19.3.13

Şu anda fark ettim ki Şubat ayında hiçbir şey yazmamışım. Oluyor böyle zamanlar. Çok koşuşturmacalı bir dönemdi. Üstelik kendi odam bile yoktu.
Her neyse, yine günlerden bir gün, biri bana "Indie pop/rock seviyorsun ama bu müziğin temel felsefesi nedir?" dedi. O zaman da bilmiyordum hala bilmiyorum. Bilmemek değil öğrenmemek ayıpsa da herhangi bir yerde herhangi bir şey de pek yazmıyor zaten. Soruya soruyla karşılık vererek "Bir felsefesi mi olması lazım?" demiş olduğumu umuyorum. Ama dedim mi demedim mi anımsamıyorum. Bağımsız işte. Bir çok insanın nefret ettiği ve her şarkısını birbirine benzettiği bir tarz. Ama ben seviyorum. Ve hayır, müziği felsefesi olsun diye dinleseydik sabah akşam Ahmet Kaya dinlemek zorunda kalırdık. Şu noktada ben de protest müzikten nefret etme hakkımı kullanıyorum. Ve sırf bu hakkı kullanabilmek adına sığca paragraflar yazıyorum.
Bütün bu geçip giden zaman içinde ömrümde geçirdiğim en kötü yıl nasılsa 2012 olmadı. Ama açık ara 2011 en kötü idi galiba. Karşılıklı bir çok insan birbirimizin hayatına girip çıkıp çeşitli katliam çalışmaları yaptık. Sonuç doktor heste ben heste. Gerçi bir açıdan da hiç fena değildi. Bir sürü alkol alındı, kim bilir kaç çeşit intihar girişimine tanık olundu, açlıktan göz kararmaları yaşandı, inadına saçma sapan konferanslarda oturuldu,  berbat kıyafetlerin içinde korkunç makyajalarla gezildi, sayısız derse girilip çıkıldı, onlarca sınav olundu, tuhaf romantik ilişkiler gerçekleşti vesaire vesaire.

18.3.13

Midnight in Paris

Midnight in Paris, yeterince Woody Allen filmi izlemiş biri için tam bir Woody Allen filmi! Woody Allen'ın karakteristiği olan bir kaç öge burada da mevcut. Erkeğin hayatını mahvedip yazmasına engel olan bir yahut bir kaç kadın (bu filmde Zelda Fitzgerald ve Inez), bir Yahudi (yine bu film için Pablo Picasso), genelde New York'lu bir kısmen ünlü reklam yazarı (normalde Woody Allen oynardı ki kendisinin de bir parçasıdır her yüz Woody Allen filmi "eleştirisi"nde de belirtildiği üzere, bu filmde Owen Wilson oynamış, karakterimizin adı da Gil) ve tabii ki çapraşık aşk ilişkileri.
Bunlar önemli değil ama Woody Allen film çektiği her şehri "yaşamaya değer" gösteriyor, bu da garip bir, işi gücü bırakıp kalkıp gidelim ve Manhattan'da bir balerin, Paris'te bir yazar, Barcelona'da bir ressam olalım, hissi uyandırıyor. Bir de evlilik aşkı ve ilhamı öldürür. Ve bir de dünya aşık olunabilecek bir çok insanla doludur. Ah, kadınlar yatakta tuhaf değil iyi erkek isterler. Yahudi olmak üzüntü vericidir. Ve tabii ki evlilik aşkı ve ilhamı öldürür. Elbette, bunu daha önce de söylemiştim! Tesadüfler iyidir. En önemlisi de ıstakoz pişirmeyi bilmiyorsanız pişirmeye çalışmayın!
Midnight in Paris, muhtemelen en azından çocukken bile olsa her insanın aklına gelmiş olan bir zaman yolculuğu masalı. İşin Woody Allen;'laşan hali aldatıldığını bile fark etmeyen ve kendinden emin olmayan yazarın sürekli reel dünyaya dönüp duruşunda. Allen'ın bütün aşk hikayelerinde gerçekçi bir taraf muhakkak vardır. Böylesi bilimkurgusal bir filmde bile. İşte bakınız Kahire'nin Mor Gülü vs.
Kahire'nin Mor Gülü demişken aklıma Woody Allen'ın dahi ve yakışıklı oğlunun -dahilik tamam ama ikinci kısmı çocuğun Allen'dan olmadığını düşündürüyor, ama sonuçta annesi de Mia Farrow onu da göz ardı etmemek lazım- babasının yaptığı en sevdiği filminin Kahire'nin Mor Gülü olduğu geldi. Bunu da Milliyet gazetesinin mi ne bir hafta sonu ekinde ben diyeyim Ayşe Arman sen de başka bir papparazimtrak köşe yazarımtrağının yazısında okudum. Hatta buldum:
Ayşe Arman imiş
Şimdi ben yine her yazıya başladığımda coşku duyduğum ve ortasında dağılıp sonuna doğru, aslında hiçbir şey yazmasam daha iyi olurdu, dediğim yerdeyim.
Anlıyorsun değil mi?

14.3.13

Into the Wild

Bu film bir pasif intihar hikayesi mi? Bir ergen saflığı mı? İntikam öyküsü mü? Özgürlüğün doruğu mu?
İlk izlediğimde ne düşüneceğimi bilemedim, ama filmi izlediğim sitede "Aptal bir babadan zenginin mal mal gezip sonunda gebermesi." gibi bir yoruma çok sinirlenmiştim.
Sonra biraz araştırayım dedim ve hakkında makaleler yazılan bu adamla ilgili aslında bu yorumu yapan kişi ile benzer yorumlar olduğunu da fark ettim. Doğal park korucusu "Tam bir aptallık!" demiş mesela. İnsan neden pusula almaz?
Merak ediyorum, o otobüse rastlamamış olsaydı ne olacaktı? Gezip geri mi dönecekti, yoksa ormanın derinliklerinde daha önceden belki soğuktan mı ölecekti?
Daha da merak ettiğim bu hikayenin ne kadarının gerçek olduğu.
Wikipedia'da şöyle bir şeyle karşılaştım: "Bu adamın birden bire bir kahraman ilan edilmesi beni şaşırttı."
Christopher McCandless bir kahraman mıydı? Ya da yola çıkarken böyle bir niyeti var mıydı?
Çoluk çocuk sahibi olmak, bir aile kurmak, bir kariyer sahibi olmak hayatın hangi noktasında önem kazanıyor? Hatta sanırım hemen hemen herkesin bir noktasında önemini kaybediyor ama genelde görmezden geliniyor.
Freud'a göre seven ve çalışan insan mutlu insandır. Freud'u sorgulamak her ne kadar günahsa da (kendi kuramı içinde dinle alakasız) ben çalışıp mutlu olan bir insan görmedim. Belki de Freud'un çalışmaktan ne kastettiğini anlamadım. "Çalışan insan tükenir işte.", Mediha Korkmaz.
Mutluluk ve gerçek nedir ve gerçekten hayattan ne istiyorum? Her geçen gün cevabı daha da flulaşan bu soruları biraz daha flulaştıran bir yaşam öyküsü izledim.
Ve kim bilir kaçıncı kez benzer yorumları yaptım.

12.3.13

Beklenen filmler hep geç gelir

Bugün bir şeyler izledim, bir şeyler de yazdım üstünde sonra sildim. Neden yazıp neden sildiğimi açıklamıyorum. Ne demiş Kanık, onu da edebiyat tarihçisi bulsun.
Tamamen aç ve ofiste oturmuşken bütün gün sadece film izleyerek ve başkasını arayıp tamamen tesadüf eseri beni bulmuş ve sorularına tatmin edici cevaplar alamamış insanlardan ve tatlı getiren bir başka iş arkadaşı dışında kimsenin aramadığı 8 saatin sonuna gelirken bunları sırf yazmak için yazdım, bir şeyler yazıp silmiş olmanın verdiği ekrandaki boşlukla.
Bazen diyorum ki, internet kayıtları tutuluyor mu acaba ofisteki? Her yere erişim de serbest. Bir de odada kamera var mıdır diye sorguladığım oluyor. Odada birinin olması dedikodu yapmaya olmaması burnunu karıştırmaya sebep oluyor, her türlü milletin eline koz.
Let me singing a waltz.