27.4.11

deneme

YAZINIZ BURAYA

20.4.11

bir hayaletin peşinde

bir vakitler hayatıma dolaylı yoldan girmiş ve yaşamımın bilmeden içine etmiş bir kadın vardı. yılın belirli günlerinde çeşitli sebeplerle benle alakası olmamasına karşın da etmeye devam ediyor.
doğum gününün aldatıldığın kadınla aynı gün olması gibi. hayat bazen içler acısı beybi.
bazen diyorum ki başka yollara sapsaydım, veya sapsam mesela hemen şimdi, ne olur? bütün bunları nereye kadar taşımalıyım? bırakmalı mıyım? aslında taşıyor muyum onlar mı beni taşıyor yoksa benzetme hepten yanlış mı? bunlar hep kafa karıştırıcı şeyler. nefret iyi şey değil ama çok tatlı. hele intikamla birleştiğinde. ama her şey bittiğinde kendin de bir miktar parçalnıyorsun ve işte o anda ellerini kenara açıp, eeee?, diyorsun ki manasızlığın temel taşı tam da bu andır.
bazen öyle şeyler yapıyorum ki kendimi tam bir akıl hastası, sapkın, manyak olarak görüyorum. eğer internet diye bir şey hiç olmasaydı hepimiz bambaşka yerlerde değildikse nedir? şurada anasının nikahını ödediğimiz çevirmeli ağ bağlantıları hala devam etseydi mesela gerektiği kadar internet kullanbilirdik belki. böylece de internet üstünden tanıştığımız insan sayısı azalırdı. bunları neden zırvalıyorum orası da başka, bambaşka bir içsel süreç.
sevgiler.
morpisimelinda.

17.4.11

dün ben doğdum

dün doğum günümdü. sebebini bilmediğim bir şekilde bloga gelen sayısı da çok olmuş dün. enteresan bir gündü, orası kesin. sabah kimsenin hatırlamayacağı bir insan olacağımı düşünerek ağlıyordum gece bardaydım, bar dediğim pub, pub dediğim alkol satan bir çeşit café.
bir aralık bir kadın bana Lavina'yı okudu. doğum günü hediyesi olarak. evrenin bana çağrısı mı, bilemem. "yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin."
aydın boysan neyse ki hala yaşıyordu ben de onu öptüm tatlı yanaklarından. her geldiğinde "size bakınca insan hayat buluyor." diyorum, "işte buuuu hahahaha!" diye kahkahayı koyveriyor. o olmadığında kitap fuarları hüzünlü olacak.
bundan çok yıllar önceydi. sanırım 2006 yılı olacak. ben yine kitap fuarında idim, yanımda yusuf vardı, andaç mı ne yazmıştım ona, üstelik de doğum günüydü. daha çıkmıyorduk. bir sebepten koluna mı girmiştim elini mi tutmuştum yanağından mı öpmüştüm nedir -öyle fiziksel temas içeren bir durum ama fevkalade yüzeyselinden- çok heyecanlanmış bir şey de diyememiştim. masumdu, sakindi, saygılıydı, yaklaşmak ister de yapamaz gibi bir uzaklığı vardı. ve bütün bunların üstünden 5 yıl geçmiş.
birilerinde bir yerlerde dünden kalma fotoğraflar olmalı. artık her şey dijital.
beni seven bazı insanları küstürecek kadar boşlamış olabilir miyim? abartı mı var ortada iş güç meselesi mi? ama bazılarına da ben küskünüm. işin tuhafı, umurlarında değil! ... (burda uzunca sustum) birileri gelir, birileri gider, kimileri ölür, kimileri doğar işte hayat içinde ne kadar neyi var etmek istediğinle ilgili biraz da galiba. sen hayatın kimi yelerinde bir kağıt peçetesin mesela, en iyi ihtimalle bir kaç kullanımlık, halbuki ağaç değil miydin sen ne oldu birden-bilemem.
geçmişe ait anılar, üstlerinden ne kadar geçtikten sonra esas değerlerine ulaşırlar? nadide antikalar mıdır onlar-nedir onlar nedir onlar? dönüp dönüp ölüp.
annem benim yaşadığım her şeyi bire bir yaşasaydı beni gerçekten anlar mıydı? ya da ben onun yaşadığını yaşasam böyle mi davranırdım? bu ne meselesi? Pavlov mu haklı, genetikçiler mi? Freud belki de ya da evrimselse her şey elimizdeki veriler yeterince uzun gelmeyecekti muhtemelen, uzun da değil, u z a k gelmeycekti-işin özü uz'da aslında.
kelimeleri harflere ayrıarak mı öğrendim okumayı yazmayı yoksa harfleri mi birleştirdim kelimeleri üretmek için, anımsamıyorum.
eğer yazmaya ilgim varsa beni kursa almak isterermiş, bir dergi çıkarıyorlarmış, amatör yazarların yazılarından oluşan. dünya kadar amatör yazar var. kaldı ki yazarlığın kursu olamaz. tıpkı yemek yemenin kursu olamayacağı gibi. sizin şık yemek yeme arzularınız varsa onlardan bağımsız söyledim. elbette "şık" yazmak için bir takım kelimeler, teknikler, şunlar bunlar eğretice monte edilebilir. çatalla pizza yemek gibi düşün sen onu.
yeterince büyük kalbim yok bazen.

1.4.11

moriçe olmak

şeytan dürtüğü sonrası google'a moriçe yazdım, a a, o da ne? bir şahıs blog sahibesi kendine moriçe diyor. sinirlendim. o benim adım arkadaşım dedim. çok kızdım. kıza içimden bazı adlar atfettim, sonra baktım moriçe han diye bir han var imiş. eh, bu han ben doğmadan çok çok önce yapılacağına göre, bu blog sahibesine olan kızgınlığım azaldı. hiçbirimiz arzu ettiğimiz öz(n)el'likte değildik. sıkıntı çıkarmadım, oturdum oturduğum yerde.
artık maviçe, kırmıziçe, lilaçe, griçe filan olmaya razı ve hazırım.
ama günün brinde morpisimelinda diye çıkan olursa çok pis döverim olum. fake fake fake!