27.1.10

hımm evet!

hımm evet, bu manasız dizeler bir manaya gelmezler.
hımm evet, alamadığım cevaplar bende uydurmaya yol açarlar.
hımm evet, "yeni"!
hımm evet, entellektüelleşmek lazım!
hımm evet, doğum günümde burda değilim, mersin'deyim.
hımm evet, çok yağmur var.
hımm evet, tesadüf, fal, işaret var mıdır yok mudur bilemiyorum.
hımm evet, bir makas iyi giderdi.
hahahhahaha!

22.1.10

artistik patinaj


Çocukluğumdan beri izlerken dalıp gittiğim iki spor dalı var: artistik patinaj ve su balesi. Uzun bir aradan sonra bugün yine trt3'te Avrupa Artistik Patinaj Şampiyonası'na rastladım. "Tuğba vardı bizden ama?" derken Tuğba çıkan sporcuya yorum yapmaya başladı. Anladım ki serisini kaçırmışım. Sonra sitesinden giysisine filan baktım, gelincik çiçeği gibi olmuş. Öylesine narin. 10. oldu! Sonra bir ada daha rastladım, Birce Atabey. Gözlerim doldu.
Küçükken çok özenirdim buzda kayanlara. Genelde Balkan ülkelerine rastlıyordum. Neden bizim de katılmadığımızı merak eder dururdum. Sonradan o kadar da bu sporla ilgilenilmediğini, Ankara'da bir pist olduğunu, İzmir'de de Buca'da bir pistin var olduğunu öğrendim. Geçen yıllarda dikkat çekmek adına yapılan Buzda Dans programı vardı. İzlemedim, ama bu spora ilgi çekmesi açısından takdir ettim. Çok daha iyisini yapanlar varken onları izlemek istemedim sanırım.
Ben sadece "neden bizde yok?" kısmında değilim artık. Hem ilkokulda verilen ve içeriği fazlasıyla soyut kaçtığından tam idrak edemediğim milliyetçi duygulardan az buçuk arınmamla, hem de bütün insanların bütün dallarda kendilerini gösterebilme hakkı olduğuna inandığımla ilgili bir süreç bu. Neden 2010 Kış Olimpiyatları'nda İran da yok? Neden Irak da yok? Olmayan herhangi bir ülke niye yok? Madem dünya?
Yarın uzun program var. Merakla bekliyorum.
Sonraki yıllarda da Tayvan'ı, Katar'ı, Suriye'yi ve diğerlerini görmeyi de bekliyorum. Umutla.

21.1.10

çok kıskanıyorum, elimde değil

bir gün, ama bir gün, adı lazım olmayan şu bayan kişiyi gördüğümde herhangi birini görmüş gibi olacağım ve herhangi bir fizyolojik/psikolojik tepki vermeyeceğim.

yazı odasında yolculuklar vs. şaşırtan varsayım

bir şeyler yazabilmem için ille de müzik olmalıymış. bilgisayarın hoparlörü çalışmaz olunca anladım. gittim içeriden telefonu getirdim, ordan açtım bir şeyler. tuhaftan da beter!
tuhaftan da beter olan bir başka durum da şu solda yazan kitap listesinin bir türlü ilerleyemeyip paul auster amcada takılıp kalması. sebebi kitabın kötü, çekilmez, okunamaz, sıkıcı, bayıcı, dilinin felaket bilmem ne falan filan olması da değil. zaten auster amca (nerden amcam olduysa bir anda) columbia üniversitesin'nde ingiliz, fransız ve italyan dili edebiyatlarını bitirmiş, 20. yy fransız şiir antolojisi yayınlamış, bol bol çeviri yapan ve bir o kadar da kitap yazan biri. yani başarız olmasını beklemiyor insan pek. derdini de olabildiğince net ve direkt anlatıyor. ama ben sayfa 35'te kalakaldım.
bkz. sayfa 28-29'da anlatılan banyo sahnesi:
yaşlı bir adamı yıkayan, orta yaşı biraz geçmiş bir kadın, bu sırada ereksiyon haline gelen "büyük patron" ve kadının sol el çalışmaları sonucu meydana gelen katarsis.
kitabı kapatıp "that's it! enough! paul auster de çok oldu!" dedim. (neden yarısını ingilizce yarısını türkçe dediğimi bilmiyorum ama bu aralar bu iş böyle ilerliyor.) yavaş yavaş gelişen bir sürecin patlama noktasına geldiğimi fark ettim. ne acı. artık seks, şefkat, sevgi, aşk, ihtiras, entrika, sevişme, aldatma, terk etme, boşalma, cinsellik, sevgili vb. temaları olan bir çok şeye tahammül edemiyorum. film veya dizilerdeki bu sahnelere uzun uzun ağlayıp geri kalan kısımı oldukça kaçırıyorum, kitapları kapatıp kenara kaldırıyorum, insanları öldürmek isteyip kafamı başka yöne çevirmekle yetiniyorum.
"eğer ortada değiştirilemeyen bir fiziksel gerçeklik varsa kişi tutumlarını değiştirir, eğer ortada sosyal bir gerçeklik varsa kişi muhatabı olduğu sosyal varlığı değiştirmeye çalışır ya da onu terk eder." bu teoriye eklenmesi gereken, kişi fiziksel gerçekliği yok sayabilir. ben bugün bunu gördüm. (bu arada tdk muhatap sözcüğünü sözlüğüne almamış, şaşkınım, google doğrulamasa uydurduğumu sanacaktım.)
yeni kitabım: şaşırtan varsayım-insan varlığının temel sorunlarına yanıt arayışı. kitaptan bir parça:
"soru: ruh nedir?
yanıt: ruh, akıl ve özgür iradesi olan bedensiz bir canlı varlıktır.-katolik ilmihali
*karım odile (burda araya giriyorum, fakat odile, nasıl yani?) küçükken bu ilmihali yaşlı bir irlandalı teyzeden duyduğunda onun akasanından varlık'ın ingilizcesi olan being'i fasülye anlamına gelen bean olarak anlarmış. ruhun bedeni olmayan canlı bir fasülye tanesi olması düşüncesi onu her ne kadar hayretler içinde bıraktıysa da bu derdini kimselere açmamış."
kitap ruhun ne olduğundan algısal yanılsamalara, bitkibilimden çeşitli alanlardaki deneylere kadar pek çok şeye ilginç bakış açıları getiriyor. keyifli de anlatıyor gördüğüm kadarı ile. yazar da francis crick, tübitak yayınlarından çıkma.
sanırım yukarıda saydığım kavramlara tahammül edebilene kadar felsefe, bilim, din, yazın üstüne şeyler okuyacağım. no more human being!
biterken çalana bakınız: my dying bride - roads  (cansu haklıdır, şafıl bir tanrıdır-tanrıça da olabilir.)

18.1.10

kağıt kesiği

bugün iki sınav bitirip -ya da sınavlar beni bitirip- eve döner iken aklıma geliverdi bu kağıt kesiği mevzusu. velhasıl:
kağıt kesiği, bir kağıdın hiç beklenmedik bir anda insana ihanet edişidir. bu, insanın kağıdı elde etmek için ihanet ettiği ağacın öc alışı da olabilir pek tabii. ancak biz o kısmı ile ilgilenmiyoruz.
benim kağıt kesiği listem şöyledir/şöyleydi:

karşıyaka-bostanlı-mavişehir:
iki vapur iskelesi - kağıt kesiği
iki vapur iskelesi arasındaki yol - kağıt kesiği
iki vapur iskelesi civarındaki otobüs durakları - kağıt kesiği
ksk tesisleri - kağıt kesiği
kipa - kağıt kesiği
egs - kağıt kesiği
carrefour - kağıt kesiği
domino's - kağıt kesiği

alsancak:
kordon - kağıt kesiği
desem - kağıt kesiği
fransız kültür - kağıt kesiği
ial - kağıt kesiği
denizatı - kağıt kesiği
kahve bahane - kağıt kesiği
nargile konağı - kağıt kesiği
kıbrıs şehitleri caddesi - kağıt kesiği
orkide alış veriş merkezi - kağıt kesiği (buranın sineması, tuvaleti ve oyun salonunun ayrı kesikleri vardır)
üsküdar çaycısı - kağıt kesiği
kalan türkü bar - kağıt kesiği
uğur dergisi dershanesi - kağıt kesiği
eski çankaya dershanesi - kağıt kesiği
fen bilimleri dershanesi - kağıt kesiği
elit dershanesi - kağıt kesiği
mc donald's - kağıt kesiği
burger king - kağıt kesiği
fuar alanı - kağıt kesiği
basmane tren garı - kağıt kesiği
hayalbaz - kağıt kesiği
coco loco - kağıt kesiği
arka sokak kafe - kağıt kesiği
bilimum 62-63 durakları - kağıt kesiği
tatoo - kağıt kesiği
çankaya metro - kağıt kesiği
hilton oteli havaş durağı - kağıt kesiği
viran - kağıt kesiği
ekmekiçi - kağıt kesiği

bornova:
evka3 ve evka3'e giden vesaitler - kağıt kesiği
küçükpark:
küçükpark'ın bizzat kendisi - kağıt kesiği
günizi - kağıt kesiği
adalya - kağıt kesiği
beri - kağıt kesiği
moonlight - kağıt kesiği
hanedan - kağıt kesiği
üniversite 2 - kağıt kesiği
büyükpark civarındaki bir ev - kağıt kesiği
türkü kafe - kağıt kesiği
destina - kağıt kesiği
coco loco - kağıt kesiği
vitamin eczanesi - kağıt kesiği
ptt - kağıt kesiği
eski sevgi yolu - kağıt kesiği
büyükpark - kağıt kesiği
bornova'daki ana hat üzerindeki bilimumum otobüs ve metro durakları - kağıt kesiği
forum bornova - kağıt kesiği
kampüsten forum bornova'ya varan kestirme yol - kağıt kesiği
ege üniversitesi kampüsü:
kampüsün bizzat kendisi - kağıt kesiği
d. 305 - kağıt kesiği
ingiliz dili edb. koridoru - kağıt kesiği
şenlik alanı - kağıt kesiği
e-cafe - kağıt kesiği
mühendislik kafe - kağıt kesiği
fen lisesi - kağıt kesiği
çarşı - kağıt kesiği
kipa - kağıt kesiği
kütüphane - kağıt kesiği
topluluklar binası - kağıt kesiği
mötbe - kağıt kesiği
fen fakültesi'nin her bucağı - kağıt kesiği
kampüs içinden başlayıp küçükpark'tan yollanan ve evime uzanan sokaklar silsilesi - kağıt kesiği
domino's - kağıt kesiği
karşı apartman - kağıt kesiği
kendi apartmanımın giriş kapısı - kağıt kesiği
kendi apartmanımın tüm koridorları - kağıt kesiği
kendi apartmanımın asansörü - kağıt kesiği
kendi evimin salonu - kağıt kesiği
kendi evimin küçük odası - kağıt kesiği
kendi evimin mutfağı - kağıt kesiği
kendi evimin bana ait olan odası - kağıt kesiği
kendi evimin bana ait olan odasındaki hemen her türlü eşya - kağıt kesiği
herhangi bir yerde bana ait olan hemen her türlü eşya - kağıt kesiği

çandarlı:
odam - kağıt kesiği
odamdaki eşyalar - kağıt kesiği
salon - kağıt kesiği
salondaki kanepe - kağıt kesiği
ön bahçe - kağıt kesiği
denizköy - kağıt kesiği
merkez - kağıt kesiği
çantek1 salıncakları - kağıt kesiği

oldukça uzun olan bu kağıt kesikleri gözlere, ruha, bacaklara, dudaklara, göğüslere, alınan nefese, verilen nefese, ellere, parmak uçlarına, ses tonuna, bakışlara, saçlara, kokulara, ojelere, giysilere, müziğe, kadınlığa, insanlığa, fikirlere... ince ince işler. sonunda birleşip jilet kesiklerine yol açabilirler.

en güzeli bütün kağıtları yakıp kül etmek ve bir daha da kağıt üretmemektir. etkili ve kesin çözüm!
ağaçları kesmeyelim. doğayı koruyalım. yazıları da duvarlara, bloglara, avuç içlerine filan yazalım.
kitaplar ki beyinleri doğrayanlardır.

biterken çalan: sakin - sentetik sezar

17.1.10

just a song

bugün grooveshark bana şunu verdi, bayıldım:
Welcome Home Luc Robitaille - Mando Diao

16.1.10

ortaya karışık bir gün

grooveshark'a herhangi bir kelime yazıyorum, sonra o bana şarkılar veriyor. bugün "yan" yazdım, sanırım çince belki de japonca bir şeyler çıktı. jazz mıdır türü nedir, pek de anlamadım. eskiden anime izlerdim, o günleri anımsattı. sene 2007 mi ne ben anime izler iken. en son da kampuste anime günleri düzenlenmişti, orda yarım yamalak da bir film seyretmiştim. arkadaşlar arasında varılan nokta: "abi bu japonlarda aşağlık kompleksi var. hepsi küçücük gözlü, kısacık boylu, siyah saçlı adamlar, animeleri koca gözlü, uzun bacaklı, sarışın kızlar dolu!" bir daha anime izlemedim. ama ay savaşçısı'nın yeri bambaşkadır.
d&r'a iş başvurusunda bulundum. "iş tecrübeniz var mı?" dediler. "yok..." dedim. "neyse, alın şunu doldurun yine de." dediler. pan kitabevi'ne iş başvurusunda bulundum. "patron yok şimdi ama daha sonra uğradığınızda belki olur. bu arada iş tecrübeniz var mıydı?" dediler. "yok..." dedim. "hımmmm, o zaman biraz zor sanki ama..." o sırada adamın telefonu çaldı. "neyse, sağolun." dedim. başka yere başvurmadım. iş tecrübesi mühim mesele. sen iki üniversite okuyor ol, bilmem kaç tane bilgisayar programını iyi düzeyde kullanabil, yabancı dilin olsun, gönüllülük faaliyetlerinde bulun... hiçbir ehemmiyeti yok. çünkü hiç çalışmadın. dahası, hiç çalışmadığın için işe de almıyorlar ve hiç çalış(a)mamış olmaya devam ediyorsun. bu önüne geçilemez handikaplarla dolu bir paradigma.
sonrası en mutlu olduğum an karşıyaka-alsancak vapuru. çay, kitap, gün batımı, deniz! yine de tuhaftır, bir şeyler eksikti. sanırım vapurda çekilen son ülker reklamının bünyede yarattığı etki idi bu. ne hala çocuk olan bir amca, ne aşkı ilk kez-ya da birkaçıncı kez-keşfedebileceğim bir sevgili, ne gofretimi paylaşabileceğim yaştım bir şahıs -ya da daha mühimi paylaşacak gofret- ne de bu gibi kimi şeyler yoktu. ne? biri sigara yasağı mı dedi?
bir de ben starbucks'a girince kendimi fena hissediyorum. bu 3.gidişimdi ve "nasıl kahve alınır?"ı ancak kavrayabildim. white chocolate mocha da diyemiyorum, dilim dolaşıyor. önümdeki kız bütün tatlı ve kahve çeşitlerini çatır çatır sayıp aldı. benim ağzımdan çıkan: "küçük boy vayt çık, ııımh, çakl. of ya! çaklıt mooo-ka!" evet ingilizce okumayı öğrendim orda. beyaz çikolatalı moka diyebilirdim belki. neyse ki adam anlayışlı çıktı, ne istediğimi anladı, verdi. ben de alıp dışarı çıkabildim. kaçabildim belki daha doğru olur. dışarıdaki en son masaya oturduğum ve sırtımı starbucks'a döndüğüm düşünülürse... o sırada alsancak kahve diyarı'nın da nereye taşındığını öğrenmiş oldum. iki hafta önce bütün kordon'u üç kere talan edip bulamamıştım. starbucks'ın karşısına taşınmış. aralarındaki farkı da söylmek gerekirse: neredeyse aynı parayı verip kahve diyarında kahveyi ayağınıza istiyorsunuz. ama starbucks yine de daha karizmatik gibi gözüküyor. çünkü amerikan. bir de bardağın üstüne adınızı yazıyorlar. pazarlama tekniği: insanlar adlarını duymaktan hoşlanırlar. böylece aile ortamı da oluşturup bağlanmanızı sağlıyorlar. ayrıca siz kahveyi sade seviyorsanız "ah sade kahve kahvenin özüdür zaten." diyorlar, bol şekerli seviyorsanız "evet, kesinlikle en güzeli bol şekerli, diğer türlü çok acı oluyor." diyorlar. eninde sonunda bir bahaneyse sizin zevkinizi övüyorlar. verdiğiniz paraya değmiş oluyor, kazıklanmış filan olmuyorsunuz 333ml kahveye 4 tl verip. "çünkü siz buna değersiniz."
ve aklıma starfucks yazılı t-shirte izmir ekonomi'li bir kızın verdiği tepki geliyor: "aaaa, salaklar yanlış yazmışlaaar! starbucks oooo, be'le yazılıyo!"

13.1.10

daddy's back (çok fazla amerikan dizisi izlemek)

Ben yazmayacaktım. Artık okuyacaktım, susacaktım. Kafa şişirmiş filandım. Kanı'm öyle demişti en azından.İnsanlar şikayet değil takdir etse de. Sanırım ortada şişen tek kafa benimkiydi. Bilmiyorum. Pagan Poetry son yazımdı-diğeri bir nevi duyuru idi. Aradan 21 gün geçmiş! Belki de tek kabiliyeti kelimeleri yan yana doğru düzgün dizebildiğini sanan biri için oldukça uzun bir süre bu. Yazanlar bilir.
Herkese bambaşka sebepler söyledim. Asıl sebebi ben de hala net göremiyorum. "Yorum yapmıyoruz, ondan soğudun sen." dedi Onur. "Yok." dedim. "Alakası yok." Belki de vardı. Emin değilim. "Çok depresifti zaten." dedim. "Ben depresifim diye insanları da depresyona sokmanın bir manası yok ya."
İki gün önce sözlüktekiler dedi: "Bolg'u da bırakmışsın, buralarda da yoksun." "Sevmiyorum interneti eskisi kadar, zaten kablosuz internet de bozuldu." dedim.
Eski sevgilim yazdığım her şeyi okuduğunu söyleyerek geldi. "İyi yazıyorsun." dedi. "Biliyorum." dedim. Ukala ve sarhoştum.
Bugün baktım, Ferit takip etmeye karar vermiş. Okuduğundan haberim yoktu.
Ve Cansu, yani Lucy, dediklerinizden kaleidoscope yapsam yazısında hemen hemen tüm yorumları tek tek yazmış. Benimkileri de yazmış. Hatta yer yer italik, yer yer bold yazmış. Bazen de harflerin puntosunu büyütmüş. Ben ve Lucy'ye yorum yapan herkes böylece kollektif bir blog yazısı yazmış kadar olmuşuz. (Eline sağlık Lucy)
Dolaylı olarak da olsa, zaten yazılmış olan şeyler de olsa onlar, bir nevi yeniden yazmış oldum gibi geldi. Daha çok zamanım vardı gibi. Ama döndüm.
How I Met Your Mother dizisindeki Barney gibi "It's gonna be legan-wait for it!" diyip sonraki sezona "DERY!" diye haykırarak girmediğim aşikar.
Ama Cemal Süreya gibi "fena değildir... üstü kalsın..." diyebilirim sanırım.
Ballı yeşil çay sevmediğime karar verdim geçen zamanda. Kuzenim Yazgı bayılıyordu buna. Ama şu ayrıntıyı es geçmişim sanırım: o ballı yeşil çay içerken ben de sade türk kahvesi içiyordum. Belli ki damak tadımız aynı değil. Yaseminlisi favorim.
Birinin kocaman bacakları varsa, yanında otururken kendimi ilkokul çocuğu gibi hissettiğimi fark ettim.
Vizelerim açıklandı, her zamanki gibi ortalama civarında gezmişim. Şaşırmadım.
Biri, kim bilmiyorum, bana "hala saf duygular içindesin" diye mesaj attı.
Başka biri, bunun kim olduğunu biliyorum, ton balıklı makarna tarifi sordu. Buna şaşırdım. Sorulacak şey değilmiş gibi geldi.
Proje hocam ya bana kızgın, ya ben öyle sanmaktayım. Galiba kendisinden tavsiye mektubu istemeyeceğim. Hoş şeyler yazmayacak diye düşünüyorum.
ALES'i abarttıklarını düşünüyorum. Gördüğüm en kolay sınavlardan biri. ÖSS daha zordu. (Kafamdaki fonda "büyük lokma ye amaaaa, büyük söz konuşma" diye inletti Sibel Can şu satırı yazmamla beraber. Sonra da Şebnem Ferah ona cevap niteliğinde "her şey insanlar için!" dedi.)
Ve evet, final öncesi tatili. Baygınlıklar içindeyim, çalışmamak için her şeyi yapıyorum, söylemeye gerek var mı?
Biraz da gündem:
N'olacak bu eczacıların hali?
Peki ya İsrail Türkiye'den özür dileyecek mi?
Biterken çalan:
Apocalyptica - I don't care

4.1.10

hımm...

artık yazmak istemiyorum.
yazıklarımı da beğenmiyorum.
okurken de içim sıkılıyor.
ilerde dönerim bir ara muhakkak ya.
verdiğim geçici rahatsızlıktan ötürü de özür dilerim.

evlenip çoluk çocuk sahibi olup evimde oturmak istiyorum.

ha, 2010, hoşgeldi. ya da boş geldi.
yeni yılınızı da kutlarım.
pıh...