29.6.10

güvensizlik

birine güvenmemek ilişkiyi içten kemirir.bu kadar.inanmıyorum.dahası var mı?

28.6.10

iyi ki doğdun

bugün 28 haziran pazartesi, ben çandarlı'da olduğum için özel bir şey alıp yapabilecek olanakların çok dışındayım. bu sebeple ona bu yazıyı hediye ediyorum:
cansu,
çalan şarkı Michaelson - Die Alone  doğum günü konseptinden uzak bir şarkı adı işte. küfür eder gibi duruyor. ama dinlemeye başladığına eminim. hiç de göründüğü gibi değil. sıcacık bir şarkı. umutlu.
....................
kaç paragraf yazıp sildim acaba?
asla uygun şeyleri denk getiremiyorum.
üstelik de blogger kaç kere hata verdi, en son explorer da kendi kendini kapadı ve azimle burdayım.
sanırım bütün bunlar fazlasöze gerek olmadığını anlatmaya çalışıyor.
sadece,
keşke yanında olabilseydim. annesiyle kavga ettiğinde yanında olabilseydim mesela.
kendini bomboş üzgün yalnız hissettiğinde de yanında olabilseydim.
gülümsediğinde de sonunda yanında olabilseydim.
çünkü gülümseyeceğini biliyorum.
çünkü sonunda kendini yenilenmiş hissedeceğini de zaten biliyorum.
çünküo cansu. bütün sebep bu.
"biz güçlü kadınlarız."
ve ben de ona çilek bulur yedirirdim şu saatte işte. biraz da çikolata eritirdim benmari usulü. batırıp yerdi.
cansu bugün 23 oldu.
biz tanışalı bir yıl bile dolmadı.
ama dünyada olmadığım ilk iki yaşından beri bile onu tanıyor gibiyim.
çünkü bazı insanlar ruhunuza dokunabilirler. duvarlarınızdan geçebilirler.
21 yaşıma girerken cansu vardı. bugüne dek doğum günlerimin ne denli berbat geçtiğini anlatıp sızlanmıştım bir iki gün kala doğum günüme. "bak bence iyi geçcek" demiş ve bütün mızırdanmalarımı dinlemişti. berbat dediğim 20 yaşımın sonuna doğru bana verilmiş en büyük hediyelerden biriymiş cansu. ben bunu gördüm.
kaybettiğimiz bir şey yok.
önümüzde paylaşcak çok şey  var-buna sessizlik de dahil. çünkü ikimiz de konuşmaya bayılsak da bazen daha çok şey anlattığımız sessizliklerimiz var-aramızda da kilometreler. ne fark eder?çünkü o cansu.
cansu.
iyi ki doğdun!
iyi ki varsın.
bence iyi geçecek :)
seni seviyorum!
Lucy in the sky! ve zıplıyor!


26.6.10

kına gecesi

nihal'in kına gecesi çok konuşuldu da, ben bu şarkıya oturdum ağladım. ne oluyor ya :S
ayşegül - kızılcıklar oldu mu

24.6.10

bir not ortalamasının hüzünlü maceraları

bugün rüyamda sevgilim bana ana kuzusu temalı kartlar gönderiyordu, ama internetten.

ve doğum günümü bir tek melda (yazlık komşumuzun kızı) kutluyordu mutfaktan bile doğum günü kartı çıkıyordu-ama ilkokul 1.sınıf çocuğu yapmış gibiydi her biri-ve gülşah da "çok uyduruk!" diye aşağlarken ben mutluluktan ağlıyordum.

işte böyle kıçımın açıkta kaldığını besbelli ortaya koyan bin bir rüya görüyorum her gece. çok tuhaf diy mi?

gelelim gerçek dünyaya-ki keşke rüyalar gerçek olsa da bu bir kabus olsa dedim mi? dedim.

hayatımın en kötü ortalamasını yaptım sanrım. işte notlar:

342 ADLİ PSİKOLOJİ CB Başarılı S 3 0 0 3,0 2009 2

217 SOSYAL PSİKOLOJİYE GİRİŞ-II DD Başarılı S 3 0 0 3,0 2009 2

321 PSİKOMETRİ-II CC Başarılı S 3 0 0 3,0 2009 2

322 FİZYOLOJİK PSİKOLOJİ-II FD Başarısız S 2 0 0 2,0 2009 2

323 YETİŞKİN PSİKOPATOLOJİSİ CB Başarılı S 3 0 0 3,0 2009 2

325 PERSONEL PSİKOLOJİSİ CB Başarılı S 3 0 0 3,0 2009 2

326 BİLİŞSEL PSİKOLOJİ CB Başarılı S 3 0 0 3,0 2009 2

vallahi ben bu kadar CB alan adam görmedim. üstelik de en yüksek notu CB olan hiç görmedim, büyük başarı. sınıfı kıl payı geçtim. yine de agno(yani gpa)=2,52. meğer 2,65leri görmüşüm birinci ve ikinci sınıfta hatta üçüncü sınıfta. bir dönemim iyi gelse diğeri rezil geçmeden edemiyor. ve sosyal psikolojiyi de DC'den DD'ye düşürdüğüm de ayrı bir gerçek. acaba DC'yi mi yoksa DD'yi mi sayıyorlar? merak etmiyor değilim.

daha da formasyon almalıyım. ama nuri hoca ile kavga etmek filan lazım önce. hayat zor.

bu yazıdan çıkarmam gereken dersler:

1. an itibariyele, eğer 2,50'nin altında ortalaman olursa yüksek lisansa başvuramıyorsun bile sevgili pınar, bu açıdan önümüzdeki iki dönemde en az CB almalısın, en çok değil.

2. hatırla bir falcı ne demişti? "özel hayatına ayıracağın zamanı derslerine ayırsan çok başarılısın aslında." ve falcıya eklemek istediklerim: hatta öyle ki, derslerine ayırdığın zaman kadar bir dilimi sevgiline ayırsaydın değil 4,00 üstünden 2,52 almak, on kere terk edilirdin. bu da bir gerçek.

3. sandığın kadar başarısız değilmişsin geçmiş yıllarda. kendinden ne istiyorsun, bu ne aşağılama? okuldan en nefret ettiğin dönemde en yüksek ortalamayı tutturmuş olman nasıl bir saçmalıktır?

4. boş vakitlerinde tavla oynmaktan, fal bakıp baktırmaktan, geyik muhabbeti etmekten alıkoy artık kendini. yorucusun.

5. uyurken kıçını kapat.

22.6.10

ne oluyor?

kendi blogumdaki yazıları okuyamıyorum. acaba neden?

16.6.10

life is life

o zaman herkes bunu dinlesin.
opus-life is life
bu şarkıya rağmen hava çok sıcak buralarda.

idrak meselesi

bir adamı 4 yıl boyunca sev. ne yaparsa yapsın sev. istisnasız.
sonuç ne?

"senin türkiye'de kalasın yok değil mi?"
"herhalde güzelim, olabilirse kalmam."
"demek ki buraya kadarmış." (o bildik gülümsemem sonra. suratıma zamkla birileri tarafından yapıştırılmış, tek kelime daha eden olursa o kadar ağlayacağım ki ne zamk ne bir şey.)
"abarma güzelim de..."
"..."
"..."
"bence de'si yok be canım, realite."
"..."

bu ne ya? ne bu?
kendimi son kullanma tarihi geçmiş, üstelik de günlerdir ağzı açıkta tezgahın üstünde unutulmuş süt gibi hissediyorum (sütlerin hissiyatı var mı bilemiyorum ama ben olsam yani). hiçbir şeyin atılacağı bu kadar kesin olamaz.
ben asla abd'ye ya da ingiltere'ye filan gidip prestijli bir üniversitede yüksek lisans, doktora yapamayacağım. bunun için ne param var, ne dilim var ne de ortalamam ya da torpilim. oralarda yürütebileceğim bir mesleğim bile yok: bir psikologun her şeyi dildir, kültürdür. bunlar bir anda kavranıp uyum sağlanabilecek, alt yapısı analiz edilip içselleştirilebilecek şeyler de değil.
onun içinse tüm bu koşullar tam tersi. ve bugün "sevgilisi için daha iyi bir yerdeki doktorayı reddetmiş." denen birine: "salaklığına doymasınmış." dedi.
o kadar yorgunum ki, ağlayamıyorum bile.
ve evet: elinde yüzükle "benimle abd'ye gel." demiyecekti zaten.
338puanı yanlış yere yatırdım. bu.
ya da dört yılı yanlış adama yatırdım. bu da olabilir.
mantık hatası kesin vardır tabi, ona da sözüm yok.
uyuyacağım.

ps: cansu seni seviyorum. (lucy in the sky with diamonds -ve göğe her baktığımda yıldızların üstünde zıplayan bir lucy görebiliyorum ben!)

9.6.10

facebook

bak yine facebook insana neler yazdırır görüciiz.
bu facebook sanki biraz "röntgenci" yapmıyor mu adamı? ha? yapmıyor mu? merak ettiğin hayatlara dalmanın en kolay yolu değil mi facebook? hemen hemen herkesin hesabı var zaten. kimi daha çok görünüyor, kimi daha az görünüyor ama ucundan kıyısından bir şeyleri takip edebiliyorsun işte. kilit kelimeye gelince: istemek! senin, diğerini, merak etmek, istemen, gerekli. evet. ve biliyorum, istiyorsun. belki beni değil ama ali'yi misal, ya da dilara'yı da olabilir mesela. hatta bir arkadaşının arkadaşı bir andaçok dikkatini çekebilir ve onu merak etmeye başlayabilirsin. "merak ne güzel şey, güzel şey merak" diyorsan malum reklamdaki gibi, reklamların da insanları kandırmak için var olduklarını bunca yıllık hayatında (okuma bildiğine göre en az 4-5 varsın, ve annen seni oyalamak için mütemadiyen reklamları izletti evladım.) öğrenmişsindir zaten. yani merak o kadar da güzel değil esasında. "bilgi acı çekmektir."den yola çıkarsak, aldatıldığını öğrenen küçük kuzenim, ne geçti elinde evlat? (aynı taştan bana da gelsin.) ya da platonik aşkının sevgilisi olduğunu keşfeden canım arkadaşım, iyi halt ettin. kendime sesleniyorum: "sahne sanatlarında olsam böyle mi hayatım olacaktı? efendim istanbul'u kazansam (ki kazanmak için önce istanbul'u yazmak gerektiğini her defasında atlayan zekasına kurban aklım, tebrik de edeyim seni ayak üstü.) böyle mi olacaktı ortamlar? belki de sayısal seçip mimar olmalıydım, oha bunları ezberlemektense çizimlerin üstünde sızmak daha eğlenceli gözüküyor, hata mı ettim?" diyip durmaktan ikinci bir adım öte geçebildin mi? yooo.

sonuç: siz siz olun,şu resme uyun:
benim uyup uyamadığım belli zaten, ben yandım siz yanmayın, amaç bu. evet. hem siz uyarsanız ben de el mahkum bir değişiklik olmayınca uymak zorunda kalırım. bak bak aynı şey, nihat doğan'ın da dediği gibi, ironi de bir yere kadarsa stabillik nereye kadar? bi tek annem facebook'ta olsun, bana bir şey olmaz.
hadi öptüm.

(neydi o millyet'te yazan uçkan soyadlı kadının adı? onun gibi oldum sanki)

şu şarkıyı da anmasak olmaz şimdi:
ismail yk - facebook

8.6.10

paradoksik niyet stratejisi

cansu ile ikimizin sık sık yaptığı konuşmalardan biri:
"ben blog'u bıraktım, yazasım yok, hadi yazdım diyelim, yayınlayasım yok."
"aynen."
bu konuşmaların yapıldığı günler çerçevesinde ikimizin de daha çok yazmaya başlaması benim aynaya bakıp gülmeme sebep olan bir şey. işte yine buradayım çünkü! ne demişti özlem? paradoksik niyet.
bazen kendimi asmak istediğim oluyor, ama beni taşıyacak kanca ve ipi bulup yeterince iyi bir düğüm atabileceğime hiç emin olamıyorum. (şu cümleyi yazarken iki hata yapmışım: ipi yazmak isterken içi, düğüm yazmak isterken de düşüm yazmışım. çok anlamlı el sürçmeleri olarak nitelenebilirler.) bihter'in nasıl intihar edeceğini merak ettiğimden aşk-ı memnu'nun son bölümünü izleyecek biriyim ben (hayır, bugüne dek tek bir bölüm bile izlemedim, inanılmaz ama gerçek, lost da izlemedim evet.). her yerde açtığım muhabbetse: "sizce bihter nasıl intihar edecek? bence bileklerini kessin ya da ilaç alsın, veya zehir, aslında, kendi kanını bile içebilir." en çok gelen tahmin silah ve asma yönünde oluyor. muhtemelen tek bir el ateş sesi duymakla yetineceğiz. yine de bir intiharı izlemek ilginç. fakat ne silah ne de kendini asmak kadınsı değil. herkese bunu söylüyorum. yine de kendimi asmak var içimde. eskiden yoktu. oldukça tuhaf geliyor. eskiden ben de kadınsı intiharlar peşindeydim. her kadın kadar. erkeksi protesto mu yoksa sahiden yaşamaktan mı sıkıldım, bilemiyorum. her girişimin de bir kurtuluşu olması çok acı. silahla bile intihar etse kurtulabilir insan. ve sakat kalabilir, ya da bitkisel hayata girebilir. dünyanın en büyük kumarı ne derseniz, intihar girişimi derim.
istediğim olmayınca ya da istemediklerim olduğunda kendimi derin bir çıkmaza düşmüş gibi hissediyorum ve her seferinde önüme elliden fazla hapı koyup yan etkilerini uzun uzun okuyorum. yarım saat kadar ağlayıp bütün o ilaçlara bakıp tek tek kaç tane hap olduğunu sayıyorum. sonra gözüm ocağa çarpıyor, kapının camlı olması canımı sıkıyor. milyonlarca bant gerek bütün boşlukları tıkamak için. yorgun ölmek istemiyorum. zaten ruhen yorgunum bir de bedenimi yormak işime gelmiyor. sonra pelin ya da yusuf'la konuşuyorum genelde. ama günün birinde kimseyle konuşmadan başladığım işi bitireceğimi biliyorum. siz insanlar söyleyeceğim sebepleri yetersiz ve anlamsız bulacaksınız. fakat tek bir sebebi var: çok anlamsız! ne kadar yalın ve basit bir sebep. ama öyle.
tanrı biliyor ya, kafamın içinde aydınlık tek köşe bile kalmadı. yıllarca çaba sarf ettiğim her ne varsa sonuna geldiğim yerdeyim. burdan sonrası belirsizlik. bu evde kalırsam, yavaş yavaş ölmeye devam edeceğimi biliyorum. cam fanus'un dışına çıkmalı, birileri yeni cam fansular kapamadan üstümüze çıkmalı. dokunabileceğini sandığın her şeyin önünde cam olan bir dünya! gözünün alabildiğinden öteyi görmek sadece hayal gücüne kalmış artık. koşup koşup aynı camlara çarpmaktan çok yorgunsun. hoşgeldin öğrenilmiş çaresizlik! fanus kalksa bile çıkamayacağına olan inancın öyle sabit ki, yerinden bile kalkasın gelmez. belki şans eseri sırtını cama dayadınsa düştüğünde fark edersin yokluğunu. fakat insan nefret ettiği bir şeye niye yaslansın ki?
ben boğuluyorum. alabileceğim oksijen pek kalmadı buralarda. her şey o kadar stabil ki... o kadar çok şeyin hesabını vermek zorundayım ki... o kadar yorgunum ki...
tanrının can sıkıntısını ben gidermek zorunda değilim. madem ezeli ve ebediyim, oyalanacak bir şeyler yaratayım bari, inancını bir kenara bıraksın. en azından benim için. oturtulduğum bu masadan artık kalkmak istiyorum! ve öldükten sonra da sonsuz bir yaşam bizi bekliyor olmasın lütfen. ne cennetin nimetini ne de cehennemin azabını kaldıracak gücüm yok. parçlarıma ayrılıp yok olmak istiyorum ben. ayrıca parçalarımın peşinde bile değilim, ne halleri varsa görsünler. ben cennetini de cehennemini de tattım. dahasını istemiyorum. İS-TE-Mİ-YO-RUM! Tanrı'nın bu denli anlayışsız olması niye?

6.6.10

bi öl.

sıkıldım.
üç sınav iki ödev kaldı. bir ödevi vermeyeceğim. diğeri final niteliğinde olduğundan mecburen vereceğim. ama ne yazacağımı bilemiyorum. zira çok sikindirik sokunduruk dokunduruk bi ödev. ağzımı bile bozdum o derecelerde. herhangi bir gazete haberinden (ki mahkemeye de intikal etmiş olacak bu) sosyal inceleme raporu yazmamı bekleyen bir sosyal psikoloji profu hocam var. aynı zamanda şizofren olmamı da beklediğine eminim ben. zira olayda adı geçen -hatta genelde kısaltması geçen- insanlara hayali sorular ve testler uygulayıp bu hayallerimize dayanarak da raporu oluşturmalıyız. gerçek bir halisünatif tepki yumacığı. "hacı nası olacak?" bir de yaratıcı bir ödev bulabilmek amaçlı günlerce düşündü bağyan kişi. çok yaratıcı, ama ödev değil, bunu yazıp bitirdiğimde ben bu unvanı hak edeceğim.
yarın sabahki sınava da neredeyse hiç çalışmadım.bu nasıl bir rahatlıksa?! umrumda olsa çalışacağım da umrumda biledeğil.sabahtan beri iki buçuk film, iki dizi izledim.
ve yağmur yağdığı halde çok sıcak.
bence sevgilim de öldü bu arada başım sağolsun.

5.6.10

nasılsa görmeyecek veyahut çok geç görecek olan insan,
baksan görürsün de bakmıyorsun biliyorum, bakarsan da şaşırırım filan özür dilerim. aha bu da ikinci kişi işte "baksan şaşarım" dediğim şu blog içinde.
pine up'tan üretim hatasını dinlerken: tık!
twitter'a da yazmış olduğum şey söylemek istiyorum: (evet twitter'ım var ama bence ondan da haberin yoktur, niye, çünkü umurunda değil.) böyle gitmez.
cesaretim mi yok, yanında çok mu mutluyum, sen yokken çok mu mutsuzum, katlanmadığım şey ne acebae?
kıskanç değilim paranodim
bi tuhaf değilim şizotipalim
üzgün değilim depresifim
takıntılı değilim obsesifim
kızgın değilim pasif agresifim
gel gitli değilim sınırda kişiliğim
kendini beğenmiş değilim narsistim
evet ben buyum. oh, yasal tanıyı da koydum çok mutlu oldum. "a" desen, "hastayım ben!" der ağlarım mesela. deme. a bile deme. hiçbir şey deme. ama susma da. psipsikopatım. pisipisi. kop at.
sen bunu kaldıramazsın. ben duygu küntleşmelerine tahammül edemem. zaten 564km mesafeye bir de okyanus eklenecekmiş. ki evlenmek kelimesi bile sende mide bulantısı yaratıyorsa ve ben gözümü gelinliklere takılırken kendimi yakalıyorsam bunun ortası neresi?
önümüzdeki maçlara bakmayı öğrenemediğimiz için mütemadiyen gol yiyen bir takımız biz. ben ve benden içerüler. bir adım öne atamayınca

4.6.10

kendimizi tanıyalım

evet bu hafta kendim hakkında öğrendikleriim bitmek bilmiyor. öncelikle güvenliği geçerliliği olan bir kişilik bozukluğu testi sonucumu görelim:
okb
depresif
narsistik
pasif-agresif
paranoid
şizotipal
sınırda
bütün bu yukarıda saydığım kişilik bozuklukları bende mevcut.
ayrıca fizyolojik öğrenmelerim de yok değil:
çift uterus
iki miyon
kadınların sadece %2'sinin çiftuteruslu olduğunu biliyor muydunuz? yaaa. çok özelim. yukarıdaki kişilik bozuklukları da %5 civarında yaygın. ne oldu? daha bir özel oldum. bunların hepsinin aynı kişide bulunma ihtimalini hesabı kuvvetli olan yapabilir, epey düşük işte.
soruyorum: ben neymişim be abi?
çift uterus en çok şaşırdığım konu oldu tabi, hatta çift uteruslu kadınlar kulübü diye bir şey var google'da.
bi tanesi yetmez gibi...
bu kadar.
şaşkınım, yorgunum en çok da hastayım.
öptüm, kib, bye.