31.10.13

Seyir komuta zinciri

Şimdi bırakalım bir kenara canım. Birinin şiirde, öbürünün elektronikte, bir diğerininse kim bilir ne konuda harikalar yarattığını bir kenara bırakalım. Hatta yazılan destanları ve yazılmayan zorlama mıknatıs çekişlerini de unutalım. Mesele Ali Abi'nin oraya gidip menüde yazmayan biralardan içmektir bazen.
Sen bir kadın olarak, ya da işte her ne olarak varlığını sürdürüp süründüreceksen, filan.
Jülide Özçelik. Bir adamı Jülide Özçelik konserine götürmek için çaba harcamadığım geceler de var. Gerek yok çünkü. Şahsi varlığımla Fransızca dersini ekerek bunu yapabiliyorum. Nedir? İkincil rahatsızlıklardan duyduğum tedirginliği atmış ve bir o kadar da yapayalnızlaşmışken beynin idrakına varacak metaforlardan yahut meteorlardan geçmeli.
Bir opera binası nasıl yapılır hiç şahit oldun mu? Ne zor bir şey opera binası yapmak! Ben her gün yapıyorum. Maun mu kullansam, granitle mi kaplasam, cam tavan da klişe olur diye düşünmekle gün bitiyor.
Gün bitiyor.
Çok oldu günler biteli..
Hayatta pişmiş sakız ağacı gibi kokan husumetli jübileler vardır. Mesela otel çatısından atlayan çellocular gibi. Ben öyle birini tanımadım. Ama öyle birileri de pek tanınmazlar.
Kaç kişiyiz?
Durduramıyoruz günlerin bitişini. Öyle kararlılar ki. Hayatımda gün bitmesi kadar kararlı bir şey görmedim ben. Bitiyor yani. Senin n'aptığını hiç umursamadan bitiyor. Kendisine başka bir iş bulmuyor da bitiyor.
Dünyanın en abuk şeylerinden biri aslında hiçbir kimsenin değil de bundan taaa 10-12 yıl önce sevdiğin, ama ne sevdiğin bir adamın tüm mevcudiyetini çoktan çizmiş olmasıdır. Yıllar boyu başkalarından bahsedersin de bir defa adı geçmez. Bütün bunlar hep aynı merkezden çıkma. Başedemeyişinin yükünü sonuna kadar çekmek zorundasındır. Ve çekersin. Hala evinin önünden geçerken, belki de çoktan taşınmış olan bir adamın perdelerinde dolaşır gözlerin. Diyetin buysa, ve diyetin dahasıysa...
Kimse neden psikoloji okuduğunu bilmez, kimse neden o CD takasının yaşandığını da bilmez. Bir yere giderken yolumu kaybettim. Sonunda durdum. Her şeyi ve herkesi azad etmeden evvel tek bir mesele kaldı geriye, unutulmuş olan. Bütün hesaplar ödendiğinde fazladan çıkan bira gibi. İşte o Firuze bunu ödesin. Başka bir şeyi değil.
Ya da zaten daha ne kaldı ki?
Bir Lethe kolay yetişmiyor civanım. Bir Lethe kolay yetişmiyor. Aslında ne berrak bir kadın olduğunu anlıyorsun.
Zerafet ve kefaret. İkisi aynı insanda öyle eğreti ki. Fakat üzülüyorum desem de yalan. Yine de üzülmüyor da değilim.
Geriye biraz alışkanlık kalmış, diyecek laf bile bitmiş. Neylersin?
İşte öyle, gün bitiyor. Her gün biter mi deme, bitiyor.
Bak, bugün de bitti mesela.
İşte tam da bu yüzden, yazılmış yahut yazılamamış, ne varsa, bütün o destanları yani, bırakalım bir kenara canım.
Bırakalım bir kenara.

28.10.13

yazık la

Hımmm, hayalet olma sırası bana geldiyse demek ki. (Zeynep'ciğim senden çalma cümle kuruluşları artık kusura bakmayacaksın.)
"Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır. Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapıyı çalana kapı açılır." (Matta 7, Luk. 11:9-13)
Ruhumu azad ettiğiniz için teşekkür ediyorum.
Benim çektiğim sizinkinin yanında hiçmiş.
Teşekkür ediyorum.

*Bir kere de ben yanılayım yahu. Bir.-bu konuda!

27.10.13

such a perfect day

zaten hayatta birbirini aldatmamış çift kaç tanedir ki? aslında İncil'de açık bir şekilde aldatmanın bedeli toplumdan dışlanma olarak belirtilmiş ve ahlaksızlık olarak vurgulanmıştır. ama kaç kişi birbirini aldatmamıştır ki? ya da aldatmayacağı anlamına gelir yani? mesela senin o eski sevgilin ya da yakın arkadaşım dediğin kızla napıp napmadığından nasıl emin olacağız? nereden bileyim yalan söylemediğini. sürekli yalan söylüyorsun. nereden bileyim? belki de aradığın bahaneyi buldun işte. buldun. bulamaz mısın?
hava da soğumuş. marketten ne alacaktım? günlük ped. saat kaç ki? 10'da kapanacak yazıyor. saat de kullanmam. insanın telefonuna bu kadar görev yüklemesi, şarjı bitince elini ayağını kesiveriyor.
öfff, kahveden gelen küfür seslerine karışık çay kokusu. doğru, maç vardı, Galatasaray bilmem ne maçı. Galatasaray maçı varsa kesin o her zaman gittiğimiz yerde oturuyordur, maç izliyordur arkadaşlarıyla. gerçi evde de o paralı kanalı var mıydı ki?
zaten biz hep onun istediği yerlere giderdik. benim sevdiğim yerleri hiç benimseyemedi. niyeyse sevmezdi yani. bir yer biraz salaşlaşsın, biraz fransızlaşsın, biraz gözden uzaklaşsın, biraz içinde kitap-dergi barındırsın, tamam! hemen tiksinirdi. ondan eminim şimdi benim gittiğim yerlere hiç gelmez, keşfetmeye bile uğraşmaz.
içerisi de çok sıcakmış. ceket fazla geliyor. terledim. neredeydi bu pedler? allık fırçası, jiletler... öbür taraftaydı, doğru. peynir alsam mı? neyse, vardı herhalde evde.
dışarısı da soğuk işte. bir an evvel eve gitmeli. acaba annemler aramış mıdır? şarjım bitti ya, kesin ararlar.
ben aslında içinden gelen bir şefkatle saçlarımı okşayacak ve yine içinden gelen bir arzuyla tutup parmaklarımdan öpecek birini istemiştim. ama bunu hiç söylemedim. çünkü söyleyince söylediğim aklına geldi diye yapacaktı artık ve bir anlamı yoktu, hiç yoktu. şimdi bakınca, elle tutulur ne bir şefkat, ne bir zamansız arzu parıltısı görmüştüm. kesinlikle 1930'ların 'seviyorum ama belli edemem'ci katı adamlarındandı. bu katılık bedenine de yansımıştı. tüm hareketleri katıydı. dans etmek imkansızdı mesela.
ah, haksızlık ediyorum. bir kez, tıklım tıklım dolu otobüste öpüşmek istemişti ama etrafta çok fazla çocuk ve yaşlı vardı, ben rahatsız olmuştum. bir kez de yılbaşında, başka başka kentlerdeyken, telefon açıp kendisini sevdiğimi bağırmamı istemişti. ne yazık ki onun kadar sarhoş değildim ve tamamen sessiz evde bağıramazdım ailem varken. her ikisinde de telkin edici ve ketleyici davranmıştım.
ama unutuyorum. eskisinden daha az anımsıyorum. saçları uzunken nasıldı diye düşündüm geçen gün, anımsayamadım. yüzünün, ellerinin, bacaklarının ayrıntıları yavaş yavaş siliniyor. fakat o yeşil hırka ebediyen aklımda kalacak. aklımın en acı nesnesi. düşündükçe gözlerim doluyor. bütün güzellikler sanki o yeşil hırka giyilemezler içine kaldırılınca yitivermişti.
beklemenin kendisini mi seviyorum? kendime sürekli sancıyla bekleyecek bir şeyler yaratıyorum. hocadan mail bekliyorum mesela. bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum...
eskiden bir ucube gibiydim ama şimdi daha bir ucube gibiyim galiba. gerçi saçlarımı kestirdim, uçlarındaki tuhaf renkler de gidince değişik bir simam oldu. güzel gibiyim. çirkin değilim en azından.
Lou Reed ölmüş...

24.10.13

akbank genelde boş bir banka olduğundan hoş bir banka olduğun.

bundan sonra uçak bileti alacağım yer yurt dışıdır.
evet! yurtdışı.
bu ülkenin bornovaları yerin dibine girse de kurtulsak.
bir sonraki adımımız,
ben bu incil zırvalarına çok feci kafayı takmış durumdayım. kitapta geçen bölümleri okumuştum bile! ve hatırlıyordum.
tartışma şurdan kopuyor, matta'da bir bölümde insanın kuşlardan daha değerli olduğu yazıyor.
öyle midir?
evet, ben yine de bazı kuşların bazı insanlardan değerli olduğunu savunabilirim ama orada demek istediğini anlayamayacak kadar da kalın kafalı değilim.
izmir'de devlet tiyatroları iş yavaşlatma eylemi filan mı yapıyor nedir? iki oyun var ikisine de gidesim gelmedi.
saat gecenin yarısı olmuş dostum ve hala şehrimize ceylan ertem gelmiyor.
ceylan ertem eğilmez.
teşbih-i beliğ.
kuzey avrupa candır. hiçbir şeyi değilse de müziği candır. bu noktada tarja trunen'dan da elbette bahsediyoruz ama sadece o ve onun tarzında müzik yapanlardan bahsetmiyoruz. örneğin nynke laverman'dan da bahsediyoruz, joose kestilato'dan da. örneğin bir ane brun kolay yetişmiyor. filan filan.
geniş müzik arşivi denildiğinde aklına kaç mb mp3 dosyasına sahip olduğu gelen arkadaşlarımız var. olabilir tabii öyle. muhakkak ben de bir neşet ertaş'ı bilmiyor değilim. lakin sevdiğimi söylemem de mümkün değil. herkes herkesi sevseydi dünya kardeş olurdu cicim, bildin mi? bilemedin değil mi...
hepinizi ama hepinizi uykulara çağırıyorum genç insanlar! hep sabahlara kadar oturup gecelere kadar uyumayınız. biraz da gecelere kadar oturup sabahlara kadar uyuyunuz. biraz da onu deneyiniz.
bir gün belki de günlerden hep cumadır.
pazar, mübarek gündür.
pazartesi sendromludur.
salı sallanır.
çarşamba çarşafa dolanır.
fakat perşembe, ah perşembe. pembe bir perişanlık der gibi. pembe periğ-şan-lık-lar...
üsküdarda 'perili köşk' diye bir köşk vardı ve içinde oturan kadının adı da perihan'dı. parası bol espiri anlayışı kıt bir ev sahibesiydi perihan. keşke dalga geçiyor olsam. ama o kadar gerçek ki... kuzguncuk yoluna yoluna gidenler görürler.
gözlerimde meniler.
gözlerimde meniler, çünkü canım sen suratıma boşaldıkça başka n'olacaktı? hiçbir zaman utanmadın. utanmaz insandın. ve eller kadir kıymet bilmedi annem. gözler bildi mi? onlar da bilmediler. "şimdi sen kalkıp gidiyorsun. git. gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. gitsinler." şair burada, siktirip git, demiş aslında. hayatımı sikmeden git, demiş yani. eline gözüne başlatma, demiş. çünkü cemal süreya bizden sorulur. zaten bu şiiri bir kişi daha ezberden okursa üstüne kusacağım.
hayatta en kötü ağrı diş ağrısı mı, regl ağrısı mı yoksa baş ağrısı mı? belki de kırık kemik ağrısı. yani o kadar emin olamiıyorum ki. hepsi aynı gün olsa o zaman karar verebilirim. ama öyle şey de olmaz olsun!

18.10.13

Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter.

bizler en kasıtlı tarafımızdan bu havaları seviyoruz. bu havalardan kasıt gri ve üşüten havalardır. mesela sex hiç yokmuş gibi. aslında kapıcının canı sıkılıyormuş. ondan gidip kocasının üstüne kaynar su dökmüş. mümkündür. tanımıyorum öyle bir kapıcı ama muhakkak öyle bir kapıcı vardır. zaten kapıcı uygunsuz bir kelime. uygunsuz da uygunsuz kullanılıyor. terbiyesizlik gibi bir anlamı yok ki. uygun değil işte. sinsi manalar yüklemeyin lan kelimelere.
crystal castles'ın bir tek şarkısını seviyorum, o da crimewave. o kadar. julie delpy dünyaya gelmiş en yetenekli fransızlardan olmalı. evet seni görmemek için kitabı almak istemiyorum. cevabı araya sıkıştıran türkçe öğretmeni gibi. dün gece herkesin ışıkları yanıyordu ama ben sokaktaydım. ama zaten her gece sokaktayım. ttnet allah belanı versin bu arada.
bir kaç parkta yürüdüm, iyi geldi. zaten benim için hepsi eski halinde. yeni hallerini görmüyorum bile. binecek salıncak bırakmadı şerefsizler. düşünüp kafa yoruyorlar ya, ne gerek var. sorgulayamazsın. git uyu. mesela elektrik kesintisi. çok güzel uyursun. yani geceyse.
çekirdek bağımlılığı birimi açılsın. psikiyatriye. zararı yok diye bağımlılık değil mi? bir de rujla hiç yenmiyor. müthiş sağlık ve kozmetik politikalarımla gümbür gümbür geliyorum a dostlar. mesela dudağını yiyene acı ruj. tırnağını yiyene acı oje oluyorsa bu da olur. denizli de denizi olduğu için denizlidir. yoksa neden denizli olsun. saçmalamayın.
geçen incil'den  bir iki cümle paylaştım, bir saatte 9 like aldı. çoğusu da dine inanmayan insanlardı. ve fakat enteresan. müthiş sosyal deneye dönüştüğünü düşünüyorum olayın. altına matta bilmem kaç yazsam acaba o kadar ilgi görür müyü? kendimi mini peygamber gibi hissettim. allah'ın kelamını kullara facebook yoluyla çaktırmadan iletiyorum.
işte böyle.

10.10.13

olur öyle

rüyamda gördüm. rüyamdaki iş yerim Hacettepe üniversitesi kampüsü, Ege üniversitesi kampüsü ve İzmir fuarı karışımı bir yerde tiyatro salonudur ve daha önceki rüyalarımda bir kısım kestirmelerini, alternatif çıkışlarını öğrenmişimdir. kafasında sorular vardı, belli. iş yerimin çıkış kapısında bekliyordu. salona giriyordu galiba oralar karışık. bir ara bir kaç bir şey sormaya çalışıyordu, şimdi mi aklına geldi, gibi cevaplar veriyordum. git diyordum. binanın içinde ordan oraya gidip daha önce çıktığım tuvalet camından çıkıyordum ve kapıda beklerken onu görüyordum. üstünde her zamanki deri ceketi, içinde benim vesilemle alınan bordo gömleği, gri kot pantolonu, kırmızı kenarlı gözlükleri ve siyah spor-şık ayakkabıları vardı, görüp yanından geçip gidiyordum. kapşonumu kafama çekip akşam gidebileceği yerlere gidiyordum sonra. arkadaşlarıyla. görüyordum. bu kez nedense Antalya sokaklarındaydık. gölge gibiydim. gölgeydim.
sonra uyanıyorum. aklında sorular olmalı. böyle düşünüyorum. sonra ilk sorduğu soruları düşünüyorum. "neden 5 ay sonra söyledin? neden 3 ay sonra bir daha yaptın? neden ablamın düğününe geldin? bir de ablamın düğününe geldin!" bu kadar.
bana göre en son sorulacak sorular ve verilecek tepkiydi. ne yaparsam yapayım ne ilgi çekebileceğimi, ne önemseneceğimi ne de sahiden dikkate değer bulunacağımı düşündürmüştü. en büyük problem ablasının düğününe gitmiş olmam gibiydi.
düğünden önce aradığımda gram dinlemeyerek sinirlenip telefonu suratıma kapattığını çabuk unutmuş olmalıydı. kendimi oraya ait hissetmediğimi ve gelmememin daha uygun olacağını söylediğimde onca işinin içinde saçma sapan şeylerle kendisini oyaladığımı bağırmıştı. o gece çok içmiştim. çoook içmiştim. gece boyu kusmuştum, sabah hala kusmuştum. öğlene kadar kendimi toparlayamamıştım. sonra kuaföre gitmiş, oradan eve gitmiş çorba içmiş, giyinmiş, makyaj yapmış, taksi çağırmış ve hiçbir şey olmamış gibi düğüne gitmiştim. o sıcakta adaçayı içmiştim. asla alkol içememiştim ama alkol bedavaydı. sigara içerken bile midem kalkıyordu. sık sık tuvalete gitmiştim. bir ara leyla nedense 50. yıl köşkü'ndeki film gösterimlerini sunan çocuğu sorma gereği duymuştu. bu muhabbetin üstüne uzun süre tuvalette kalmıştım.
sonra kimse kalkıp 'seni benden iyi kimse anlayamaz, anlamaya bile çalışmaz' denir. ben fotoğrafa bakınca gözlerinin altı morarmış -onca kapatıcıya rağmen- ve gözkapakları şişmiş birini görüyorum. çünkü en az 12 saat aralıksız ya kusan ya ağlayan insanların böyle olması normaldir. o en iyi anlayansa demek ki... yandık. o günkü halimi gören herkes, sen düğüne nasıl gittin ya, diye sordu. o, neden daha erken gelmedin, diye sordu. en çok ben oynadım ya da ablasının bir arkadaşı ama üçüncü isim yok. bir sürü fotoğrafta ve düğün videosunun pek çok karesinde olduğum için gıcıklığına yapmışım gibi gözüküyor. aklımın ucundan geçmedi.
görevim olanı yaptığımı düşünüyorum. görevimi son dakikaya kadar en iyi şekilde yaptığımı düşünüyorum. bir asistan, bir sekreter, bir hasta bakıcı, bir fahişe, bir imaj-maker, bir ik danışmanı, bir eğitim danışmanı, bir psikolog ve neticede bir sevgili olarak son dakikaya kadar en iyisini yaptığımı düşünüyorum. o kadar ki hala ileride lazım olur diye aldırttığım kıyafetleri görevlerini şu anda gerçekleştiriyorlar, o kadar ki acaba iş yerindeki resmi evrak işleriyle ilgili bir problem ya da yapılması gereken bürokratik işler silsilesi olursa nasıl sıraya koyar kime sorar diye düşünüyorum, o kadar ki evine düşen gölgemle yalnız kaldığında nasıl yaşayabiliyor... yaşayamıyor. yaşanmaz. o evde asla yaşayamayacak. yaşanır tabi. görünürde. çok güzel yaşanabilir. ama yaşanmaz. elini attığında cebinden çıkardığı cüzdan bile beni hatırlatırken, yemeğini yedikten sonra yapacağı türk kahvesini pişireceği cezve de, pişireceği yerde yere döktüğü kahve de, en çok da çırılçıplak evde, yapayalnızken, yaşatmayacak.
şimdi kendisinin bitmediği, yitmediği, sadece gittiği filan. öyle mi? naif.
aklında sorular olmalı. neden yaptığıma, neden o iki insanı seçtiğime, alkol alıp almadığıma, ne zamandır bu muhabbetlerin olduğuna, aslında yıllardır mı olduğuna, hoşuma gidip gitmediğine, kendisinde neyi bulamadığıma, bunu neden hak ettiğine, bunu hak edecek ne yaptığına ve neden ve neden ve tekrar neden ama neden yaptığıma dair sorular. olmak zorunda. bu, kişisel bir meseledir. uzaktan bakınca atılıp tutulduğu gibi, benle ilgisi yok,luk bir mevzuu değildir. ne kadar dışsal atfedilirse edilsin içerideki bazı açıkların had safhaya geldiğinin açık göstergesidir. sorun sende değil bende'nin dünyanın en büyük teselli yalanı olduğunu bilmeyen yoktur. sorun sorundur, kimsededir ve herkestedir. sekiz yılda cevabı "salaklık" olarak verilmişse burada yazacağım cevap da bundan ibarettir. umarım artık köpeğin önüne kemik atılır gibi oyalama, uydurma, savsaklama kokan bu cevabın hakikatten böyle olduğu anlaşılır.
her şeyden beni silmesini sükunetle karşıladım da, grooveshark'tan kendisini silmesini nedense kaldıramadım. durup durup taktığım konuya bak. çok mantıklı değil mi?

6.10.13

inş cnm ya

ben bu demirhan tanık'ın yıllar evvel sabancı üniversitesi'nin öğrenci blogunda bi yazısını görmüş beğenmiştim. bugün de tesadüf grooveshark hesabına rastladım müzik listelerini de beğendim. blur'un coffe and tv parçası var listede hani sen düşün. 2007'de keşfettiğimiz parçalar. unutmuşuz yani.
http://akgul.bilkent.edu.tr/Tusiad/KADINRAPOR.pdf
bunu buldum, kadın girişimciliği ile ilgili napılır üstüne bilemedim.
bir de ben olsam evimde benim seçtiğim ne varsa makasla kırpar atardım. kendi zevkimi yaratırdım. bence yani. bilemiyorum.
saat yine 4:20.
hep diyorum, bir adam teoman sevecek. başka yolu yok. yok yok.
yokum diyoooor!