.
annem de beni hep takdir ederdi. genelde büyük başarılarımı törenlerle kutlamazdık, sevmediğim işler yapardı tören diye nitelediği, ama olsun, o da onun takdiriydi. artık hiçbir yaptığımı beğenmiyor. saçımı, takılarımı, eve giriş çıkış saatlerimi... bugün "ama insanın başına gündüz de bir şeyler geliyor, ben öğle vakti de tacize uğradım ya..." dedim, "ne zaman?" dedi, "anlatmıştım ya." dedim, "ben bugün oldu sandım, müstahak diyecektim." dedi. sanırım benden nefret ediyor. sürekli kendimi yetersiz ve aşağlık hissediyorum. ne yapmalıyım? hiç sınıfta kalmadım, bir kez olsun adliyelik, polislik ya da kürtajlık meselem olmadı. atatürk lisesi gibi bir liseden 90 ortalama ile mezun oldum 100 üstünden. dershaneye para ödetmedim ve öss'de ilk 5000'e girdim. 3 yılda tek bir dersten kaldım, onu da ertesi yıl verdim. ortalamam 2,50'nin altına hiç inmedi. asla temel ihtiyacım olan harcamaların dışında bir şey talep etmedim. çok para istemedim. "eline sağlık."demeyi hiçbir yemekte ihmal etmedim. sevgilim olmasını çok da onaylamadığı için artık kimseye bakmıyorum. çünkü bir de bu yüzden uğraşmak istemiyorum. yaptıklarım hiç yetmedi. yetmiyor. hep bağırıyor ve ben kendimi herkesten ve her şeyden özür dilemesi gereken aşağlık bir yaratık olarak hissediyorum. "kusura bakmayın dedikçe bakılacak kusurlarım artıyor." ne yapmalıyım?
ben intihar etmek istemiyorum, ama gerçekten istemiyorum. eskiden istiyordum, sahiden istiyordum ama artık istemiyorum. ben yaşamak istiyorum. hayatta görülecek şeyler olduğuna inanıyorum.biraz olsun huzur ve mutluluk duymak istiyorum. çok mu şey istiyorum?
bana "sinemaya sabah onda git." dedi. bir insan ne diye sabah onda gitsin ki? hem kimle gitsin? kim gelir ki sabah onda? madem eve geç kalıyorsam onda gitmeliymişim sinemaya, sabah onda.
insan gibi yaşamıyormuşum, kafelerde sürtüyormuşum, arkadaşlarım da arkadaş değilmiş ya, onlar da öyleymiş, anaları babaları sahip çıkmıyormuş onlara, o beni merak ediyormuş, daha da karışmazmış artık, ne halim varsa görmeliymişim.
yıllardır bana bunları söylüyor, bu aralar günde bir kaç kere söylüyor. dövse daha iyi, hiç bilmiyor. bu lafları hep içime oturuyor. açıklama yapmaya çalışınca "sus artık yeter, dinlemek istemiyorum!" diye bağırıyor. veya hiçbir açıklamamı beğenmiyor, inanmıyor, yarıda kesiyor ve dinlememeye devam ediyor.
ben tanrı'ya ne yaptım? ya da bu beddua için kime ne yaptım?
kendimi her geçen gün biraz daha flu hissediyorum. biraz daha değersiz buluyorum. biraz daha önemsizmişim gibi geliyor. salaklaşıyorum. yuvarlak düşünüyorum, yuvarlak konuşuyorum, yuvarlak yazıyorum. eskiden kararlarım vardı, keskindiler. şimdi varlığımın ehemmiyetsizliğiyle doğru orantılı kesinlikler de. yalnız hissetmiyorum. arayabileceğim insanlar hep var. dinliyorlar, yol göstermeye çalışıyorlar. ama onlar da tıkanıyorlar bir yerden sonra. iyi ki varlar ama.
başım ağrıyor. çay koyacaktım. unuttum.

17.2.10

man vs. woman

bu yazı tekrar tekrar okunup ders alınsın diye yazılmıştır:
eminim pek çoğunuz şu deyimi duymuştur: "seveni sikerler sikeni severler." evet. çok mu müstehcen? hayatın gerçekleri genelde müstehcendir. alışın.
örneğin kimse "penis" kelimesini ağzına almaya alışık değildir, doktorları saymazsak. onlar da dünyanın en sıradan şeyiymiş gibi söylerler, sanki ereksiyon problemi yaşamıyorsunuz da koltuğun bacağı kırılmış, marangoza gerek varmış gibi davranırlar. sanırım bu erkekelerin gururunu hiç "okşamaz". gururu okşanmayan bir erkeğin hali pek iyi değildir genelde. "okşayın" sevgili bayanlar. evet.
erkekler de kendi aralarında penis kelimesinin yerine pek çok başka sözcük kullnırlar, en azından etrafta kadınlar varsa. siz anlarsınız sevgili bayanlar, ama hiç fark etmemiş gibi gülümseyip geçersiniz. erkekeler de sizi hiçbir şeyden anlamayan ve her şeye gülen gerizekalı yaratıklar zannederler. sanki "seks" ve buna ilişkin herhangi bir konu dişiler dünyasına konu olmaz. fakat beyler, yanlış! kızlar siz dışarı sigara içeye gittiğinizde bunun geyiğini çevirirler. söz konusu "uzunluk"lar saçlara ithaf edilir döndüğünüzde ve konu kapatılır. evet.
kadınlar paranıza bakarlar. mevkinize bakarlar. fiziksel özelliklerinize bakarlar. zekanıza bakarlar. evet sıralama aynen bu. ben demiyorum bilimsel dayanaklarım var evrimsel psikolojiye ilişkin. ama kendi hayatım için kouşursam yanlışlayamam. çok üstün herhangi bir özlliğiniz başta yukarı çıkabilir, her kadın aynı konular üzerine çok eğilmeyebilir-örneğin çok parası olan yaşlı bir kadın sizin paranız ve mevkinizle pek ilgilenmez, ihtiyacı olan fiziksel yeterliğinizdir. mutualdır kadın erkek ilişkileri. karşılıklı çıkarlara dayanır.- ama ileride diğerlerini de isterler. kurtarmaz. sizin herhangi bir yetersizliğiniz karşınızdaki kadının yetersizliğiyle denkleşiyorsa kadın bunu kabullenebilir. üstün özellikli bir kadın görece daha düşük özelliklere sahip bir erkekle beraberse ya sizin göremediğiniz bir "şey"ler vardır, ya da kadında aşağlık kompleksi vardır. savunmam bu yönde.
bir erkek kadında "ele gelir" kalça, göze hitap eder göğüs bekler. ve "verme potansiyeli". "ben öyle değilim!" diye inkar eden bir sürü erkek olacaktır. genlere ters bu duruma inanıp inanmamak size kalmış. çünkü erkekler "sağlıklı doğum yapabilecek dişi" ararlar. ve sonra diğer bir dişiyi ararlar. dinin de bilimin de uyuştuğu konu arıyorsanız, buyrun! erkekler tek eşlilik için yaratılmamışlardır. üzgünüm. hukuk kuralları bunu "bekler", kadınlar bunu "ister", ahlak bunu "kabul eder". ancak insan doğası asla! en verimli çağında evlenmiş erkeklerin (kastımız 20'li yaşlar) intihar eğilimlerinin çok yüksek olmasının, evli genç erkeklerin depresyona girme olasılıklarının bekarlara oranla daha yüksek olmasının sebebi, bence, budur. "bir çiçekle bahar geçmez".
fakat bir kadını buna ikna edemezsiniz. çünkü o doğacak yavrularına kol kanat gerecek sürekliliği olan bir koruyucu ararlar. ondandır ki anneler her şeye karışırlar. ve insan yavrusu ne yazık ki uzun yıllarda kendi hayatını idame ettirecek yaşa gelir. bu yaşlar geçince de sizin verimli çağlarınız geçmiş olur. mutsuz evlilik yapan erkeklerde intihar eğilimi orta yaş krizinde yeniden yükselir.
evliliğin yarısından çoğu sextir. evet. bunu da savunuyorum. evlilik cüzdanı sexin tabu olduğu toplumlarda size yasal sex hakkı veren bir kağıt parçasıdır. bu kağıt parçası ve iki alyans elinizde bulunduğu sürece duvarları titremeniz başarı, aksi halde ahlaksızlıktır.
sevgili aldatılabilir, ama eş aldatılamaz. insanlara kabul ettirerek başkalarıyla birlikte olacaksanız boşanın, takılın, sonra yine sıcak limanlara geri dönün. dulluk kötüdür. ve kocanız/karınız sizi kaç kişiyle boynuzlamış olursa olsun dul olmanızdansa bir süre sonra boynuzlanmış olmanız yeğdir. ufak yaşta çocuklarınız varsa biyolojik anne babalarını mükemmel cici anne/ cici babalarına tercih edecekler, hiç anlaşamayan kaynanalar bile yeniden evliliği hoş göreceklerdir.
bayanlar, dır dır etmeyin. bu kafa şişirir. sıkmayın, boğmayın, germeyin. ama evde oturup kafasına göre takılan sevgiliyi de beklemeyin. eğer kuzu kuzu beklerseniz bu durum sizin çantada keklik olduğunuzu gösterdiği gibi susmanız da durumu kabullendiğinizi ve hesap verilmesi gereken kimse kalmadığını gösterir. hem bekler hem kafa şişirirseniz terk edilirsiniz. erkekler gerginliğe gelemezler. beklemez bir de kafa şişirirseniz çok olursunuz. en iyisi susun ve hayatınızı yaşayın. bunu da abartmayın. ipin ucunu kaçırmayın.
kadınlar romantizmi severler, nasıl oldukarı sorulsun isterler. ama bu "yanında kim var?" "ayşeeee." "emin misin?" gibi bir konuşmaya dönüşürse çıldırırlar. yapılmasın. her gün gül gönderirseniz güllerin değeri kalmaz, sevgililer gününde ne alacaksınız? ve ilişkinin başından kuralınızı koyun. her an mesaj atabilen biri değilseniz karşı tarafı etkilemek için katlanabildiğinizce sürekli mesaj atan biri haline dönüşmeyin. mesajların azalarak tükenişi ilişkinin de çıkmaza girdiğini fena halde yüze vurur, sevgili panikler, kontrolün "boku çıkar", zaten bezmiş olan siz iyice bezersiniz, belki atlatılabilecek olan bir süreç hızlı bir yıkılışa girer. fakat bu da demek değil ki sevgili ölünce birinden duyun. denge mühim mesele.
erkeklerin çoğu maç takip ederler, hiç bakmayanı bile derbi maçı olduğunda izlemek isteyebilir. asla ama asla, maç anında ölümcül bir durum yaşamıyorsanız aramayın. bilgisayar oyunları da öyle. dota, wow, pes vb. bir oyun oynayan erkekten mesajınıza ya da telefonunuza cevap vermesini beklemeyin. yok öyle bir şey. cevap verse bile söylediklerinizin yarısını anlamayacaktır. rahat bırakın.
bir kadın şık ve bakımlı olmalıdır, ama herkesi de etkilememelidir. sevgiliniz yoksa dilediğinizce etkileyici giyinebilirsiniz. adrenalin sever sevgili de kabul edebilir dekolteleri. veya siz sevgili değil de "süs bebeği" iseniz o da kabul görür. ama aksi halde asla, asla, asla dekolte giymeyin çok makyaj yapmayın, fazla dikkat çekmeyin. "ama aşkım senle tanıştığımda sırtı dantelli dar bluzumu çok sevmiştin hani?" demeyin. artık sahiplisiniz. sanmayın ki o bluzu seven tek erkek oydu o mekanda. baş başa ve dışarı çıkma ihtimaliniz yokken giyin. sonra o günkü soğuk tavırların sebebini saçma yerlerde arar durursunuz. bir paranoya daha, kriz üstüne kriz. gerek yok.
iki taraf için de, kızmış birinin üstüne gidilmez, bırakın sakinleşsin. hele de kızdıran sizseniz saçma sapan cevaplarla daha da kızdırmayın. nedeni sizin için açık gözükmeyebilir, ama karşı taraf için her şey açık ve nettir, siz sadece ve sadece salağa yatıyorsunuzdur. problemin kökenini anlayabilecek yuvarlak cevaplarla devam edin.
yalan söylemeyin. en azından dürüst olmak yalancı ve aldatmış olmaktan bir gömlek daha üsttedir. belki ufak bir yalanla kıvırabilirsiniz ama ya kıvıramazsanız? olay büyür.
eski sevgililer arada sırada ararlar. kıvırmayın. sevgilinize durumu açıklayın, gerekirse eski sevgiliye birlikte gidin. hem eski sevgilinin durumu kabullenmesini sağlayabilirsiniz hem de yeni sevgiliyi "aranızda bir şey olmadığına" kesin olarak ikna edersiniz. iki kişiden birden olmazsınız böylece.
ayrılmak hayatın sonu değildir son olarak. öyle gibi gelebilir ama gerçekten değildir. -bunu da ben dedim ya- sizi ikna edemem ne dersem diyeyim, bundan eminim. ama hisler tükenmeye başladığında, hak verilir bu klişeye.
bu kadar.
itiraz kabul.

16.2.10

hava niçin bu denli sıcak oldu? daha şubat'ta değil miydik? madem bu kadar ısınacaktı, neden tatilim boyu da aksi gibi çok soğuk oldu. mikail benden ne istiyorsun? neden yıllardır senle bir orta yol bulamadık?
postaneler banka değildir, demiştim. bankaymış. bugün merkez postanede banka yazıyordu. yıkıldım. 10 yıl önce postane sahiden de ptt kısaltmasına yaraşır biçimdeydi. şimdi postaya bakan yok, telgraf zaten yok, telefon da fatura ödemek ve cep telefonuna kontör almak için var, nerde o ankesörlü telefonlar. nerde telgrafın tellerine konan kuşlar. hatta kuşu geçtim nerde telgrafın telleri? veya pullara ne oldu? ben o makinalara karşıyım. evet.
sanki yüz yaşında biri gibi hissettim şunları yazınca. ama altı üstü on yıl önceden bahsediyorum! 95'lilerin de 15 yaşında olması ne tuhaf. hatta 2000'de doğanlar 10 yaşındalar, ergenlik bunalımının kapısını zorluyorlar. sanırım yaşlandım. 2000 yahu! artık "nostalji yapalım"da 90'lar diye bir şey var mesela, eskiden 70'ler 80'ler vardı zira hali hazırda yaşanan hala 90'lardı. biz şimdi 2010'lar mı diyeceğiz? yoksa 10'lar mı diyeceğiz? tdk bu soruma yanıt versin. ya da 2000'den 2010'a kadar olan kısım ne olacak? 2000'ler desek koca bin yılı kast etmiş olacağız. dil çok zor iş vesselam.
bugün okula uğrayıp dönemi açtım. anneme evden çıkarken "ben turistlik görevimi yapıp geleyim." dedim. sahiden de öyle oldu. 10 dakika süren ders kapsamında hoca geçen yıl o dersten kalan 7 kişi saydı, sonra aslında dersin geçen yıl aldığımız bir dersle ve bu yıl alınabilecek bir başka seçmeli dersle pek bir ilintili olduğunu söyledi. sonra da "dersi bırakırsanız üzülmem, kırılmam, hatta daha az kağıt okurum, güzel olur." dedi. yani hoca bize "bence defolun ama siz bilirsiniz." mi demek istedi? ne yapalım ki programıma ve paşa gönlüme bir tek o ders uyuyor, kalırsam da kısmet derim. zaten bizim bölümün diline sakız olmuş laftır bu "kısmet" bölüm başkanından birinci sınıf öğrencisine kadar herkes vara yoğa "kısmet" der. sahiden de öyledir, çünkü hiçbir şey planlı yürümez. ben mesela bu tip durumlarda tanrı'nın önüme zar salladığını ve ne gelirse işin sonunun da ona göre şekilleneceğini hissediyorum. artık bugün de kaç kaç geldiyse... (saçma değil, inanç. inanç dediğiz şeyi sorgulamayalım.)
yazdığım yazılar da garip bir hale girdi sanki. ne eskisi gibi depresif, ne düzenli, ne şu ne bu. basitleşti galiba. hayat basitleştikçe, daha doğrusu insan hayatı daha basit ele aldıkça bu her şeyine yansıyor sanırım.
bir de, Kiyoto'yu bitirmek lazım artık. tavsiye ederim, Japon kültürünü merak edenlere. şaşırarak okuyorum. örneğin çiçeklerin açmasını seyretmeye gidiyorlar hobi olarak ve bunun için tasarlanmış parklar, bahçeler, oturulacak "peyke"ler var. bir küçük not daha, kasten seçmedim ama, Kavabata da intihar etmiş. 73 yaşında. bu kaçıncı yazar? Tezer Özlü ile ilgili dedikodular mevcut, intihar mı hastalık mı diye, onu bir kenara koaylım ama Virgina Woolf, Sylvia Plath, Nilgün Marmara... bohem...

Didem: Nilgün Marmara'yı nerden duyduğumu/bildiğimi/okuduğumu anımsadım böylece.

15.2.10

bu aralar n'aptım-evet pek mühim...

pandamın blogu, itiraf ediyorum ki müzik dinlemek için kullanıyorum. herkes sen gibi liste yapsın. amen!
oha lan baş ağrısı çok kötü şey! ne zamandır laptopu kullanmıyordum, müziksiz bir hayatım vardı, ekran görece uzaktı filandı falandı. baş ağrısı yaptı bu eskiye dönüş hali. öff yani.
kıvırcık saçlı arkadaşlara sesleniyorum, senelerdir bana "ohaaa, ne cici saçların dümdüz, biz her gün uğraşıyoruz, zar zor adam gibi oluyor." diyorsunuz. haklısınız. amma taramayın, iki gün gideceğini fark edeceksiniz. üçüncü gün de duşa girip uğraşıverin o kadar ben de düz saçla uğraşıyordum, kıvırcık oldum hala uğraşıyorum. değişen bir şey yok. özetle: abartıyorsunuz gülüm!
blog da tam kız blogu oldu, pembe olması yetmez gibi bir de saç baş muhabbeti ediyorum, pek şahane!
yahu bu bedük de okan'a çıktı geçen, gözlüksüz hali bir garip geldi. sanki başka başka bedükler var adamın içinde. ne tuhaf!
pınar, iki mektubun geldi ard arda! bravo kız :) yazdımdı ya yine buraya da yazıyorum, baya korkmuştum bir sonraki mektup seneye gelir diye. tam gaz devam. ne diyordun: "kestane kebap, acele cevap!"
vera, hala dns ayarlarıyla oynanmamış bir pc var elimde, last fm'e nadir bakabiliyorum. bilmem ki sen bu blogla ne denli haşır neşirsin?
cansu, xoxo!
bu kadar!

edit: bu gecenin eğlencesi yine bejeweled 2 oldu, skor:96584, level: 14 toplam süre:43dakika 57 sn.
bezdirene kadar oynadım, daha da oynamam herhalde. amma uzadı!
kusmak istemek! saat de 2 oldu bu arada yarın sabah dersim var...

14.2.10

blogun yeni hali.

ben bu hali pek sevdim ya. ilk halini unuttum bile. ikincisi de iyiydi de. bu baya güzel oldu sanırım!
bir de bugün 14 şubat oldu. yarın yataktan kalkmamacasına uyumak istiyorum. lanet kapitalizmin pislik oyunları!

10.2.10

ak güvercin olaydım, pencerene konaydım

ebeveyn olmak zor zanaat. çocuğun yemeğini kaç dakikada yediğini hesapla, montunu giymiş mi, sobasını yakmış mı, 5 dakika mı geç kalmış eve 3 dakika mı, saçına karış, kaşına karış, iç çamaşırlarına karış, sabah kaçta kalkmış, akşam kaçta yatmış, kimle nerde ne zaman buluşmuş... hepsini bilmek an be an izlemek lazım geliyor. kolay değil, hiç kolay değil. paparaziler bile seksi ünlülerin frikiklerinin ardından böyle bir azimle koşamazlar. işte bu!
çocuk denilen yaratık, sırçadan yapılma robottur. sistem error verirse off tuşuna basmak gerekir. yoksa feci halde hasar alır. elde de bir robot varsa bu iş sıkı gözetim gerektirir. verilen emirlere harfien uymayan robot, robot değildir. bunu bilir, bunu söylerim.
bir de hasta olunca başında beklemek var, okutması masrafı var, çamaşırlarını bulaşıklarını yıkaması var... var oğlu var.
çocuk işi çile. daha da bilmem.
zaten pek bi komplike.

6.2.10

özel okul

bilkent. bilkent. bilkent. bilkent.
sabah akşam bilkent'le yatıp bilkent'le kalkar oldum. ege üniversitesi'nden sonra insana çok ama çok çekici geliyor, anlatılmaz yaşanır. ancak yeni sistem öss'ye hala adapte olamadı bu bünye. haydi hayırlısı diyorum.
durum şu ki: ben eğer bir aksilik olmaz da sınıfta kalmaz, ders bırakmazsam 22 yaşında mezun olacağım. evet, bi kısım insanlar da benle aynı kaderi paylaşmaktalar, farkındayım. daha bile erken mezun olanı vardır. neyse, 65 yaşına kadar da çalışacağım şu sistemle, hesap eder isek: 65-22=43 bir insanın 43 (kırk üç) sene çalışması için nasıl bir akla sahip olması lazım gelmekte? ben kendi ömrüme 50 yıl biçmişim kafadan. öğrencilik iyidir eninde sonunda. oku okuyabildiğin yere kadar mantığıyla yola çıkıyorum. eskiden karşı olduğum, asla gitmem dediğim tüm özel okullarda gözüm var, evet! başta bilkent olmak üzere, koç, sabancı, yeditepe, bilgi... hangisi olursa. makul herhangi bir bölüme gidesim var kardeşim.
ege üniversitesi'nde bilgisayar yetersiz, hocaların peşinden koşsan da inanılmaz bir ilgiyle yaklaştıkları filan yok, yabancı dil sadece ve sadece öğrencinin bireysel çabasına kalmış, ikinci yabancı dil zaten yok, sınıflar çok kalabalık, puan hesaplaması çanlar çakması mubarek-neyse ki yeni gelenlerde düzeltildi-, hava kötü olduğu için bile kimi hocalar derse gelmeyebiliyorlar-izmir'de ne kadar kötü olursa, siz hesap edin, ben daha yolların kapandığına şahit olmadım şehir içinde 20 yıldır-, yurt dışı olanağı var ama bir özel okulla yarışabilmesi mümkün değil, düzensizlik düzen kabul edilmiş odur budur. ha lise öğrencisinden de farkım kalmıyor benim bu ortamda, işime geliyor mu, rahatlık herkesin işine gelir. ama karar verdim, bu üniversite okumak değil, adeta psikoloji dersleri veren bir lise bitirmek. hatta atatürk lisesi burdan otuz kat iyiydi, her açıdan. bir de aile yanında okumak var. hiç girmiyorum.
bilkent'te, koç'ta, sabancı'da, yeditepe'de... yaşamadım, nedir ne değildir sadece arkadaşlardan duyduklarım ve internet üstünde yazanları biliyorum. ama kayıp yok. hayat bu yaşadığın yere kadar. neyi seçersen, nereden bakarsan dünyaya öyle yaşıyorsun. ben son 3 gündür daha olumlu taraflardan bakıyorum, daha kolay geçiyor her şey. bunu bana yıllarca söylediler de karanlık taraf pek hoşuma gitmekteydi.
insanın bacağının uyuşması tuhaf durum bu arada.