31.7.10

müzik-ama ne kadar?

an itibariyle gözüme takılan hatalı sanatçıları/şarkıları çıkarmamla last fm hesabımda toplam:
26402 parça
2250 sanatçı
skroplanmış.
bankada para biriktirmiş gibi.
12 ocak 2008'den bugüne.

30.7.10

yazmasam çatlardım

içimden küfürler geçiyor, her birinde durup söylemiyorum.
önce tübitak ilk 5000'e girenlere verdiği 500tl değerindeki muhteşem bursunu artık vermeyeceğini ilan etti. ağladım zırladım baktım değişen birşey yok ne yapalım dedim hazmettim.
ama bilkent'in yaptığı beni derin bunalımlara soktu.
tam burs denen şey! felsefe bölümü kapsamlı bursa geçiş yapamıyormuş. söyleyelim hemen ne farkı var:
tam burs'ta sadece eğitim ücretiniz karşılanır, kapsamlı bursta iki kişilik yurt olanaklarından ve 325tl cep harçlığından da faydalanırsınız. ben diyeyim öss sen de lys ya da ygs (alışamadığım literatürler)'dki başarı sırına göre decep harçlığın yükselebilir, kitap masrafların da karşılanabilir, odur budur şudur.
neden ama neden motivasyonumu yerlere indirmek zorundalar? koç'a tam burslu girsem çalışma karşılığı yurt ücretinden muaf olabiliyorum. ama zaten derece yapmam lazım. şimdi sorarım, derece yaptıktan sonra zaten istediğim yere gidemez miyim ki ben zaten? mesela yeditepe'ye de gidebilirim. filan falan.
delirmek üzereyim. sürekli brileri bir önceki verdiği bursu geri alıp duruyor.
hayatımın hatası nedir diye baktığımda gördüğüm tek birşey var o da 4893. olup ege üniversitesi psikoloji bölümü'nü seçmektir! e be gerizekalı, 89'lularla sınava girip ilk 5000'e girişsin, tübitak o zamanlar felsefe seçene 400tl mi ne veriyor, üstelik istediğin okula da gidebiliyorsun, ayda babanın maaşı kadar para alıp keyfini sürerdin şehir dışında ailenden para almadan tam burslu ve tam özgür yaşardın. mal mısın psikoloji okudun da ne bok farkı var felsefeden! a gerizekalı a salak!
ben burdan ilk 5000'e girip de hayali ege psikoloji olanlara acilen diyorum ki: -dur, hatta hayali psikoloji olanlara acilen diyorum ki: iyi bir vakıf üniversitesinde sosyoloji okuyun felsefe okuyun ama sıradan bir devletüniversitesinde psikoloji okumayın okumayın okumayın! bak boldla yazdım, o derece okumayın. ha siz istatistik sınavına mesela bir sırada üç kişi oturarak girmek isterseniz, o ayrı ben sizi tutmayayım.
kalabalık okullardan ve kalabalık bölümlerden hayır gelmez sevgili öğrenciler. bunu tek tek tüm üniversite adaylarına söylüyorum: ı-ıh! çünkü:
-sen şimdi diyorsun ki okul birincisi olurum kieeee, yatay geçerim kieeee, yan dal yaparım kieee, hatta yan dal köpeğim olsun lan çap yaparım .mına da korum! kusura bakma senin lügatından konuşuyorum, sen genelde öss'ye çalışırken delirmiş herşeye küfreder hale gelmiş bir genç oldun, isyankar oldun içinde patladı, anlıyorum. sevgili genç, 80 kişilik sınıfta mı birinci olma ihtimalin daha yüksek 20 kişilik sınıfta mı? lütfen, olasılık sorusu çözerek bu sınava hazırlandın en kolay soruyu yanlış yapma. madem öyle hayallerin var, demek ki az kişi rakip sayısını direk düşürüyor. ha başlangıçta saydığım yandır çaptır derecedir, muhtemelen hayallerinde kalacak, hepimiz öyle dedik de girdik genç insan. ama olur da çok hırslı çıkarsan diye bir ihtimal verdim.
-ikincisi yüksek lisans yapmak isteyeceksin. sevgili genç, nelere nelere ihtiyacın var yüksek lisansa başvurabilmek için biliyor musun sen? bak girebilmek demiyorum, sadece başvurmaktan bahsediyorum. işte listen: genelde 2,50/4,00 ortalama (kolay sanma üniversitede 2,50 yapmak lisede 100 üstünden 70 almaya benzemez, arzu ettiğin üniversiteliyi çevirip sorabilirsin), ALES'ten 65-70 artık bölümüne bağlı olarak birşeyler almak (ALES de bir çeşit öss, zamanın yetmezse şaşırma ilk girişte genelde 160 sorunun 40'ı 60'ı filan yetişmiyor, sen son sene bir güzde bir baharda gir en az ya da kursa filan git kendine çok güvenmiyorsan), IELTS, TOEFL, ÜDS, KPDS veya okulun kendi yaptığı ingilizce yeterlilik sınavından senin anlayabileceğin dilde 100 üstünden 65 gibi bir şeyler almak (bu noktada ÜDS ve KPDS kolay kieee diyenleri duyabilirsin ama iyi üniversiteler dediğimiz ODTÜ, boğaziçi filan ÜDS'yi sınavdan saymayıp kabul etmiyorlar. TOEFL hemen hemen her üniversitenin kabul ettiği bir sınav olmakla beraber ekşi sözlüğün yolunu tut derim sınava girenlerin deneyimlerini öğrenmek için.), 2 adet referans mektubu (80 kişilik sınıfta seni fark edebilen kaç öğretmenin olacak ya da sen kendini nasıl fark ettireceksin bilemiyorum. tez alırım, tanırlar dersen herkesin tez alamayacağını da söylmek zorundayım. ortalaman düşük gelirse tez vermezler diye bir şey yok, hocanın canının o gün tez vermek istemesi lazım öncelikle. sonra senin seçeceğin konunun da hocanın ilgi alanı dahilinde olması şart. yoksa ne yapsınlar senin tezini. yüz alırım fark ederler dersen tüm derslerden yüz alırsan belki derim. bölüm birincisini bile tanımazlar genelde senin referans mektubu istemen gereken dönemde, çünkü daha mezun olmamış olursunuz. kalabalık okulda okumanın dezavantajı), mülakattan başarılı olmak (bu kısım ayrı bir olay zaten, akademide bile akrabağlık ilişkilerinin önemini görebilirsin.). ve diyelim öğretim görevlisi oldun hatta büyüdün prof oldun, alacağın maaşla aşk-ı memnu'daki villaları öderim sanıyorsan ancak gülerler.
-yurt dışı istemen de olası genç. ben bugüne kadar ERASMUS'ta sonuncuyuz diyen üniversite duymadım. hepsi birinci mubarek. inanma evladım. hep kandırıyorlar. burdaki anahtarın ingilizce eğitim veren bir okulda okuyor olmak olsun. ve ikinci yabancı dili de sana adeta istemesen de versinler. neden mi? şansın artar. ERASMUS anlaşması yapmak istediğin bir okul varsa işin kolaylaşır, ister kabul et ister reddet türkçe güzel bir dilse de ingilizcenin geçerliliği var. ikinci dilinle de o dili konuşan ülkelere gidebilme olanağın olur.
böyle şeyler.

14.7.10

olağan

I feel terrible. I mean, where are you excatly?
Nerdesin?
Bu benim kaldırabileceğimin de üstünde olmaya başladı artık. O kadar yoruluyorum ki anlatamam.
Herkesin kendi hayatı vardır.
Göz kapaklarıma tuğla bağlanmış gibi. Ne kadar uyursam uyuyayım az geliyor.
Aslında ben sabahları erken kalkıp koşuya çıkmak ya da yüzmeye gitmek, gelince duş alıp saat 9'da çoktan güne başlamış ve zinde bir insan evladı olmak isterdim. Evet sayın Keser, ben ayrıca iki katlı müstakil evimin çimli bahçesindeki beyaz çitleri boyarken köpeğim de ortalarda koşuşsun isterdim. Ve kabul etmek istemesem de Monarch damak tadıma uyan bir kahve olduğundan muhtemelen onu içmeye devam edeceğim. Lütfen sayın somebody else's lover, ısrar etmeyin, söyleyemem size cover. Osuruktan kafiye, selam söyle safiye.
dets nat may sıtayla.
size yapabilmeyi çok istediğim bir şey söyleyeyim: vazgeçtim.
nedense şu 4 şey sırasıyla hata veriyor: laptobun bizzat kendisi, modem, explorer, msn. ve sürekli bir diğerini düzeltirken yapmam gereken hiçbir şeyi yapamıyorum.
amerikan rüyasına kapılmış, kapitalizmin bana soktuğu mükemmel aileyi arzuladığımı gördükçe kahrımdan ölüyorum. yine de kendimi frenleyemediğim aşikar.
eskiden de özgür olduğunu sanan modern ve hüzünlerle dolu aynı zamanda mütemadiyen kafası karışık ve kendini gitmek'lere proglamlamış başarılı fakat yalnız kent kadını olmak tutkusundaydım. neyse ki ağır aksak arınır oldum bu saçmalıktan da. (size buket uzuner'i bıraktığımı söylememiş miydim?)
buket uzuner'e ilişkin bir yeni görüşüm daha var, o da şudur: 0-12 yaş grubu için ipek ongun neyse, 18-24 yaş için de buket uzuner odur. aynı kofluk hissini elif şafak'ta da duyacağım sancısı tuttu beni, ondandır ki okumuyorum epeydir kendisini.
velhasıl, çeşit çeşit kadından hangi çeşidi olacağıma karar veremedim. yeni bir ergen bunalımı mı nedir? bazen kendimi buruşturup çöpe atasım geliyor.-başkası beni atmadan.
ağzımın kenarındaki yara: geç artık!

13.7.10

sth

geçenlerde "bayağdır yazmıyorum bloga." dediğimde aldığım cevap: "demek ki bir problemin yok, sevindim." olmuştu. gizliden gizliye takip ettiğim bir blog var, pek yazmazdı, son üç beş gündür döktürmüş. birisi yine eski sevgili olmuş, ben bunu gördüm.
neyse ki ruh eşi imiş de edecek lafım kalmadı.
bazı uçuşmalarım varsa bunu aldığım adam bellidir. tartışması bile yoktur.
ve dinlediklerimin kimi de bir adamdan akıp gelmiştir.
daha okuduklarıma karışanı çıkmadı. erkekler okumayı sevmiyor pek. gerçi, okumayı seveni de vardı. ama o da etki edemediyse, bu konuda netmişim demek ki.
fakat buket uzuner'den vazgeçtim, bence büyük ilerleme.
yine de hayatımda en şaşırdığım ve galiba mutlu olduğum bile diyebileceğim hadise, tiyatro oyunu izlemeye tahammül edemediği için benimle oyuna gelmeyen adamın çıkışta beni konak'tan binanın içinden alıp evime götürmesiydi. gerçek bir sürprizdi.
buraya yazdığım her bir cümle son bir saat içinde aklımda geçenlerin tek cümlelik özetleri toplamıydı. nasıl bağdaştıklarını ise ben bile unuttum.

5.7.10

tha fall

dünya edebiyatı tarihi dersi için yazdığım ödevleri buluyorum. hiçbir şey anlamıyorum. hele hele jack london hikayelerine marksist eleştiri getirdiğim yazıdan zerre bir şey anlamadım. vizesine katılmadığım halde cc aldığımı düşünürsek de oldukça iyi bir ödev vermiş olmalıyım. puanını anımsamıyorum.
cansu'nun tavsiyesi üzerine leonard cohen dinledim. önce yine leonard cohan'ı kesinlikle hiç tanımadığımı düşündüm. sonra şu çaldı:
dance me to the end of love
dedim ki: leonard cohen'i kim bilmez.
sanırım artık dinlediğim şeylerin adlarını öğrensem hiç fena olmayacak. işin kötüsü, öğrensem de unutuyorum sık sık, şu neydi bu kimdi diyorum. bunlar nahoş şeyler.
birileri bana müzik arşivini versin. 500 MB sınırım var şu allah'ın dağında ve onu da müzik zaafım yüzünden iki gün içinde bitiriyorum. kim o şanslı?
ve ilaveten, MSN niye sürekli hata veriyor?
ane brun'dan fall adlı şarkıyı bana kim gönderdi? umutcan mı? onur mu? şu alınan dosyaların kimden ne vakit alındığı da üstünde yazsa da zahmete sokmasa insanı. zor olmasa gerek? bence inci sözlük bile yapar bu işi. hadi be bi el atın?
rüyamda dişlerimi görmekten yoruldum. sürekli ağrıyorlar. çok sıkıyorum galiba. bildiğim kadarıyla stres altında da değilim. bilinçaltım artık kendini nasıl gizleyeceğini şaşırdı galiba. ama uyarıyorum buldum seni: dişlerimi rahat bırak!
bugün uyanır uyanmaz beynimin içinde aysun doğan'la kapıştım. neler neler söyledim neler neler. benim yetersiz ve yeteneksiz belki de unutkan ve umursamaz olduğumu düşünmesinin temelsiz temellerinden tut da işe yaradığını sandığı toplatıların aslında hiçbir manası olmadığını neyse ki hepsine katılamadığım için kendimi şanslı bile hissetmem gerektiğini çünkü herkesi gaza getirip verilerinin bitişini sağlayanın kesinlikle kendisi olmadığını, kaç veri kaldığını sayıp her yere motivasyon post-it'leri yapıştıranın ben olduğumu ve tanrı aşkına herkesten az süre odada kalıp herkes kadar veri girenin de herkesten fazla okul gezilerinde bulunanın da mı hiç dikkate alınmadığını sordum. ve eminim bana referans mektubu vermeyecektir. verse de söylediği üzere hoş şeyler yazmayacaktır ve bu da açıkça belirttiği gibi benim hiç mi hiç işime gelmeyecektir. hello! yağmurda 525'e binip onca yolu yürüyen kimdi? taksi tuttuğumu sanmışlar o kadar çabuk gelince. sana özet geçeyim: herhangi bir iş yapmana gerek yok, nasılsa birileri yapar, kıçını olabildiğince yayıp işten mümkün mertebe saçma sapan bahanelerle-örneğin doğu'ya geziye çıkıyoruz doğum günüm hatırına bir hafta yokum gibi-kaçıp hocanın da ayaklarını yalarsan senden alası olmayacaktır. hatta birden fazla hocaya asistanlık yapabiliyorsan senin hayrına. cv'in iş yapar sen yapmzsın. iki işi birbirine bhane eder bi şekilde kaçarsın. üstelik de para alırsın. dünya böyle dönüyor_en azından benim çevremdeki_
geçenlerde resmi yazıların yırtılıp çöpe atıldığını, yerlerine fotokopiler konulduğunu ve işlerin gayet yürüdüğünü gördüm. bütün olay işi yapanla iyi geçinmek. hepsi bu. ya da akrabağ. yakın arkadaş belki-ki hiç emin değilim bu konuda da, çünkü "iş başka arkadaşlık başka."
geçelerde kendi hayatımı savundum. yenilgilerimi ve hayal kırıklıklarımı. ne var biliyor musun, gerçekten iyi idare ettiğimi fark ettim.
neyse. müzik demiştik. müzik. tek zaafım. kave çikolata çilek sevgili arkadaş aile bile müziğe olan zaafıma yaklaşamayabilirler diye korkuyorum. çünkü ben ıssız adaya düşsem açlığa dayanabilirim, aslanlar beni yese üzülmem filan ama sınırsız sayıda şarkı ve şarjı bitmeyen bir mp3 çalar olmazsa üç beş güne delirebilirim. "müzik ruhun gıdasıdır" diyen yerden arşa kadar haklıdır. bütün psikolojik rahatsızlıkların seyrinin müzikle biraz olsun yerinden oynatılabileceğine inancım tam. ruhunuzun tersi istikametinde bir şeyler dinleyin halinizden memnun değilseniz. bir süre can sıkar ama sonra adeta iyileştiğinizi görürsünüz.
bu blogda yazan şeyler, benimle alay eden insanlar için bulunmaz bir nimettir. ama okumayacak kadar umursamadıkları için asla sorun teşkil etmeyecekler. kaldı ki o insanların sizinle eğlenebilmeleri için herhangi bir şeyinizi bilmelerine hiç ihtiyaçları yok. çıkardığınız kitap özetinden tutun da saçınızı düzeltişinize kadar dalga geçmeyecekleri en ufak şeyiniz yok. tesadüfen rastlayanlar, burda yazanların ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek asla bilemeyecekler benimle tanışmadıkça. en ufak bir sıkıntı görmüyorum burda da. have fun! ve beni tanıyan insanlar, bütün bunların çoğunu zaten biliyorlar. hatta kimisi satır aralarını bile okumayı başarabilir ve hayal gücüne bırakılmışsatırları da anında çekip çıkarabilir. bir gün belki en büyük düşmanım olurlar, mümkün ama boşversene. umurumda mı?
belki ilerde kitap yazarım. menekşe toprak'ın kitapları gibi yky basar. haha! insanın tek eğlencesi hayal kurmak değil de nedir?
çenem düştü.
don't ever let me go
i'll fall to the ground.

3.7.10

Emily Dickinson'ı Anlamak

Nasıl olsa okumuyor, diyip istediğini yazmalı mı? Bazen bilemiyorum. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermek bir hayli güç geliyor. Safça ve aptalca davrandığıma inandığım da sık olmaya başladı. İnsanları seyretmek ve daha çok daha çok okumak beni akıllı yapar mı?_En azından susarak akıllı gibi gözükebilir belki insan.


Bir şeyler mi izlesem yoksa kitabı mı bitirsem?

Kendime fotoğrafları ne yaptığımı şuursuzca unuttuğum için kızgınım. Eskiden hepsini bastırırdık ve güzeldi. Şimdi neyin nerde olduğuna karar vermek güç. Facebook gerçek bir albüm arşivi haline geldi. Sanırım her şeyi oraya yedekler oldum.

Tırnaklarım uzamıyor. Çok inceler. Hemen kırılıveriyorlar. Tırnak sertleştiriciler nafile. Bu tırnaklardan bi’ halt olmayacak, belli. Bari düğünümde uzun olsalar…

Bu arada ben evlenmeyecektim. Unutmuşum bir an. Tuhaf, bu aralar ne çok unutur oldum evlenmeyeceğimi. Çankaya’daki gelinlikçilerin vitrinlerine bakarken mi yakalamışım kendimi?_“Hımmm, ok.”

Kamelot’u da ben indirdim diye gecenin bu saatinde severek dinleyecek değilim. Eric Calapton yalnız, ılık ve yıldızlı yaz gecelerinin kralıdır.

Tırnak mevzuundan önce bir şeyler zırvalayacaktım da bak unuttum gördün mü? Velhasıl bu aralar ben bile beni anlamıyorum.

Ve sevgilim. Rocky izlemedim. Açıkçası, umurumda bile değil.

Bir de anlamadım, neden beni manyakça şeyler yapmamam konusunda uyardığını. Zira yapsam emin ol haberin olurdu. Belki de yapmamı gerektirir bir şeyler vardır bilmediğim. O konu da artık bana dâhil değil.

Özetle bayım, ağlamak için bile çok yorgunum size dair._Var sen hesap et ihtimalleri.

SOAD çalarsa da ben ne yapayım? Bu tip şarkıların anılarını bırakanlarına iade ediyorum. Uğraşamayacağım. Dedim ya, yoruyor.

Ve ben, bugün, Emily Dickinson’ın niçin alt çizgi kullandığını çok iyi anladım.

2.7.10

kategorisiz

tırnağımı öyle bir yemişim ki parmak ucum acıdan beni öldürüyor.
aslında bazı küçük hayallerimiz vardı. yok muydu? vardı. fakat şimdi nerede olduklarını bir türlü çekip çıkaramıyorum. ne tuhaf diy mi? tuhaf evet, tuhaf.
i was a friend
i was a lover
i wish i coud be more than that.

was it the wish? was it the story? i don't think so.

bazı günler aynaya bile bakmak istemeyebeilirsin ve bu konuda sana hak vermezsem hata etmiş olurum.
bazı günler bukowski şiirleri enteresan, eğlenceli hatta güzel gelebilir.
kimse sana bukowski okuma demedi tatlım. bazılarının önyargıları vardır.
bay böll'e de selamlarımı ilet. o olmasa şu anda burada mıydık?

i love myself when i'm double dutch.

ben bir gün bir gün bir çocuktum ve eve de gelince kimseler yoktu.
bu tekerleme çocuklara "şeker yemeyin"i aşılamak için değil, büyüklere "çocuklarınıza göz kulak olun" demek için yazılmıştır. ve sen bunu bu güne dek muhtemelen hiç düşünmedin.

there's only one guilty _innocent but powerless.

bir akrostiş yazacak olsaydım, baş harflerini birleştirince ortaya çıkması gereken ismin içinde ğ olduğundan onu yazamazdım.
zaten posta'ya gönderecek kadar iyi şiirler yazamıyorum henüz.

"kutu kutu pense elmamı yerse" bugüne kadar yazılmış en saçma doldurma dizesi olabilir.-binlerce çocuk bu tekerlemeyi söylerken pensenin anlamını bilemedi. bazısı pensenin anlamını bilemeden ölmüş bile olabilir. (açıkçası sanırım ben de tam tanımını yapamayabilirim.)

god damn it!