22.12.11

hikayeler anlatırdık

biz, insanlar, okullar ve barajlar yaptıksa, ülkeleri ikiye bölecek duvarlar ördükse, sonra 1989'un bir vakti elimizde balyoz yıktıksa-iyi ya bana mı yaptık bana mı yıktık? roma'yı bana mı yaktık? adam sendecilik, vurdumduymazlık, hep bunlar felsefe, tarih ve bazen sınav sorusu. sen şimdi hitler dönemi almanyası'nda yaşasa idin, bir yahudi olarak kaçmaya çalışmayacak mıydın? ve bir alman olarak hitler'in ikna edici paradigmalarına kapılmayacak mıydın? kavgam'ı okusan korkarsın. almanlar'a üzülür, hitler'e ağlar, dünyadaki bütün haksızlıkların onlara yapıldığını düşünürsün. o yüzden yarım bırakırsın. neonazist olup çıkmamak adına.
kapitalizm çöküyor diyorlar. abd borsası düştü düşeli bu böyle söylenegeliyor. ev kredisi vermek bazen kötü bir fikir olabilir, bazı bro'lar uçaklarını satmak zorunda kalıp toplu taşıma araçlarına yönelebilirler ve esra erol cipinden otobüsteki insanlara bakıp çok üzülerek ağlayabilir. al hatta al inanmazsan:
Esra Erol'un Şaşırtan Gözyaşları
ne demiş tezer özlü? "her ben bencildir, her kent kentsel olduğu gibi." demiş. hal böyle olunca ben kapitalizm çökecek karl haklı çıkacak diyemem. çünkü eğer karl ve sakalı haklı olsalardı, esra erol otobüsteki bir kaç kişiyi cipine alırdı. ama sadece "anlıyorum." demiş. ve ağlamış. hem de röportaj sırasında tekrar ağlamış. işte böyle. (zaten evladım kapitalizmin çöküşünü biz göremeyiz, torunlara yatırım olsun diye girdik bu kooperatife.)
şimdi biz günlük yaşamın akıntısında çılgıncasına sürükleniyorsak, bu ne kollektif bilinçdışının, ne yazgının, ne de duce'nin duruşlarının, kılışlarının yahut oluşlarının bir sonucudur. sadece sürükleniyoruzdur. fazla düşünmek insanı deli eder dediler. pek çok insan gördüm ki düşünmekten delirmemişti. ama olsun, iddia iddiadır. ve insanların kuponları bazen bir gol yüzünden yatabilir. hayatın gerçekleri.
oturup filmler izliyor kitaplar okuyoruz, hatta yerden tavana kadar kitaplarımız dvdlerimiz filan var. sonra 9-5 abuk sabuk işler yapıyoruz. ve para alıyoruz. sonra o parayla yaşıyoruz. bir şey yapmak zorunda mıyız? 
işte maslow şu yukarıdaki piramiti çizmiş ve bunları elde eden insan huzur içinde ölür demiş. (bazıları ömür boyu sex yapmadan ölür. ve onlar ki hep bir eksiklikle tanrı katına çıkanlardır.) velhasıl, bunları elde edeceksen çalışacaksın çünkü şairin dediği "hava bedava bulut bedava acı su bedava" filan artık yalan. çöpün bile vergisinin olduğu günler yaşıyoruz. ve maslow yaşasaydı hava su yemek filan yazan temel ihtiyaç listesine interneti filan eklerdi rahmetli. 3 liraya yenen en iyi yemek ikea'nın çocuk menüsü ise ve nuggetlar bile I K E A harfleri şeklinde sunuluyorsa düşünürüm ben. başka kim düşünür bilemiyorum. yok efendim akıldı doğaydı sonra. hay allah ya, bu ne pragmatizm, bu ne realizm, bu ne pozitivizm. hatta diğer izmler.
şimdi daha yazarım ama ne yazayım niye yazayım?
öyle bir öykü yaz ki 10000 vuruşu geçmesin.

PS: Çilek'e sonsuz teşekkürler. O olmasa Nilgün Marmara okumaları yekte kalırdı.

18.12.11

gece gece.

bu saatte pizza ısmarladım.
ve de şunu izledim:
bir de bu var:

bu saatte ancak bu kadar
ve japonya, ne yapıyorsunuz yav ?

17.12.11

la la lay la la la haylalaaaa!

benim alenen ikilemde kaldığım anlar oldu ve blog üstünden laf mı atalım yani birbir biri birilerine, bakar bakarbakar dururum.
"ve sen ben değirmenlere karşı,
bile bile birer yitik savaşçı"
keşke filmler hiç bitmese, bitmese hiç filmler.
şimdi kesin oruç aruoba konuyla ilgili bir şeyler demiştir ama ben henüz bilmiyorum. okumadım hiç.
bütün kaygılarımı anlattım. ama ortaya. durumu değiştirmez. gençliğimizi harcıyoruz.
bir sen tez er.
honore de balzak ne diye çok fazla yazmış ki? durmadan yazmış. muzaffer izgü gibi. o da çok yazmış. insan bir durur, bakar, emekli olayım der. zaten kimi zaman abuk sabuk şeyler yazıyorum, niye yazıyorum ki hala der.
mesela ben  de öyle şeyler diyebilirim, belki de demeliyim. ama sonuçta kimseye para karşılığı estetik, bilgi, düşünce filan satmıyorum. isteyen okusun istemeyen ip atlasın, fular bağlasın, sigara içsin, bana ne.
mesela biz dün gonca ile gece yarısı ileri geri konuşmuşsak konuşmuşuzdur. sonra bir başkası o saatlerde filan altıkırkbeş yayınları ile ilgili başkaca şeyler yazmıştır bana. olamaz mı? olabilir. zaten bülent ersoy'u kapatacağız yılbaşında. karar verdik arkadaşlarla.
avon kataloğu gibi insanlar var şu hayatta.
eğer bahsi geçmemiş olan kişinin çekicilik düzeyi daha düşük olsa idi, evrimsel olarak bir hiçti.
fakat işte insan neymiş, beşer şaşarmış.
kimin kime kim kime dum duma. zaman gösterir. zaman adetağı bir pusula gibidir.
zam-an! anda zam. zim zam zum. böyle bir çocuk oyunu var.
artık uyuyalım.
birsen tezer - aşk üzerine söylenmemiş her şey

14.12.11

"Yazma" eylemi, bilişsel öğrenme düzeyinin sentez basamağından çıkarken, "eleştiri" bunun bir üst ve bilişin de son katmanı olan değerlendirme kısmına aittir. Bu noktada Berna Moran, Tahsin Yücel, Aysu Erden, Türkiye'de, edebiyat alanında akla gelen ilk isimlerdir. Tüm bu insanların ve kesinlikle hakim olmadığım alanların diğer eleştirmenlerinin bilinip bilinmediği karmaşasında benim durduğum zavallı noktayı da geçersek, bütün gün iki ayak üstünde yemek tarifi kitaplarının bile "kritiğini" yapar iken buluyoruz kendimizi. Enteresan insanlarız. Sübhanallah kardeşim, ibretlik bir paylaşım, demiş bir internet düşünürü.
Buyrun size bir bilişsel psikoloji giriş dersi niteliğinde basamak açıklaması. Bloom'dan gelsin:
1. Bilgiyi Öğrenme: Mesela, "Türkiye'nin başkenti Ankara'dır." bilgisini bilmek, bu basamakta yer alır. En basit basamaktır.
2. Kavrama: İşin içine "örneğin" lafı giriyorsa, kavrama düzeyindesiniz demektir. Sıcak kanlı hayvanın tanımını yaptıktan sonra (burada bilgiyi öğrendik),  örneğin insan sıcak kanlı bir hayvandır diyebilmektir. (Şıpsevdi sakızı cümlesi oldu.)
3. Uygulama: Bu noktada bir matematik problemi çözmekten tutun da, askıya ceketinizi asmaya varana kadar, günlük yaşam içinde "uyguladığınız" ne var ne yoksadan bahsetmekteyim. Yalnız, matematik problemini verilen formülde rakamları yerine koyuyorsanız bu düzeyden söz ediyoruz, yoksa siz bir Gauss (daha fazla Gauss!) iseniz o konu ayrıdır.
4. Analiz/Çözümleme: Bir cümleyi ögelerine ayırabiliyor musunuz? O zaman analiz yapıyorsunuz demektir. Bir yemeğin içinde hangi malzemeler olduğunu mu tahmin ediyorsunuz? Tebrikler, bir analiz daha!
5. Sentez: Ayrıştırdıklarınızı birleştirmenin tam sırası! Yepyeni bir yemek mi yaptınız? Bir bina mı tasarladınız? Kompozisyon yazdığınızı mı düşünüyorsunuz? Şiir mi yazdınız yoksa? Bir film mi çektiniz? Senteze varan noktadasınız. Tabi ki bu noktada da örneğin, şiir yazmakla şiir yazdığınızı sanmak arasında fark olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Yazdığınız şiirin hangi akıma ait olduğu, öykünüzün bir edebiyat katliamına neden olup olmadığı filan mühim değil.  Mühim olan insanlık da değil. Nedir mühim olan? Şudur; günümüz insanının Google'ı keşfinden sonra yaptığı kopyala-yapıştır eylemidir. Ne yazık ki, kimse çakmazsa diye ç"alıntı"lanan yazılar, yapılan yemekler, düzenlenen showlar yahut karakalem çizimler, olsa olsa en iyi ihtimalle model almadır. (Bandura)
6. Değerlendirme: Sorgulama, eleştirme ve savunma bölümüdür. Avukatlar her gün bu seviyede gezerler, Platon da mesela hep öyleydi rahmetli. Futbol maçındaki savunma oyuncusunun hangi biliş halinde olduğunu ise şu anda kestiremiyorum.
İşte biz insanlar, Bloom'u nasıl şaşırtamadık bilmiyorum. Niye mi? Çünkü 6. basamakta durup duruyoruz ama 1. basamaktan haberimiz yok. Bu da insanın uçabildiğinin bir kanıtıdır ve Hezarfan Ahmet Çelebi'den önce de mevcuttur.
Şimdi ben Bloom'a diyorum ki, bilişsel gelişim basamak basamaktır ve basamaklar atlanamaz demişsin de, bu kadar adam nasıl atlıyor? İşte Marzano da 2000 yılında bu soruyu sormuştur. Ve, acı ama gerçek, Bloom yanılmıştır. Zaten sosyal bilimler düzleminde her an herkes yanılabilir. Düşünsene, sene 1956, Ege Üniversitesi kuralı 1, teyzem doğalı 6, Hiroşima'da bomba patlayalı 11, Anthony Giddens öleli 17 yıl olmuş, adam bu teoriyi ortaya atıyor. Ama yapacak bir şey yok. Her güzel şey gibi bu taksonominin de bir sonu gelmiş.
Hal böyle olunca, bir Berna Moran vaziyete karşın her basamağın altını doldura doldura nasıl son basamağa gelmiş? Marzano'nun dediği gibi "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunur" anlayışına katılıp kapılan mevcut nüfus, bilişsel ekonomi mi yapmış? Ne olmuş oralarda? Bilemeyiz. Bildiğimiz şeyler ise derya olmasına karşın bu bireysel farklılıkları çok da sağlıklı açıklayamayız. Çünkü hemen her psikologun dediği gibi "İnsanla uğraşıyoruz kardeşim!"





Sylvia Plath - yine.

Bir blog gördüm ve hayatım değişti.
http://chaossaintt.blogspot.com budur.
İnsanın hayatı boyunca ısrarla aradığı bazı kitaplar var ki bulamaz. İşte benim de öyle kitaplarım var. Birini buldum! Acaba gelir mi diye de bekleyeceğim, bakalım.
Kitabın adı da: Kırmızı Kahverengi Defter, Nilgün Marmara'nın.
Daktiloya Çekilmiş Şiirler'i bulmak ne denli kolaysa, Kırmızı Kahverengi Defter'i bulmak da o kadar zor. Ve gördüğüm odur ki, bloglar muhteşem yardımcılar.
Ben bir başka kitabı daha arıyorum. Belki şansım yaver gider diye umuyorum.
Evet Sylvia Plath'ın bir kitabı. Sırça Fanus'u okuduğumda çok ama çok etkilenmiştim. Neden bilmiyorum, sevdiğim hemen hemen bütün yazarlar intihar etmiş olanlar.
Tezer Özlü de bence intihar etmişti, Ferit Edgü ile mektuplaşmaları da çıkınca emin oldum. İntiharın bir başka türü de tedaviyi reddetmedir, pasif intihar yani.
Ölüler diyarında yaptığımız yolculuktan sonra kitabın künyesini vermek gerek:
Sylvia Plath - Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı - Altıkırkbeş Yayınları
Elinde olan varsa bir fotokopisini yollar mı?

12.12.11

yeni yıl yeni tasarım

bir kaç sene de bu tasarımla gidelim bakalım. üşenmedim de nasıl değiştirdim ben de bilmiyorum. aslında eski halleri arşivlemek lazımdı. üşenmediğimin sebebi belli ya sınavım var işte.
mezuniyet iyiymiş aslında, sınav yok bir şey yok.
bilemedim.
blogda en çok sarf ettiğim sözcüklerin listesi tutulsa "bilemedim" en büyük adaylarımdan.
xoxo.

11.12.11

göçebe topluluklarda eğitimin amacı, hayatın her alanında çivi yazısını yayacak ve savunacak kişileri, federal almanya cumhuriyeti'nde minimum not ortalamasını tutturmuş olma görünümünden kurtarmaktır.
konular listesi, resmi programın dışındaki kadın-erkek fertlerin, meşrutiyet dönemi cumhuriyetinin ilk yıllarında evrensel nitelikli pasiftir.
örneğin, cinsel roller, yeni yetişen makro eğitim sosyolojisi mazeret izniyle, 16 yaşına kadar gibbs ve maccoby katılsa bile, orta karar dini ve ahlaki uzmanlarca düzenlenir.
___________________________________________________________________________________

her neyse, kimdeyse.
heteroseksüellik normal olan değil anormal olan olsaydı şimdi böyle olmazdı. soyumuz tükenirdi.
ya da tükenmezdi.
aşırı saçma olabilir.
insanlar gerekli gereksiz sigarasını tüketmemeli. sadece gerekli hallerde tüketmeli.
o son teki içmeyecektim! - çirkin.
hayır hayır, hiç kimse annesini ve babasını boşanmış görmek istemez. ölüme çare yok.
teoman haklı, insanın kağıdı olup açamaması ne büyük hüzün.
sen hüzünden ne anlarsın?
tıpkı "bir futbolcunun şutunun gol olmaması kadar acınası haldeyim.".
hava karardıkça sesler artıyor.
"kafiye olsun diye değil."
zaten kafiye de olmadı.
eğer yarınki sınavda bir şey yazacaksam şu yukarıdaki cümlelere benzeyecek, çünkü aklımda böyle karma-karış şeyler kaldı. kulaç.
hallaç
laç

ç

_________________________________________________________________________________

26.11.11

türk lirası değer kaybader iken, f -> x

tastamam, tas-tamam. abuk sabuk ikilemeler. abuk sabuk. mavi mavi tamam da muz muz cık. muz muz kalmadı. ne gerek? buz muz. buz pateni muz pateni. muza basıp kayanlara muz patencisi deniyormuş. hıı. çok komik. kaka maka-t. ilişkisel. tepkisel. sevisel? sel*. duman'ın her konserinde arkadaşlaaaar arkadaşlaaaar! erkin baba? müslüm baba? ne alaka lan? hiç bülent baba diyen yok. ortaçgil mi ersoy mu? birinci neyse de ikinci ablaymış, kendileri öyle diyorlar. kedileri yorumsuz. mırrr mırrr! ne mırı? şırıl şırıl. şırıl diyen su mu olur be? şor şor. peh! zayır zayır veya cayır cayır. ikincisi yanmaya da osurmaya da söyleniyor. eminim bir ilgisi vardır. eskilere bi tane daha koyalım çocuklar? ne diyon solist kaan? bakma bana öyle derin/işim olmaz senle benim. böyle şiir yazsam bi kişi beğenmez falım'a mani mi yazdın der. s.ktiğimin liselileri dersem olmaz. bu "platform"da olmaz. ama inci sözlük'te diyebilirim. s.ktiğimin platformu. platform ayakkabı. plat form. burdan jan palach'ı analım. kafası ermek. kaç shut içtim kim bilir? shut the fuck up! bang bang! nancy sinatra, frank sinatra'nın nesi olur? fransız frankı. tedavülden kalktı. tedavi edilirken masada kaldı. yaşasın sterlinin gücü!

21.11.11

2011 yılı verimsiz geçti.

Bu sene nedense pek yazmadım mı yazamadım mı artık keyfiyetle hayat şartları arasında sıkıştığım bir cümledeyim. Neler yaptım dersen bir çok şey ve hiçbir şey. Hep böyle bir tezatlık, bir zıtlık. Çok ağladım çok güldüm bilmem ne. Ama astroloji, yanıldın bebeyim! Hani 2011 koçlar için müthiş süper bir yıldı? Hani? İşsiz mezun evde oturuyor oluşumu "müthiş" olarak mı adlandırmalıyız? Henüz sakat kalmadığıma, uyuşturucu bağımlısı filan olmadığıma mı şükredince harikalığını keşfedeceğim aslında? De bakalım astroloji? Hem sana ayrı gıcığım, ne o loji eki alla sen? Elaleme astroloji astronomi farkı anlatmaktan helak oldum! Rezzan Kiraz astrolog, adını hiç duymadığın insanlar da astronom filan diye saçmalıyorum.
Belki de blogların modası geçmiştir. Olamaz mı?
Ben şimdi merakla Aralık ayı Cosmopolitan dergisini bekliyorum. Bakarsın bu yıl tuttururlar?
Amma giydirdim ayaküstü ha.
Velhasıl, 2011, daha bitmedin ama seni sevmedim süt oğlan. Ne suçun var ben de bilmiyorum. Fatmagül biliyor muydu? Vedat Türkali'ye sormak lazım gelir.
İşte böyle. Geçen gün de 12 Kızgın Adam filmini izledim. Önce 1, sonra 3, en son da 2.parçayı izlemiş olmam ayrı bir konu olmakla beraber -bazen baya safım- güzel filmdi.
Tabi artık benim film zevkimi beğenen insan var mı yok mu bilmiyorum. Zaten alana hakim değilim böyle film zevki lafı gereksiz afili geldi gözüme.
Öyle.

7.11.11

film

dün tv'de incir reçeli vardı. ince hastalığa kapılan filiz akın filmini izleyen anneannelerimiz ağlarlarmış ya, şimdi bize fena halde komik geliyor bu vaziyet, bence bu filmin de hiçbir farkı yoktu. bir de 45'lik tanıtım filmleri vardır. mavi boncuk filan gibi. ikisini topla, modernleştir incir reçeli olsun. bir de hüngür hüngür ağlayan erkek pek nahoş. son olarak da abuk sabuk yerlerde reklam girilmesi ve her türlü tütün ile çıplaklığın sansürlenmesi filmin etkisinden iyice kırpmış olmalı. ama yazmak üstüne söyledikleri hoştu. ilaveten "bir aytaç ağırlar filmi" yazmasalar idi internet sitesine keşke, sanki bir kubrick filmi. neyse, yapan yapmış, baya da yankı uyandırdı. ıssız adam severlere hitab edeceğini düşünüyorum. bu arada ıssız adam film çıkışında birbirine "aaa ıssız adaaaam! yani hem adam hem de ada kızın adııııı. benim ada'mmmm." diyenler geldi aklıma. ne büyük insanlar onlar. aynı kaybedenler kulübü izleyip her şeye standart diyen liseli gençler gibi. son olarak bu incir reçeli filminin incir reçeli satışlarına katkısı olmuş mudur? neyse sonu gelmedi. burda bitirelim. bunlar güzel filmler, ancak abartmanın manası yok diyorum özet olarak.


bu nedir? kaybedenler kulübü'nden bir sahne ararken bunu buldum... bazen hayat kelimelerle ifade edilemiyor.

3.11.11

gündüzden aklımda birkaç şey vardı, şu anda hiçbirisi kalmadı.
kafama takılan bazı şeyler var. ama sormaya cesaret bile edemem. çünkü düşünmemek daha iyi. sonucu benden başka insanları da epeyce etkileyecekse stabil kalmak daha iyi gibi.

18.10.11

bize bir nörolog gerek!

evlisin sen de, herkes gibi ve herkes kadar. ama belki biraz daha az. o zaman sorulması gereken sorular var ama bana ne.
bugünkü hoca da bence antakyalıydı. ceketinden anladım.
kafamda bir şarkı var, bence kurt cobain'in. ama olmayabilir de. o yüzden tek tek tüm kurt cobain şarkılarını dinliyorum iki gecedir.
yıllar sonra dershaneye gidip ergen muamelesi görmek tuhaf geldi.
bir kelimenin kulağa anlamsız gelmesi için kaç kez yinelenmesi gerekir? ya da çok kez tekrarlanan bir sözcük neden manasını yitiriverir?
şu hayatta ağzına bir kez olsun sigara koymuş hiçbir insanın bana laf etmeye hakkı yok. çok sinirleniyorum.
insanların birbirini özlemesi ne tuhaf şey. ufak bir beyin hasarıyla duyguların hepsini yok etmek mümkün aslında. ama bölgeyi iyi tespit etmek lazım.
gözüm kol bileklerime takılıyor da, incecikler. tut-masam kırılmıyorlar!
insanlardan aldığım onlarca film var. bir de film listem. ama izlemiyorum.
yakın'da bir çocuk var, boş vakitlerimde kendisiyle beyin evliliği yapmak istediğim; bence bütün yakın'ı okumuş çünkü!
internet icad oldu zamanda kayıp. acaba tanpınar saatleri nasıl ayarlardı?

17.10.11

İstanbul İstanbul

ben bazen istanbul'a gidebiliyorum ve ne ara gittim ne ara döndüm hiç anlamıyorum. yine gideceğim ve eminim yine anlamayacağım. çünkü böyle şeyler anlaşılmaz yaşanır! eninde sonunda istanbul'a aşık olmamak mümkün değil, trafik mrafik de kadı kızı kusuru olup çıkıyor böylesi bir güzelliğin karşısında.
ama senelerce ürktüm, bilen bilir...
mesela eskişehir'e filan taşınmaktı niyetim ama istanbul çok güzelsin ve ben sana aşığım!
ben senin seksi bir kadının göğüs dekoltesine inen ışıltılı kolyesi gibi duran köprünün ışıklarına aşığım.
her gelişimde gittiğim başka başka kafelerinin bambaşka tatlarına aşığım.
taksim'in kaldırım taşları bile beni benden alıyor.
pier loti nefesimi kesiyor.
vapurla karşıya geçerken manzarana doyamıyorum istanbul.
kadıköy iskele'deki otobüs durağını bile nedense seviyorum.
boğaziçi'nin güney kampüsü'ne bayılıyorum.
üstelik neresi avrupa'da neresi anadolu'da kalır hiç mi hiç bilmiyorum. -birkaç yer dışında.
gizeminin ve oyunlarının bitip tükenmeyeceğini de biliyorum.
ama ben sana aşığım, al itiraf ediyorum.
daha güzel itiraf edenler de oldu tabi. orhan veli gibi. ama ben bu kadar yapabiliyorum istanbul.
izmir de güzel ama istanbul bir başka güzel.
başka hiçbir kenti özlemedim uzağındayken.
bence ayrılmalı barışmalı uzun bir ilişkimiz olacak istanbul senle.-yani bence öyle.
zaten hep sevdiğim birilerini rehin almaktasın. ne yapayım, teslim olacağım.
seni seviyorum istanbul!

8.10.11

arabada 5 evde 15, hoşuma da giderse bedave

öküzlük parayla değil bedava!...

4.10.11

çalışmak üzerine

bir psikologdan özel olarak seans aldığınızda ödeyeceğiniz ücret ortalama 150 tl civarıdır.
bir yüksek lisans öğrencisinin aylık tübitak'tan aldığı burs 1500 tl civarıdır.
bornova osmangazi dolmuşu 1,5tl'dir.
işsizlik maaşı 500tl civarındadır.
asgari ücret 600tl civarındadır.
özel bir anaokuluna çocuğunuzu yazdıracaksın ortalama 1250tl civarında aylık ücret vermeniz gerekmektedir.
bir ekmek 75 kr'dir.
bir psikolog etüt merkezinde ayda 216 saat çalışarak (sabah 8:30 akşam 5:30 h.içi her gün + cmt) 400tl alabilmektedir. yani saatine 400:216= 1,85 kr etmektedir.
bu psikolog tabii ki psikologa gidemez.
çocuğunuysa özel anaokuluna tabii ki veremez. -neyse ki çocuğu filan yok-
işsizlik maaşı alsa 100 tl karda olup en azından yol parası vermeyeceğine göre tercihini bu yönde kullanması akıllıca olabilir.
asgari ücretle evine yakın bir mağzada satış elemanı olsa epey kara geçer.
iyisi mi bu psikolog evde oyun oynasın.

2.10.11

Utanç da Bir Duygudur Yavrum.

Bir insanı o kadar da sevmemek insanı özgürleştirebilir.
Aslında, demem o ki, belki yanında başkalarını da sevebilirse insan, daha büyük bir hayatı, daha ufak takıntıları olur. Acaba diyetisyenlerin dediği her konuda doğru mu? Hani derler ya sık ve az ama her şeyden dengeli yiyin.
Bu gidişat var ya, ilerde okuyup hayat, aşk ve arkadaşlık üzerine edebiyat yaptığımın bariz göstergesi olacak. O da çok çirkin olacak. Önümüzdeki on yıl içinde çıkarmayı planladığım kişisel gelişim kitabıma saklamayı tercih ediyorum bu cümleleri.


Evet şu hayatta "Cuma Akşamı" adlı kitabı ben okuyabildimse birileri de yazmış hatta birileri basmış üstüne başkaları çevirmiş. Hikaye bir kadının sıkışık trafikte arabasına aldığı otostopçu adamla tuhaf bir otelde ve başkaca tuhaf bir restoranda cinsel ilişkiye girmesini anlatmaktan çok öte geçmiyor. (Evet hem otelde hem de restoranda sevişiyorlar, ama arabada sevişmiyorlardı.) Da, o kadar masrafa giren Can Yayınevi porno sektörüne girse daha çok kazanırdı diye düşünüyorum. Telifi var, bilmem neyi var kitap olunca. Bunu da sırf kitap karşı raftan gözüme takıldı diye yazdım. Bir de Susanna Tamaro kitabı var ki, içinde ne yazdığını bile unuttum. Adı "Rüzgar Ne Diyor". Soru işareti koymayan birkaç üst satırda bahsi geçen yayınevi olduğundan ben de koymadım. Bize "Cümle tadında başlık konmaz." diye öğretmişler. Sanırım büyük hata etmişler. Misal "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim"-Nazım Hikmet Ran. Bu da antiparantez. Neden antiparantezse? Parantez karşıtı bir duruşu mu var cümlenin? Neyse işte, ben bu Susanna Tamaro teyzenin "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" adlı kitabını okuyup "Rüzgar Ne Diyor"u almıştım bence. Yani öyle anımsıyorum. Neden böylesi coştuğumu şu anda aklım almıyor. Ha "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" ha "Adını Feriha Koydum". Kulağa benzer geliyor.


Bir anımı anlatarak bitiriyorum. "Tavuk Suyuna Çorba" adlı Hyb Yayınları olsa gerek bir yayınevinden çıkan öyküler serisi vardır. Yaşım 12 filan olmalı, ben onun "Gençlerin Yüreğini Isıtacak Öyküler" olanını almış okumuş ve ağlamışım. Rezillik burda bitse idi, bir gençlik heyecanı, bir toyluk hüznü, der geçerdim. Ama hayır. Kitabın arkasında "Bize Ulaşın" gibi bir şeyler yazıyordu. Kitapla ilgili duygu düşünce ve diğer şeyleri yazmamız isteniyordu okuyucu olarak. Onlar da yayınlayacak mı ne. Yazıp yolladım. Üstüne de birkaç pul ekledim zarfın içine, lütfen cevap yazın, diye. Ve cevap bekledim. Bu anımı da sırf geçenlerde "yav rezil olunan anlar daha bir anımsanıyor" geyiği çevirdiğim insanlara ithaf ediyorum. Anlattıkça ufalıyor, saçmalaşıyor ve komikleşiyorlar. Ama üstünden "biraz" vakit geçmesi gerekiyor.


Bi kere de otobüste yüz üstü düşmüştüm bak o da çok komik şu anda.


"İşte hayat böyle akıp gidiyor..."-İlhan İrem.

28.9.11

ölüm üzerine

Ben eskiden ölümden korkmazdım. Çok mu iddialı oldu? Sahiden korkmazdım. İnsanların ölmemek için ettiği duaları ben ölmek için ederdim. Şu anda bunu yazabildiğime göre yeterince kalpten istememişim ya da Tanrı yok? - Düz mantıkla Tanrı'nın yokluğunu da iddia ettim, daha ne yapayım.


Aslında bütün korkum şu yanda gördüğünüz kitaptan patladı. Dominik Cumhuriyeti'ndeki baskıcı rejimi anlatıyor kitap, Mirabal soyadlı 4 kız kardeşin yaşamı üzerinden. Bu 4 kadından üçü 25 Kasım 1960'da ıssız bir dağ yolunda, hapishanedeki eşlerini ziyaretten dönerken öldürülüyorlar. Kitabın güzelliği tartışılmaz. Ama konu bu değil.

Bir an, düşündüm. Eşimi görebilecek olsam gitmez miydim? Giderdim. Sonra dönerken, muhtemelen de buruk bir sevinçle dönecek olurdum, birileri beni vursa bıçaklasa vs ve ölsem. Düşündüm, o toprağa yığılsam. Sonra aileden birileri şansım varsa beni bulana kadar elbisemde kan, ağzım ve gözlerim açık yerde öylece yatıyor olacaktım. Eminim karıncalar böyle bir ziyafetten kendilerini alıkoymazlardı. Ve temizlenip gömüldüğümde, kokmaya da başlardım. Toprak altında kımıl kımıl bir sürü böcek! İyi de ben böceklerden korkarım. Ben annemle babamın da toprak altında bir böcek yığınına dönüşmesini hiç istemem. Ben onların öldüklerini de görmek istemem.

Sonuçta, egosantik bir bakış açısıyla, ve resmen regresyon göstererek, ya hiçbirimiz ölmeyelim, ya da öleceksek birlikte ölelim de cesetlerimizi yaksınlar. Hatta Hindistan geleneklerine göre olsun. Nil nehrine bir sal içinde bıraksınlar, ucu yanan bir oku sal nehirde ilerledikten sonra sala isabet ettirip su üstünde yaksınlar. -Yoksa bu Kızılderililerin adeti miydi? Belki de İnkalarındır?-

17.9.11

%20

"Çürüme" diyormuş Dali resimlerindeki koskoca boşlukların içindeki karıncalı yerlere. Bir de film çekmiş, Lorca ile tuhaf bir ilişkisi varmış, bizce, biz dediğim mensubu olduğum meslek grubunca, adam ayaklı psikotik rahatsızlıklar rehberiymiş de içinden semptomlar dökülüyormuş.
Ben bahsi geçen filmi aramadım, ararsam bulur muydum? Kuşkularım var. Türkçesi "Bir Endülüs Köpeği".



Birkaç gün önce, 20'nin üstünde psikolog bulunan bir gruba soruldu:
-Hayatın % kaçı iyiliklerden % kaçı kötülüklerden oluşur?
-50-50
-60-40
-75-25
...
Bu böyle iyi olan tarafa daha yüksek pay verilerek uzadı gitti. Bir aralık %100'e çıkacak diye korktum. (Evet benim de çakıl taşlarım var yere yayıp yol yaptığım mesela filan.)
Sadece 2 kişi, 89'lu olmaları ve onlardan başka 89'lu olmaması bir tesadüf mü bilinmez, 20-80 dediğinde gelen cevap:
-Think about it!
Belki de üstüne fazlaca düşünmüş olmaktan veya cehaletimize ve gençliğimize verilmesi geren sebeplerden ısrarcıyım. En fazla 50-50 çıkar bu sonuç, o da senin güzel hatrın için.
Belki insan yapaylığının, teknosunun, teknesinin, ya da bilmem ne demekte özgür olunan konun sisteme girişi bulunmadan önce, doğanın doğal dağılımında her şey eşitti ve Ying-Yang felsefesinde de olduğu gibi iyilik kötülük konusunda da bir eşitlik söz konusu olmalıydı. Olayın bir de bezelye gözlemi tarafı var ki hesaba katarsak içinden çıkamayabiliriz.
İşin özünde "fuck the system" diyerek konudan uzaklaşasım geldi. Canım sıkılınca genelde böyle yapıyorum. İyi geliyor.
Şimdi saate baktım da, 21:57 diyor. Bence çoktan 1 oldu.
O zaman, şimdi ben, böyle saçma sapan, ya da değil, öyle gibi-böyle gibi, yeşil çay tadı geldi ağzıma, gidip alıp geleyim.
İşte böyle derken böyle.
Mesela ben şimdi bu çayı alınca anımsadım ki, eskiden inanılmaz sayıda bitki çayı içiyordum. Olayın sağlıkla bir ilgisi yoktu, kahveden ucuzdu, farklı çeşitleri vardı, bir çoğu sigarayla iyi gidiyordu.
Biz bir gün Gonca ile Ziraat'te oturur iken, ben yine böyle bir şeyler içiyordum sanki, YKM indirim kartı dağıtan bir çocuk yanımıza gelmişti, önce "kredi kartçı" zannedip kovacaktık, sonra baktık değil, kendi adıma hiç kullanmadığım bir kart sahibi oldum ve ilk kullanımda %20 indirim kampanyasının tarihi çoktan geçti. O sırada mendil satan çocukların biri geldi, mendil almadık, sigara istedi, onu da vermedik, Gonca çocuğa "Aaa bak kartın tasarımı ne güzelmiş değil mi?" diye sordu, çocuk da "Hiç de bile abla, çok çirkin bi'kere." dedi. Sonra güldük. Galiba içten içe biraz da bozulduk. Böyle basit bir şeye neden bozulduk? Belki de bozulmadık. Belki de benim imajinasyonum, yahut değil. Yine arda kalan meslek mensuplarıma, Orhan Veli'nin edebiyat tarihçilerine yüklediği görevi yüklüyorum.
Bu olayın da niçin aklıma geldiğini hiç mi hiç hatırlamıyorum. Ama sanırım bahsi geçen zaman ve mekan dilimi içinde sallama bitki çayı poşetinin içinden çay kuruları dökülmüştü.


1.9.11

Time Is Up

Şimdi biraz eski sayfaları açtım. Eski derken liseye kadar yani en fazla 8 sene öncesini filan. -zaten yaşım 22.
Geldiğimiz yere bakıyorum, çokluk İzmir'de doğup büyümüş ve İzmir Atatürk Lisesi'ne gelmiş, hocaları bile İzmirli insanlar topluluğuyduk. Start noktamız aynıydı ama farklı parkurlarda koştuk son 4-5 hatta 6 yıldır.
İzmir'de kalanlarımız da elbette epey değişti ama İzmir dışına çıkanlarımız hepten bambaşka olduk sanki. İstanbul'un havasını içine alıp özgürleşenler de oldu, depresifleşenler de. Ankara'ya gidip önce bunaldı bir çoğumuz, sonra Ankara canlarından bir parça oldu, biz onları anlayamadık pek.
O zaman sadece lise öğrencisi idik. Binde bir düşen kara çocukça sevinip altında koşunca kimseye tuhaf gelmezdi. O zaman daha çok kahve içerdim, en çok da kışları. Sigara içenleri aptal ilan eder, okuldan kaçmaz, sosyal etkinliklerden de geri kalmazdım. Ama hep aileyle kavga dövüş, ne işimin olduğunu anneme asla anlatamadığım Kıbrıs Şehitleri'nin kafelerinde, yalan da söyleyemediğimden ancak bir saat kadar oturabilirdim. İlk nargilemi içtiğim yer çoktan kapandı. Şu anda bana fena halde saçma sapan gelen tuhaf ilişkiler dönerdi, bir şeyler sezer ne olduğunu da anlayamazdım. Yıllar sonra, tesadüfen öğrendim bir çok şeyi. İnsanın annesinin haklı olduğunu görebilmesi için onun dediklerini yapmaması gerekir.
Şimdi, hala okumaya devam eden de var, yurtdışında staja ona buna giden de, iş bulamadığından evde oturan da var, ofiste oturup çıkarsa iş yapıp yoksa facebook'ta takılan da. Benim bildiğim ve aklıma ilk gelen, mimar, psikolog, edebiyatçı, doktor, hukukçu, oyuncu, diş hekimi, işletmeci, siyaset bilimci, şef, kimyager, bilimum mühendis (bilgisayar, uçak, makine, inşaat, tekstil, işletme, üretim, yazılım vs.), kaptan, biyolog, reklamcı vs. vs. olmuş/olacak bu kadar insan. Kimi isteyerek, kimi tesadüfen, kimi pişman.
Şimdi, suçun büyük kısmı da belki bende, belki karşı tarafta, belki kimsede değil, nerede bunlar, bütün bu insanlar, facebook olmasa haberim olmaz. Üzülmeli miyim? Bundan da emin değilim. Genelde hatır gönül sebepli etrafımda insan tutmaktan, karşılıklı katlanmalardan hoşlanmam. Yine de kucağında uyuduğun insanlarla yolda karşılaşınca en fazla "Merhaba!" deyip geçmek-ki genelde onu da yapmamak can sıkıyor, sıkmıyor değil. En çok da Pınar Kurdoğlu'na uzaktan "Selam" dediğimde içime oturdu galiba. Görürse ses etsin.

24.8.11

işsizlik zor tabiy.

Üstümde Teoman melankolisi var, bunu dinleyip durumu perçinliyorum. (En başta Okan Byülgen'in "kızgınsın bağa" dediği kısmı yok sayıyorum.) Sözleri umurumda değil. Önemli de değil. Teoman melankolisi işte. Böyle kafa güzel ama uyunmuyor gibi ama uykun da var gibi ve ölümüne yalnız hisseden ama kimseyi de çekemeyen bir kafa hali gibi işte ne bileyim ben öyle anladım yani. Zaten Teoman da artık müzik yapmayacakmış bilmeyenin kalmadığı üzre.
Neyse bu değil konu.
22 yıl boyunca okuldaydım. Örtmen çucuğu olarak başka şansım da yoktu. Bu yıl okulum bitti ve evet daha neşeli ve esprilerle dolup taştığım bir gün yazarım giremediğim yüksek lisansların ısrarla katıldığım mülakatlarını, başvuru süreçlerini filan. Şu anda işim yok. Şu anda mesela önce dil kursu sonra aldığım dil puanının noter tasdiki uçaklar ve otobüs yolculukları, başka insanların evlerinde yaşamak ve aynı yatakta iki gece uyuyamamak bilmem ne bilmem ne de yok. Sapıkça başvuru ücretleri de out of topic. Hepsi bitmekle birlikte sonuç 0 olup aldattığın sevgiline bahane olsun diye söylediğin "ne yapayım kendimi boşlukta hissediyordum" lafını  ağzına tıkman gereken bir boşlukta ve baş ağrısındayım. Yani okul bitti. Mesela Pınar ilk üniversiteye başlayacağı zaman "Sokaktan üniformalı çocuklar geçiyor, kendimi tuhaf hissediyorum." dediği yerin çok ötesinde bir tuhaflık içindeyim. Çünkü hala yaz tatilindeyiz. Ama fark şurda, insanlar gidecekleri yerleri ayarlamaya çalışıyor. Pınar Boğaziçi'ne gitmek üzere olan herkes gibi o telaşın bir ucundaydı, o kadar da dışlanmış değildi. Şu anda ömrümün kalanını burda geçirsem -yazlıkta yani- herhangi bir şey olmaz. Zaten yapacak daha iyi bir şeyim de yok. kariyer.com'a filan cv bırakmanın ötesinde. Onu da yapmak zor değil. Zaten Amerikan Hastanesi'nin yeni mezun psikoloğu almayacağını da bile bile başvurmanın çaresizliği... Gümüldür'de 1500tl maaşla kimsenin bakmadığı, bakmak istemediği insanlarla hoşbeş edebilirdim mesela. Kömür sobası yakar ısınırdım kışları. Yazın da vakit bulursam denize girerdim. Bunu isteyen meslektaşlarım veya böyle bir işi hayal bile edemeyip 3 kuruşa çalışan maden işçileri var bu dünyada. Ama Paris Hilton da insan işte ne yapacaksın.
Okurken okulda öğretilen saçmalıklara çok sinirlenir, bana bir yıl verseler kendimi bu adamların beni yetiştirdiğinden daha iyi yetiştiririm derdim. 9 tane yabancı dil, dünya müzikleri, dünya mutfağı, dünya sineması,  şirödingerin kedisi ve bir takım ebelerin bazı yerlerini bile öğrenirdim yani. Oha senin deden kim yavrum? Miras mı kaldı?
Zaten şimdi alıp 400 Darbe izleyip Truffaut sevemem. Çok yapmacık olur. Tutunamayanlar okuyup aydınlanmaktan farkı kalmaz. Çünkü lise1'de Kafka okumayı akıl edip üniversitede mal gibi evde oturup.... Öf burda zamanında Buket Uzuner sevmiş insanım, Gökhan Özen dinlemiş kasetini almış böyle acayip tuhaf gelen şeyler yapmış biriyim. Öyle yani saçma.
Özetle başım ağrıyor galiba karnım aç olduğundan. Saçmalıyorum bence. 
Yemek ye uyu aq rahat mı battı? 
Güzel bir "Lovesong" versiyonu by Adele

31.7.11

kıbrıs güzeldi

bütün bu yüksek lisans akraba ziyaretleri ve diğer durumların bitimiyle kıbrıs'a hem ziyaret hem ticaret maksatlı gittim. kıbrıs güzeldi tabii, ama çok sıcaktı. kongre güzeldi tabii ama az sonra anlatacağım bazı şeyler bir tuhaftı.
öncelikle bu kıbrıs:
(orda aslında fotoğraf var)
(ya da fotoğrafları çok daha sonra koyayım zira internet 1kbps civarında burda.)
ilk öğrendiğimiz şey kıbrıs'ta hava alanının uzaklarda tepelerin ardında olduğuydu. dışarı çıkar çıkmaz da idrak ettik ki hava 40 derecenin altına düşecek gibi durmuyordu, yanılmadık da. bir kaç dakika daha etrafa bakınınca fark ettiğimiz şeyse şoför koltuğunun türkiye'dekinin tam zıttı yerinde bulunduğuydu. sırf bu nedenle ilerleyen günlerde tersten akan trafiğe alışmakta çektiğimiz güçlük bizi trafik kazasına kurban gitmelere ramak kaldıracaktı. tabiki hayat her zamanki gibi zor ve meşakkatliydi ama sağ salim çıkmasını bildik. neyse ki ölmedik.
güney kıbrıs'ta patlayan trafo kuzey kıbrıs'taki aslında erkek yurdu olan ama kongre vesilesi ile kız erkek karışık bir hale getirilmiş yurdun bahçe elektriğinden de kısmasına neden olmuştu. çünkü girne'nin elektriği güneyden gelmekte idi. birbirimizi seslenerek bulabilmekten başka çaremizin olmadığını yurt dışına açtırılsa da çekmeyen avelardan ve ailemizi vardık diye aradığımızda çeken diğer hatlardaki su gibi akıp giden liralarımızdan anladığımız anlar işte o karanlık dakikalardı. arada bir yurdun bahçesine giren araçların audi, mercedes vb. olduğunu ve hız sınırının üst noktası olmadığı lakin alt sınırının 120km/s olduğunu şipşak çaktık. ayrıca taksilerde mini tvler vardı lakin taksimetreden eser yoktu. yani taksici sizden 5km için 50 tl istese itiraz edemezdiniz.
bir başka pahalı olan şeyse su idi. yemek de bir o kadar fahiş fiyataydı ama en azından porsiyonlar büyüktü. yine de biz her defasında yemekleri paylaşsak yeteceğini unutarak minimum 20 liralık öğünler yedik. özetle hava alanı fiyatları tüm kıbrıs'ı ele geçirmişti. bir küçük çayın fiyatınınsa 4tl olduğunu öğrenince kongrede verilen sallama çayların kıymetini bir kez daha bildik.
lakin kıbrıs hep pahalı, hep sıcak, hep dağ tepe değildi elbette. bir şişe likörün 8 tl, bir 70lik rakının 16tl, bir tabaka mini puronun 5tl'ye satıldığı dükkanlar, girne merkezdeki yat limanı ve civarındaki restoranlar, casinoların renkli ışıkları, alsancak sahilde 9 lira vereceğiniz biranın  sadece 5 lira olması filan paha biçilmezdi. benzinse 2,5 tl civarlarındaydı. asgari ücret türkiye'dekinin 3 katı olup bakkallar günde 3 saat açık kalırlarsa migros'un bir şubesinin bir günde kazandığını kazanabiliyorlardı. o yüzden alabildiğine cooldular. akşamüstü 5'te dükkanı kapattık diyip içerde boş boş oturma lüksüne sahiptiler. herkes zengindi, hemen hemen kimse çalışmıyordu, çalışanlarsa çoğunlukla dışarıdan gelen üniversite öğrencileriydi, bu para nerden geliyordu? bu kadar fantastik arabanın aslı astarı neydi? plakalar neden ev yapımı gibiydi? aklımızın almadığı konulardı.
magosa'da ise bir cami vardı ki aslında tam bir katedraldi. üstüne cami yazınca her binanın cami ilan edilebileceğini ayasofya'dan öğrenemeyen ben bir sonraki örnekte şok olmamayı filan umuyordum. umut fakirin ekmeği değilse neydi alla sen?
kongrede ise çok mantıklı şeyler anlatanların yanı sıra oldukça mistik hatta metafiziğe kaçan konferanslara hatta çalışma gruplarına rastlamak mümkündü. özellikle enerji psikolojisi workshopu adeta reiki'ye giriş dersiydi. hangi çakralar nerde ,suratının neresine vurursan miden çalışır, hangi parmağını birbirine çarparsan kinden uzaklaşabilirsin gibi konularda enteresan bilgilere sahip olduk. hatta öyle ki enerji psikolojisi ile gece hangi kıyafeti giymeli, kimle evlenmeli, hangi halıyı almalı gibi sorulara yanıt alabilmek de mümkündü. fotonlarla insanların sizi düşünmesini sağlayabilir, gıcık kaptıklarınızın enerjisini düşürüp bütün gün kendilerini kötü hissetmelerini sağlayabilirdiniz. ve bu bilimsel bir kongre idi, bu noktada çeliştim ama geçti. hatta bu bilgilerle ebru şallı'nın programına konuk olsam baya izleyici toplarım lan diyerek tv8'e danışman psikolog olup para kazanmayı bile bir an düşündüm. yine de entellektüel bir çevrede olduğumu anımsatan civar dialoglarla kendime gelmeyi bildim.
gelelim deniz güneş kum durumlarına. yat turunu tavsiye ederim. sıcak deniz sevenlere bire bir. kayalı deniz de kumlu deniz de var. koylar temiz ve güzel.
bir diğer konuysa güney kıbrıs'a geçeriz ağbi geyiği. eğer yeşil pasaportum var, güneye de geçerim kuzeye de girerim diyorsanız ve siz tc vatandaşıysanız orda bir durun yiğidim soluklanın hele. zira kuzey kıbrıs'a nüfusla giriş bedava yeşil pasaportla giriş 15 tl. bunun sebebi yeşil pasaport için oturma belgesi filan bedava imiş bir girişte para alınıyormuş. diğer pasaportlarda sıkıntı yok. bir diğer konu ise buraya kadar gelmişken komşuya da geçme olayı. tc vatandaşı olan insan evlatları pasaportunun türüne bakılmaksızın güney kıbrısa kktc'den asla giremiyor. yunanistan üstünden giriş yapmak mümkünmüş. bir diğer yolsa kaçak giriş. ancak dikkat, yakalanırsanız hem yunanistan'da hem türkiye'de hapis cezası sizi bekliyormuş, benden söylemesi.
kıbrıs'ın casinolarıyla ünlü olduğunu da unutmadık tabi. öncelikle 21 yaş üstü olmanız lazım. ikinci şartsa kktc'de öğrenci olmamalısınnız. öyle muhteşem giyinmenize filan gerek yok. makinalarla oynayacaksanız bingoyu tavsiye ederim. en azından size rakam seçme şansı tanıyor. diğer slotlarda sadece düğmeye basıyorsunuz, o da can sıkıcı. kollu makinalarsa tarih olmuş. biz gittiğimizde de casinonun terasında petek dinçöz konser veriyordu, çıkmadık bile. ne çıkalım. petek yanımıza gelsin, parasıyla değil mi?
son olarak da sigarayı kıbrıs'tan çıkarkenki free shoplardan, alkolü de kıbrıs'ın içinden alın. alkol limitiniz 3lt olup el bagajında taşımamanız gerekmektedir. bir de gitmişken hellim peyniri yiyin derim.
son olarak: daçmin goş adadan gaçabiling!

19.7.11

olmamış

saat 11 olmak bilmedi bugün. normalde olurdu bugün hala olmadı. bir şey beklemek ve saat kadranları arasındaki lanetli ilişki!
bu yaz blog yazamadım, ama aynaya da bakamadım zaten. o yüzden tuhaf değil bence. istanbul istanbul ankara izmir çandarlı izmir çandarlı ankara izmir ankara izmir bandırma çandarlı bak yazrın kıbrıs. kullandığım uçak sayısı 0! zor oldu. sebebi yüksek lisans başvuruları, akrabağ ziyaretleri, kongreler. iyi mi kötü mü olduğunu bilmediğim haberse henüz bu gidiş gelişlerin yarısının bitmiş olduğudur.
Boğaziçi ile ODTÜ saymasa da TOEIC de bir sınavınmızdır.
bence 1 dakika var.
hatta 11 ama dünyanın en kötü internetiyle bakalım nereye kadar?
12:20 değişen hiçbir şey yok.
alexander rybak şarkısı gelsin: europe skies
sıkıldım ya f5 f5 basa basa. forbiddenmiş.
gidip giyineyim bari. allam ya.
bu arada ayakkabımı bir köpek yedi, elimi bir kedi tırmaladı, iki yeni tshirt aldım, bir kaç parça çikolataya 40,5 tl verdim, bence kazıklandık ayaküstü ama acelemiz vardı diye oluyor bunlar hep. sonra da çikolatalar akmış çantamda zaten, rezalet. kareokem yayınlanmış, o da ayrı rezillik zaten rezillik diyince aklıma geldi. tek binişlik ego kart isteyen varsa gelsin vereyim.
olmamış.

4.6.11

yine de yoktum

ben bayadır yazmadım. zaten günde bloga giren sayısı ortalama 0,5'e düşmüş böyle olunca. bunun yanında blog da okuyamıyorum zaten. hiç vaktim yok. hiç yok o yüzden mütemadiyen facebooktayım. bi de sokağa çıkıp çay içecek yeni mekanlar arıyorum. çok işim olduğundan yapıyorum bunları. ama hakikaten var. yüksek lisans başvuruları sınavlar ödevler filan var. bu vakitlerin geleceğini duyurmuştum ey ahali.
geçenlerde bir mail geldi hayırdır yazmıyorsun diye sırf o yüzden yazıyorum.
13 ayrı kuramcı adı yazan bir kağıtta adını bildiğim 3 insan var ve benim bunlara mülakata kadar çalışmam lazım. adamlar bilim sınavı yapınca veya mülakatta bir şey sorunca mal gibi kalmamak için. psikoloji okuyup 4 senede okyanusta bir damla öğrendiğini fark edip bir avuç suya doğru yol almak zorunda olduğunu fark etmek ve önünde 4 yılın değil 4 haftanın bile olmadığını bilmek kolay bir süreç değil.
artık abuk sabuk şeylere seviniyorum. eskiden abuk sabuk şeylere üzülürdüm. mesela geçen havaalanından banliyöye bindim, halkapınar'da inecektim. ve iyi ki aliağa'da inmeyeceğim diye sevindim. ama biraz alkol almıştım hani.
geçen de film izliyorum. Maria Braun'un Evliliği (Die Ehe der Maria Braun). bu filmden çıkarılabilecek en son ders "neyse ki 2. dünya savası almanyasında değiliz ve sevdiğim adam hapiste değil, öyleyse günlük ufak kavgalara pek takılmamalı" olabilir. ben bunu çıkaracak başarıya sahibim.
şimdiyse mira nair'in bir filminin incelemesini yapmam lazım. keşke sözlü yapsak. yazacak halim öyle yok ki... üstelik de işletme ödevi var. hem sunum hem ödev hem sınav. üstelik vizesini okumadı hoca. işte insanların hiçbir şey yapmazken karşılarındakinden çok şey istemesi üstelik bunu sırf statülerinden ötürü yapmalarının dayanılmaz hafifliği.
Kaybedenler Klübü'nü izleyen insanlar umarım bir gün yarın ortada "naber abi?" "standart." diye dolaşmaz. allah korusun çok çirkin. hele hele hiç aşinası olmadıkları o yaşam kalıplarına girmeye çalışanlar hiç çıkmasın. kalıp da değil, kalıpsızlık. bir film izleyip hayatı değişen insanlar fante(a)zisi. onlar için her gece ağlarım.
şu dünyada tezer özlü'den kalan son yazılı parçaları da sel yayınları bastı. daha da çıkmaz sanıyorum. bütün kitapları kafka'nın şato'su kadar ancak ediyor. yani mesela elif şafak siyah süt'ü yazacağına tezer özlü o kitap kadar sayfa yazasa imiş. işte yine benim obsesifçe tezer özlü aşkım ve elif şafak nefretim. burda kesiyorum.
sevgili okur sana dinleyecek bir parça da bırakıyorum:
aşk bu değil-birsen tezer
bir sonraki boş vaktimde görüşmek umuduyla.

27.4.11

deneme

YAZINIZ BURAYA

20.4.11

bir hayaletin peşinde

bir vakitler hayatıma dolaylı yoldan girmiş ve yaşamımın bilmeden içine etmiş bir kadın vardı. yılın belirli günlerinde çeşitli sebeplerle benle alakası olmamasına karşın da etmeye devam ediyor.
doğum gününün aldatıldığın kadınla aynı gün olması gibi. hayat bazen içler acısı beybi.
bazen diyorum ki başka yollara sapsaydım, veya sapsam mesela hemen şimdi, ne olur? bütün bunları nereye kadar taşımalıyım? bırakmalı mıyım? aslında taşıyor muyum onlar mı beni taşıyor yoksa benzetme hepten yanlış mı? bunlar hep kafa karıştırıcı şeyler. nefret iyi şey değil ama çok tatlı. hele intikamla birleştiğinde. ama her şey bittiğinde kendin de bir miktar parçalnıyorsun ve işte o anda ellerini kenara açıp, eeee?, diyorsun ki manasızlığın temel taşı tam da bu andır.
bazen öyle şeyler yapıyorum ki kendimi tam bir akıl hastası, sapkın, manyak olarak görüyorum. eğer internet diye bir şey hiç olmasaydı hepimiz bambaşka yerlerde değildikse nedir? şurada anasının nikahını ödediğimiz çevirmeli ağ bağlantıları hala devam etseydi mesela gerektiği kadar internet kullanbilirdik belki. böylece de internet üstünden tanıştığımız insan sayısı azalırdı. bunları neden zırvalıyorum orası da başka, bambaşka bir içsel süreç.
sevgiler.
morpisimelinda.

17.4.11

dün ben doğdum

dün doğum günümdü. sebebini bilmediğim bir şekilde bloga gelen sayısı da çok olmuş dün. enteresan bir gündü, orası kesin. sabah kimsenin hatırlamayacağı bir insan olacağımı düşünerek ağlıyordum gece bardaydım, bar dediğim pub, pub dediğim alkol satan bir çeşit café.
bir aralık bir kadın bana Lavina'yı okudu. doğum günü hediyesi olarak. evrenin bana çağrısı mı, bilemem. "yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin."
aydın boysan neyse ki hala yaşıyordu ben de onu öptüm tatlı yanaklarından. her geldiğinde "size bakınca insan hayat buluyor." diyorum, "işte buuuu hahahaha!" diye kahkahayı koyveriyor. o olmadığında kitap fuarları hüzünlü olacak.
bundan çok yıllar önceydi. sanırım 2006 yılı olacak. ben yine kitap fuarında idim, yanımda yusuf vardı, andaç mı ne yazmıştım ona, üstelik de doğum günüydü. daha çıkmıyorduk. bir sebepten koluna mı girmiştim elini mi tutmuştum yanağından mı öpmüştüm nedir -öyle fiziksel temas içeren bir durum ama fevkalade yüzeyselinden- çok heyecanlanmış bir şey de diyememiştim. masumdu, sakindi, saygılıydı, yaklaşmak ister de yapamaz gibi bir uzaklığı vardı. ve bütün bunların üstünden 5 yıl geçmiş.
birilerinde bir yerlerde dünden kalma fotoğraflar olmalı. artık her şey dijital.
beni seven bazı insanları küstürecek kadar boşlamış olabilir miyim? abartı mı var ortada iş güç meselesi mi? ama bazılarına da ben küskünüm. işin tuhafı, umurlarında değil! ... (burda uzunca sustum) birileri gelir, birileri gider, kimileri ölür, kimileri doğar işte hayat içinde ne kadar neyi var etmek istediğinle ilgili biraz da galiba. sen hayatın kimi yelerinde bir kağıt peçetesin mesela, en iyi ihtimalle bir kaç kullanımlık, halbuki ağaç değil miydin sen ne oldu birden-bilemem.
geçmişe ait anılar, üstlerinden ne kadar geçtikten sonra esas değerlerine ulaşırlar? nadide antikalar mıdır onlar-nedir onlar nedir onlar? dönüp dönüp ölüp.
annem benim yaşadığım her şeyi bire bir yaşasaydı beni gerçekten anlar mıydı? ya da ben onun yaşadığını yaşasam böyle mi davranırdım? bu ne meselesi? Pavlov mu haklı, genetikçiler mi? Freud belki de ya da evrimselse her şey elimizdeki veriler yeterince uzun gelmeyecekti muhtemelen, uzun da değil, u z a k gelmeycekti-işin özü uz'da aslında.
kelimeleri harflere ayrıarak mı öğrendim okumayı yazmayı yoksa harfleri mi birleştirdim kelimeleri üretmek için, anımsamıyorum.
eğer yazmaya ilgim varsa beni kursa almak isterermiş, bir dergi çıkarıyorlarmış, amatör yazarların yazılarından oluşan. dünya kadar amatör yazar var. kaldı ki yazarlığın kursu olamaz. tıpkı yemek yemenin kursu olamayacağı gibi. sizin şık yemek yeme arzularınız varsa onlardan bağımsız söyledim. elbette "şık" yazmak için bir takım kelimeler, teknikler, şunlar bunlar eğretice monte edilebilir. çatalla pizza yemek gibi düşün sen onu.
yeterince büyük kalbim yok bazen.

1.4.11

moriçe olmak

şeytan dürtüğü sonrası google'a moriçe yazdım, a a, o da ne? bir şahıs blog sahibesi kendine moriçe diyor. sinirlendim. o benim adım arkadaşım dedim. çok kızdım. kıza içimden bazı adlar atfettim, sonra baktım moriçe han diye bir han var imiş. eh, bu han ben doğmadan çok çok önce yapılacağına göre, bu blog sahibesine olan kızgınlığım azaldı. hiçbirimiz arzu ettiğimiz öz(n)el'likte değildik. sıkıntı çıkarmadım, oturdum oturduğum yerde.
artık maviçe, kırmıziçe, lilaçe, griçe filan olmaya razı ve hazırım.
ama günün brinde morpisimelinda diye çıkan olursa çok pis döverim olum. fake fake fake!

31.3.11

psikodrama, kısa ve etkili, diğerleri...

Bugün de yatağın duvara yapışık olmasından mütevellit her sabah olduğu gibi yine solumdan kalktım. Hava yağdım yağacak gibiydi, henüz karar verememişti, sanki evlenme teklifi almış da naz yapıyordu ama fazla naz aşık usandırırdı ve görünüşe göre de havanın bundan haberi yoktu. 8:15-alarmı kapa, 8:25-kalksam mı?, 8:35-kalkıp geri yattım, 8:47-artık kalkmazsam kesinlikle geç kalacağımdan kalkıp giyindim ve yarım dilim ekmek yiyerek çıkıp okula gittim. Yolda kaydadeğer herhangi bir şey olmadı, gece gördüğüm rüyayı hayra yormaya çalıştım, yoramadım. Bir yoruma göre "Freud gelse çözemez." bir rüyaydı: Sevgilim, ben ve sevgilimin ağzından cımbızla değil maşayla zor laf aldığımız bir arkadaşı, ki adı Özgür olur, öğrenci evi olduğu her halinden belli bir evde oturmuşuz, gülüşüyoruz. Ama neye? Özgür diyor ki: "Hahaha! Pınar Yusuf seni aldattı." Hep beraber gülüyoruz. Yusuf diyor ki: "Evet sevgilim ne yazık ki seni çiğ göğüslü bir kızla aldattım, kusura bakma. Ahahahaha!" Ve histeri krizine girmiş gibi kahkahalar atıyoruz. Hayır, ben neden atıyorum onu anlamadığım gibi, çiğ göğüs nasıl oluyor hiç anlamadım. Kalkınca ve yol boyu bunu düşündüm. Tahmin edileceği üzre terzi yine söküğünü dikemedi ve sorusuna cevap alamadı.
Grup Psikoterapisi dersine bu hafta da sayfalarca yazacağımı sanarak gitmiştim, oysaki hoca geçen hafta psikodrama için başka birinin geleceğini söylemişti, evde dakikalarla boğuştuğum o yataktan kalkma sürecinde bunu anımsasam direk vurur kafayı uyumaya devam ederdim, ama ne yazık ki... Psikodramada oyuncu değil de seyirci iseniz sıkıntıdan ölürsünüz ve uygulama yapılacakmış. Sıkılmaktansa çıkayım oynayayım onca tecrübenin de hatrına dedim, sabahki rüyayla başlayan zincirin ikinci halkasını da böylece takmışım meğer:
Birinci direktif: Ben güneşim, arkadaşım buz. Açıklama: İnsanlara zaman zaman zarar vermekten kaçınıyor musun? -Evet.
İkinci direktif: Ben buzum, arkadaşım güneş. Açıklama: Herhangi bir baskı karşısında dağılır mısın? -Evet.
Üçüncü direktif: Ben kelebeğim, arkadaşım çiçek. Açıklama: İnsanlar arası ilişkilerde pek sıkıntı yok. -Benim neden haberim yok? (Dördüncü direktif de bunun tersi olup sonuç yine aynıdır.)
Beşinci direktif: Ben anneyim, arkadaşım çocuk. Açıklama: Anneliğe hazır değilim, çok net.
Altıncı direktif: Ben çocuğum, arkadaşım baba. Açıklama: Oidipus kompleksinin daniskası.
Yedinci direktif: Ben polisim, arkadaşım hırsız. Açıklama: Arkadaş hırsız olduğu halde Robin Hood karakterli bir hırsız olduğundan alelade bir rolde bile kendini "kötü" düşünemiyor.
Sekizinci direktif: Ben hırsızım, arkadaşım polis. Açıklama: Kendimi daha iyi hissetmemiştim! Gerçekten. Banka soymuş, suçu da beni aldatan sevgilimin üstüne atmışım. Adam, aylarca hapis yattıktan sonra suçlu olduğum anlaşılmış ve yakalanmışım. Hala da kıvrak bir zekayla işleri pasif-agresifi oynamaya kadar götürüp madur olduğumu ispatlamaya çalışıyorum, inanılmaz da ukalayım. Alacağım ceza da asla umrumda değil çünkü adam boşu boşuna hapis yatmış benim yüzümden, daha iyi ne olabilir? Psikoanaitik kısmına girmeyeceğim bile. Her şey ortada.
Dokuzuncu direktif: Ben yaşlıyım, arkadaşım baston: Yaşlılığımda birilerine dayanma ihtiyacım olacak, ama bunu bulamayacağıma dair sonsuz bir inancım var. Gençliğimde yaptığım hemen her şeyden pişmanım. Yaşlılık bana çok acizce ve keyifsiz geliyor. Bıraksan intihar edeceğim. Dünyadan nefret ediyorum. Az daha üstüme gelinse ağlardım.
Onuncu direktif: Ben bastonum, arkadaşım yaşlı: Sorumluluklara karşı optimum seviyede bir yaklaşımım var.
Eğlendiğim bir gerçek ama her psikodrama seansı sonrası kazandığım içgörü veya bildiğim ama gündemde tutmaktan hoşlanmadığım her konu ışığı görüp gelir ve ben öncekinin iki katı lanet olası bir hayata adım atarım. Farkındalığın ve bilginin çokluğu kaos, acı ve antidepresan olarak halkımıza geri döner. İnsanın başetme mekanizmaları bir süre off durumuna geçer ve yara almaya açık bir hale gelir. İşte psikodrama gibi etkinlikler insanın kendini tanıması için muhteşem yerlerdir. Fakat kişi kaldırabileceğine emin olmadan adımını dahi atmamalıdır. Kısmen kaldırabiliyorum şimdilik sanırım ama 35 yaşına kadar bir kaç epic fail daha yaparsam kaldırabileceğimi sanmıyorum.
Gelelim üçüncü halkaya. Akbank kısa film festivalinin ödüllü filmleri gösteriliyormuş, işim gücüm yok -aslında o kadar çok ki, kendimi kandırıyorum, o ayrı- gideyim izleyeyim bari dedim. Trailer'ı aşağıda, tamamını bulursanız mutlaka izleyin diyeceğim de belki de izlemeseniz daha iyi emin değilim. Dağıldığım andı.
Tüm dünyaya isyanım vardı, kuzenimin dediği gibi "isyankar repçi" olasım geldi. Duvarlara grafitti ile SHUT THE FUCK UP! yazmak istedim. İnsan olduğumdan dolayı kendimi iğrenç hissettim. Hayat, her zamanki gibi, zordu.
Yemek yemek için durduğum bir restoranda, yağmur çiselemeye başladığı anda, iki büklüm yaşlı bir adam konuşamaz, sadece garip sesler çıkarır bir halde, yardıma muhtaçlığın ve kendisinden zarar gelmeyeceğinin açık göstergesi olarak yanımda avuç açtı. Garson "Hadi dedeciğim git buradan." dedi. Aras'ın vaktiyle sık sık eleştirdiği o steril yaşamımızda bu amcaya yer yoktu, tıpkı Almanya'da Afrikalıların yeri olmadığı gibi. Garson da tabii ki polisi oynuyordu. O anda neden psikodramada hırsız olmaktan büyük keyif aldığımı fark ettim. I was the Inside Man beybi.
Yaşlı adam restoranı terk etmeye çalışırken bastonu kaydı ve düşmek üzereydi. Kumpir hazırlamakla görevli çocuk, az önce adamı kovmaya çalışan garsona "Oğlum yardım etsene, düşecek amca." dedi, fakat garson adamın ayağının kayışını sırıtarak izlemeye devam etti. O anda hem garsondan hem kendimden nefret ettim. Çünkü adama ben de yardım etmedim. Gülmedim de ama bu beni haklı çıkarmazdı. Hücre arkadaşı karga tulumba götürülürken yatağın ardına saklanıp seyreden o kokuşmuş mahkumdan ne farkım kaldığını sordum, tek fark kokuşmuşluk düzeyimizdi, benimki daha yüksekti. Etrafımda bana kaba kuvvet uygulayacak kimse olmamasına karşın yardım davranışını reddetmiş, bir insanın acizliğini seyretmiştim. Sonra yağmur hızlandı ve ben o adamın tanrı aşkına nasıl ve nereye sığındığını düşündüm. Ülkenin yürümekte ve konuşmakta zorluk çeken bir yaşlıyı dilenmek durumunda bırakacak koşullarından nefret ettim. Bir kez daha psikodramada canlandırdığım yaşlılık halimi düşündüm, mümkünse o kadar yaşlanmadan ölmem gerektiğini onayladım.
Günün sonrasında başka başka arkadaşlarımın havadan sudan başka başka dertlerine dalıp Esra Erol izledim ve "Cehalet mutluluktur!" sözüne uydum. Banyoya girip steril yaşamımı gerçek anlamda sterilleştirdim. Bir kaç bürokratik mail attım. Annemler geldi. Fatmagül'ün Suçu Ne? izliyorlar. Ben de paylaşmazsam bilinçaltına gideceği garanti olan bu günü mümkün mertebe ölümsüzleştirme işine giriştim. Nasır tutmak, şovalye kıyafeti gitmek, pembe gözlükler takmak filan o kadar da iyi değildir çünkü.

21.3.11

blogumu nasıl buldular?

işte bugüne kadar google'da ne umdular ne buldular? bazılarına çeşitli sebeplerle bayıldım, bold olanlar. ekstra hayranlıklarımı altını çizerek belirttim:

1. morpisimelinda 167 1,34 00:00:46 % 9,58 % 86,83


2. ak güvercin olaydım pencerene konaydım 153 1,06 00:00:09 % 96,73 % 94,77

3. hiçlik felsefesi 17 1,06 00:00:06 % 94,12 % 94,12

4. jean barbur 9 1,44 00:03:18 % 100,00 % 88,89

5. morpisimelinda.blogspot.com 9 1,11 00:01:17 % 0,00 % 88,89

6. "menekşe toprak" 4 2,00 00:00:58 % 25,00 % 75,00

7. morpisi melinda 3 1,00 00:00:00 % 0,00 % 100,00

8. morpisimelinada 3 1,33 00:00:52 % 0,00 % 66,67

9. jehan barbur dinlen bir nefes al 2 2,00 00:15:54 % 50,00 % 50,00

10. pembe pancur 2 4,50 00:02:15 % 100,00 % 50,00

11. pencerene konaydım 2 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

12. söyle nerdesin bal 2 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

13. "ilsa: -sana sonunu bilmediğim iki kelimelik bir hikaye anlatayım mı? 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

14. "irem temiz" 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

15. "kontrolsüz güç güç değildir" foucault 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

16. "kumru kermen" 1 1,00 00:00:00 % 0,00 % 100,00

17. "sen zaten kendin için yazıyorsun" 1 2,00 00:00:58 % 0,00 % 0,00

18. 23 nisan kaçincisını kutladımız 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: TBMM'nin açılışından hesaplarsak 2011-1920'den eder sana 91)

19. abrienda 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

20. ak güvercin olaydım pencerene konaydım 2010 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

21. ak güvercin olaydım pencerene konaydım dinle 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

22. ak güvercin olsaydım 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

23. antidepresan ve alkol 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

24. avrupa artistik patinaj şampiyonası 2010 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

25. ayakkabının ve şemşiyenin tarihçesi 1 1,00 00:00:00 % 0,00 % 100,00

26. aysun doğan 1 2,00 00:04:27 % 100,00 % 0,00

27. bazen bakarsın boş noktaya 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

28. bilkent 1 2,00 00:00:44 % 100,00 % 0,00

29. bioform yaptıran var mı 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: var, ben, oldu tuttu güzeldi. fakat saçı çok yıpratıyor.)

30. bir güvercin olaydım pencerene konaydım 1 2,00 00:04:36 % 100,00 % 0,00

31. bostanlı şafıl 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

32. bostanlı şafıl cafe 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

33. bunlar içinmi kendimi yorcam ben 1 2,00 00:00:08 % 100,00 % 0,00

34. didem uzel lens 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

35. esniyorun midem bulanıyor neden 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: depresyon, gebelik, yorgunluk gibi bir çok sebebi olabilir, önce bir doktora sonra gerekirse psikoloğa görünmeni tavsiye ederim.)

36. gradiva meselesi 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

37. hastayım 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

38. hastayım antidepresan giriyorum arkadaşlar yorumlar 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

39. hic lik felsefesi 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

40. hiçlik felsefes 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

41. ielts de 40 ustunden listening not karsiligi 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

42. izmir ekonomili seksi kız 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

43. jean barbur gidersen 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

44. jean barbur gidersen sözler 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

45. jean barbur hayatı 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

46. jean barbur kimdir 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

47. jean barbur neden 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

48. kendi derdime yanıp 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

49. kendi derdine yanip sen aglarken ben gülecegim 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

50. kendimi bunlar icin mi yorcam ben 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

51. kendimi bunun için mi yorcam ben 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

52. kendimi bunun içinmi yorcam ben 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

53. kendimi onun için yorcam ben 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

54. kendimi senin icin mi yorcam ben 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: kendini kimin için yoramayacağını ve mi'leri yazmayı bir türlü beceremeyenlere gelsin: kendimi bunun için mi yoracağım ben?)

55. kpds ye girenlerin maaşları ne kadar artar 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: kanımca memuriyet yılına filan göre değişen güzel bir miktar artıyor.)

56. kına gecesi 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

57. kız öpemem diyorsa 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: öpmez.)

58. monitera 1 1,00 00:00:00 % 0,00 % 100,00

59. moriçe ne demek 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: Morların kraliçesi demek, ben buldum! isim haklarım saklı.)

60. nil karaibrahimgil - kırık (klip notları 1 6,00 00:01:18 % 100,00 % 0,00

61. nil karaibrahimgil kendimi bunlar icin mi yorcam ben 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

62. nil karaibrahimgil kendimi bunun icin mi yorcam ben sarkisi 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

63. nil karaibrahimgil kendimi bunun icinmi yorcam ben 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

64. nil karaibrahimgil kendimi onun icinmi yorcam ben 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

65. nil karaibrahimgil posteri 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

66. nil kendimi bunun için mi yorcam ben 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

67. nokta resmi 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

68. noktalı yazı yazma 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: virgüllüye ne dersin, ya da ünlemli yazabilir miyim?)

69. odil and dickie 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

70. othello ki destina 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

71. pagan poetry türkçesi 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

72. paradoksik niyet 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

73. paranoid kişilik bozukluğu testi 1 2,00 00:00:23 % 100,00 % 0,00 (M. der ki: bende var yapabilirim ya da devlet hastaneleri ile özel bazı hastanelerde uzmanlar de yapıyorlar ama google'da psikolojik test arama, güvenilirliği ve geçerliği olan bir şeye ücretsiz rastlayamazsın.)

74. pembepancur 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

75. pembepancur.com 1 2,00 00:00:19 % 100,00 % 0,00

76. peme pancur 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

77. pencerende ak güvercin olaydım 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

78. pencerene konaydim 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

79. polonya güncesi 1 2,00 00:00:12 % 100,00 % 0,00

80. ptır pit 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

81. sabina ayakkabı 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

82. starbucks 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

83. sınırda uyusturucuyla yakalananlar 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

84. sız am 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

85. tamam ozaman degel 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

86. tek noktalı yazılar 1 2,00 00:00:39 % 100,00 % 0,00

87. tentürdiyot içip intihar etmek 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

88. tentürdiyot içip intihar etti 1 2,00 00:00:43 % 100,00 % 0,00

89. vazgeçebilirim hepinizden 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

90. white çaklıt moka kahvesinin tarifi 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

91. yazı odasında yolculuklar 1 3,00 00:03:43 % 100,00 % 0,00

92. çankaya sevgi yolu kitap çarşısı nereye taşındı 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: hemen arkadaki büyük katlı otoparka taşındı.)

93. üstümden kapıyı 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: bence kitleyeyim.)

94. üç nokta 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

95. şaşırtan varsayım 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00

96. şemşiye ve ayakkabının önemi 1 1,00 00:00:00 % 100,00 % 100,00 (M. der ki: çooooook!)

97. cache:n3lcbwfuk3yj:tourez.ru/boyumutur/ morpisimelinda 0 0,00 00:00:00 % 0,00 % 0,00

98. morpisimelinda güncesi 0 0,00 00:00:00 % 0,00 % 0,00

sınav takvimi (sadece vizeler)

Fazla söze gerek yok:

17.3.11

end yüüüüü üüü üüüü üüü ar dı volf.

cansu arada bir şarkı paylaşıyor, sonra ben en aşağı bir gece onu dinliyorum.
geçende eski sevgilisiyle yolda karşılaşan bir arkadaş vardı. asla selam vermedi, suratına bile bakmadı. dedim, siz konuşuyordunuz ya n'oldu?, dedi, yooook yoook.
öğrendim ki bir eski sevgili görünürken görünmez hale geldiyse, kişi kendini kaptırmaktan korkar imiş filanmış. inanmam öyle şeylere ben. neden inanayım hem?
bloggerı da açtığımda bu site mahkeme kararı ile kapatılmıştır yazısını gördüm, şaşırıdım. uzun süredir dns ayarları değişmiş bir bilgisayar kullanınca insan hangi sitenin erişime kapandığını bilemiyor. bizzat üstüme alındım önce, sonra dedim yasadışı ne yazdım ki? sanırım artık dns ayarı değiştirmeyi yemiyorlar, ya da en azından benim kodum artık geçersiz. veyahut o tip bir kaç şey olmuştur. ne bileyim ben.
ibrahim tatlıses vurulunca ölecek diye üzüldüğümü itiraf etmeliyim. çocukluğumdan bir parça koparılmış gibi hissettim. nil karaibrahimgil'in jackson öldüğünde hissettiklerine katıldım filan. (ilgili nil yazısı için tıkla!) ama çok sündü konu, ondan ötürü bezdim biraz.
geçende mide fesadı geçirdim. kenya'daki çucuklar "aç bil aç" gezer iken, ben o kadar çok yedim ki, hasta oldum. insanlar bana bir şey yemiyorsun diyorsa da o akşam yediklerimi saydığımda "aman tanrım! filler bile daha az yiyor şekerim." dediler. ya da öyle der gibi bakış attılar. fikir onlara ait. ben kendimi kabul/red durumunun dışında tutarak avunuyorum. daimi çekimserim.
16 nisan doğum günümde açılacak olan 16. izmir kitap fuarını delice bekliyorum. fakat nerde o rus pavyonuuuu, nerde bu "hall"? bi kere samimiyetsiz, bölük pörçük, ayrımcı bir salon bura. üstelik soğuk da. peh. her bir yılı anımsamak isterdim ama mümkün değil. tek bildiğim geçmiş 15 yılın 15'ine de üç gün beş gün katılmış olduğum. hatta ilkinde miydi neydi, trt ana habere çıkmıştım. o vakitler 7-8 yaşındaydım ve çok zeki bir çocuktum. kitap furaı ile ilgili neler düşündüğümü sormuşlardı ve ben de herkes için çok faydalı aradığımız her şeyii buluyoruz tüm çocuklar faydalanmalı gibi tuhaf laflar etmiştim. şimdi bir çocuğun böyle cümleler kurduğunu gördüğümde "kesin çocuğa ezberletip söyletiyorlar." derim. her geçen yıl daha da aptallaştım. misal, daha anaokuluna gitmezken baykal için hizipçi o diyerek siyaset konuşan bir grup öğretmenin lafını kesmişim. sonra onlar da dillerini yutup bir daha asla konuşamamışlar. çünkü 5 yaşındakiler bile siyasetten böylesine anlıyorsa kendilerini değersiz görüp ortamı terk etmişler vs. şimdi sor bana hizipçi ne demek? inan "tdk'ya sor ben sözlük müyüm?" cevabı alırsın, ya da dur bu da benden olsun:

hizip, -zbi Ar. §izb

a. esk. 1. Bölük, kısım. 2. Kur'an-ı Kerim'in her cüzünün beş sayfalık bölümü. 3. top. b. Bir siyasi partinin içinde, partinin izlemekte olduğu ana siyasi çizgiye karşı olan, ayrı bir teşkilat merkezi bulunan ve partinin çoğunlukla aldığı kararlara karşı savaşan parti içi grup, fraksiyon, klik.
Güncel Türkçe Sözlük

hizipçi

a. Hizip oluşturan veya bir hizip içinde yer alan kimse, klikçi: “Gerçi Meclisimebusandaki bağımsızlarla hizipçiler henüz tamamıyla bu partiye mal olmamışlardı.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Güncel Türkçe Sözlük

bu arada karaosmanoğlu ile seyfettin de olmasa kimden örnek verirdi bu tdk bilememekteyim.
yıllar var ki siz giderken ben dönüyordum diyemiyorsun, insanlar seni yakalamış geçmiş. ne politika, ne iktisat, tekinden de bir şey anlamadığım gibi, star ana haber'deki çocuk taksimde beni yakalar da bir şey soruverirse diye aylardır istanbul'a gitmedim. yoksa giderdim. neden gitmeyeyim?

4.3.11

yine sınav mınav

Inception'ın soundtrackleri ödül aldı mı biri söylesin? Ard arda 7 tanesini dinledim beyin travması geçiriyordum! Hans Zimmer bile bir yere kadar.
Zaten o filime de ABD'deki sevgilime kendisinin bir yakın ve cinsiyeti erkek arkadaşı (benim de değil, onun arkadaşı) ile baş başa değil, yine temelde kendisinin bir başka arkadaşı olan ve hemcinsim insanın da bizle geldiğini ve sonra benim hemen kursa gittiğimi filan anlatamadık, bir süre de kabullenemediği bir kıskançlık krizi geçirdiydi. Feci sofistike insanlar olarak filimle ilgili günlerce süren bir tartışmadan sonra birbirimize az da olsa katılıp bu gerginliği başka ve alakasız bir yerden çıkarmıştık. (Uzlaştığımız konu benim filmi yendiden ve dikkatle izlemem gerektiğiydi.) Kıssadan hisse: Ey psikologlar, entellektüelleştirme dikkat edilmesi gereken bir savunma mekanizmasıdır. Bu olaydan bunu çıkarın.
Yarın yine IELTS'ye gireceğim. Öf. Kötü gelirse ÜDS kasmam gerekecek, şaka filan gibi vs.
Ege'de kliniğe kabul almak gibi yeni bir hayalim oldu alakasız yerden. "Bağlasan durmam!" dediğim okulda yüksek lisans yapasım var, çok şaşkınım ama gerçek. Bunlar hep Haluk Hoca gazı. Aradığı en temel kriterin Egeli olmak olmasını tutturmamın verdiği çılgın mutluluk tarif edilemez.
İnsanlar deli gibi ÜDS çalışıyor ya! Oha!
Allahım uykum var.

2.3.11

moriçe evden bildirdi

Mesela senede bir kez bir gece, tek bir gece, sevdiğin adamın/kadının kokusuyla uyanmak vardır ya
Ya da parkta bir çocuk gülümseyip sana el sallar sen de göz kırparsın, sonra o göz kırpmaya çalışır, beceremez de, gülersin filan
Veya en basitinden bir gün de dersin erken biter, hava ılıktır, sevdiğin arkadaşlarınla ağdalı aşk sohbetlerinden bulutlar kadar hafif konulara geçiverirsin göz makyajın yanağından akmayı bitirip boynuna doğru henüz ulaşamamışken
Ne bileyim bahar gelsin istiyorum bence ben. Eli de kulağında ama "mart kapıdan baktırır/kazma kürek yaktırır". Bir de İzmir'de bahar 3 gün bilemedin bir haftadır. Ben, baharı kovalamak istiyorum. Eğer bahar şu anda Avusturalya'da bir yerlerde çiçek açtırıyorsa mesela, ben o çiçeğin açışını görmek istiyorum.
Bu soğuk ve kapalı havalar benim ruhumu da kapatıyor gibime geliyor. Bir nevi işaret uyarıcı gibi: depresyona girilecek! Annenin elinde pijamayla gelmesi gibi tam Parliament sinema klübü sunarken: yatılacak! - en eğlenceli yerinde yapılmaz ki! Penaltılarda akşam ezanının okunması gibi veya: eve gidilecek! Öyle şeyler.
Bu blogu çok boşladım, biliyorum. Ne iyiyim ne kötüyüm bu aralar. İki gün önce berbattım. Hayat çok tuhaf seyrediyor bazen.
Bazı adamlar var, mesela Melih Cevdet Anday gibi, ya elinizdeki kitabı bizzat yazmıştır, ya çevirmiştir, ya da hakkında bir eleştiri yazmıştır. Peki sevgili Anday, nası yani? Hiç mi nefes almadın yahu? Fakat ne başarı! Keşke laptobum ve TV olmasaydı. O zaman en eğlenceli aktivite kitap okumak olurdu ve Anday kadar olmasa da şu ankinden daha çok okurdum.
Ha bir de, tavuk haşlarken içine karanfil, nane, havuç, taze soğan, kereviz, fesleğen filan atın ilk taşımdan sonra AMA sakın ola ki tavuk suyunu kullanacaksanız anında süzüp başka kaba aktarmayı ertelemeyin! Sakın! Şehriye mi içtim karanfil suyu mu anlamadım.
Son olarak: http://www.pandora.com/ başarılı bir müzik sitesi.

12.2.11

Gradiva

Bir gün Gradiva'dan bahsedeceğimi yazmıştım. Kitabın özeti meğer şuymuş:

Bir gün daha uzun söz etmek üzre...

6.2.11

ortaya karışık

orhan pamuk sessiz ev'de piknik yapmaktan söz ettiğinde, ben, eski günleri özledim. ve baharı özledim. hava bahar gibiydi bugün ama ben yorgun hissediyorum.
odamdaki kitaplara bakınca kendimi garip hissediyorum. bunların olsa olsa yarısını okudum ben. son yıllarda hiç okuyasım yok. bir tek carmen'i doğru düzgün bitirdim herhalde.
ben yine bahar günlerinde kampüste yalnız dolaşmaktan sıkıldığım ama kimseyi de gözümün göresi olmadığı, ne istediğimi bilmediğim özetle, anları özledim. bir insana yorgunluk çökmesi kadar kolay ne olabilir ki?
eski mektuplara bakıyorum. okumayacağım. yeni bir mektup gelse heyecanlanacağım bir gerçek ama arkasının aylar sonra geleceğini bildiğimden kanmıyorum.
pırasa aldım. güzelinden almışım. annem beğendi. annem beğendiyse güzeldir. şu hayatta yapabildiğim en güzel şeyin makarna bile değil sadece ve sadece kek olması da ayrı tuhaf. ya da değil. bilemedim.
bence depresyona girmemek girmekten daha zor bir şey. çılgın gibi efor gerektren br şey hatta. hayat boyu depresyona girmeyen her bir insana öbür dünyada şeref madalyası filan verilmeli.
bugün de ne dizi var ne bir şey. muhteşem yüzyıl'la öyle bir geçer zaman ki en güzelleri. küçük sırları babam sevmediği için izlerken diziyi ben çekmişim gibi utanıyorum.
blogger'da yapacağım ödevlerimi de artık. sırf kaydediyor diye. explorer hata verdi ama bir tek harf bile yabana gitmedi. koçum blogger.

25.1.11

annem beni sevmiyor. artık emin oldum. son hareketi çok netti.
ona dört sayfa yazdım yazdım yazdım, tekini bile dikkate almamış, hepsini biliyormuş da ben o kadar şeyi dışarı çıkmaya izin almaya yazmışım arkadaşımla. hiç dinlemediğini fark ettim. ona çok dokunmuş dedemin öldüğünde o arkadaşıma gitmem. hala onun hesabında. diğerlerini görmemiş. dinlememiş o kadar haykırmamı. bileğimdeki kesikleri de ondan sanmış. okduklarını da boşa okuduğunu direk son paragrafı okusa yeteceğini filan düşünmüş. çünkü anlamadı. çünkü benim farz-ı misal bir başkasının evine de gayet gidebileceğimi düşünemiyor. çünkü eğer ona gitmesem başkasına gideceğimi, benim sabah kendi yüzünü görmeye dayanamayacağımı anlayamıyor. benim de kukla filan olduğumu düşünüyor. çekince gelmediğimde iplerimi kopardığının farkında değil. sonunda iyice elinden yitip gidicem farkında değil. çünkü bir anne, bir çay daha içeceğine eve gelseydin yağmur yağmazdı, diye arayıp bağırıp sonra da kızının suratına telefonu kapayacağına, yağmur yağıyor kızım eve gelebilecek misin şemsiyen var mı, alalım mı?, diye sormalı. ama benim annem birinciyi yapıyor. ve ben beni doğurduğuna milyon kere pişman olduğunu düşünüyorum. her pişmanlığında hıncını böyle aldığını düşünüyorum artık. yine de onu seviyorum. ama yakında ancak sevmeye çalışacağım. çünkü benim annem, beni duymuyor. benim annem beni en son 1 yaşında annanneme bıraktığı gibi kaldığımı sanıyor. ona göre ben 5 yaşında filanım daha. çünkü annem ben lise bilmem kaça gidene kadar çalıştığından evde yoktu. eve geldiğinde hep bana bağırdı ve sonra uyudu. uyanınca yemek yedik sonra ben yattım. annem beraber yemek yenen bir varlıktı. ve bitti o günler ama anlamıyor.
anne ben 21 yaşındayım ve bir yere gideceksem zaten giderim 4 sayfa yazı yazmam, eğer okuyorsan diye.

14.1.11

kamer

ben bazen ölsem ölemiyorum yaşasam yaşayamıyorum bu bir sürünme.
kelimeler boş.
bu cümleler klişe.
özledim.
bu daha klişe.
belki "sessizlik sensin geceleri"
olmuyor.
acı çekiyorum. ötesi yok.
"beni sen al, yeminim var"
yetmiyor.
bitsin çok acı çekiyorum.
bazen, gerçekten, bazı anlık öfkelerimin bedelleri, ağır çetin sıkıntılı...
bazen ölsem diyorum, hani ya sırf kurtulmak için, onun bile bedelini ödeyecek cesaretim olmuyor, uyuyorum.

12.1.11

such a perfect day

  • nerde lou reed'in bahsettiği perfect day nerde? yok öyle bir day.
  • bence bugün kütüphaneyi kapatırım. üstelik de hiçbir şey yapmadım. ne güzel.
  • kaç vakit oldu ben kendimi böyle aşağılarda bir yerlerde hissetmeyeli.
  • bazı günler gerçekten yaşamak istemiyorum.
  • tainspotting de olmasa, ne dinlerdim ben?
  • bence artık kavga etmeyelim. gerçekten. kendimi hasta gibi hissediyorum.
  • menstüral silkusumda sorunlar olmasa olmaz mıydı bir de üstüne?
  • bu insan vücudu ne sikim bir şey mına koyayım.
  • üç gün oldu hani? canım sıkılıyor artık, tepem atıyor ve korkuyorum.
  • haytımda ilk defa soslu döneri bitirdim. çünkü kurye getirdi ve 10 lira verdim, sike sike yedim. güzelmiş aslında.
  • bugün de böyle.
  • tarde.
  • kus.
  • öl.

go to hell

söylediği ne varsa çok haklıydı.
söylediği ne varsa o kadar haklıydı ki sürekli kendime lanet ediyorum.
bence ben körüm.
inanmak istemesem de bence her konuda haklıydı.
bence ben yatıp uyuyorum.
ben özür dilerim.
sınavım var sinirlerim bozuk benim.
atılmamış tokatlar, öpülmemiş dudaklar, gidilmemiş yollar, içilmemiş şaraplar.
ve ben kendime hep bunu yapıyorum:

10.1.11

Bazen kendimi Cansu'nun

ama ders çalışacaktım?

Şubat tatili gelse bence herkes mutlu olur. Daha bir tek sınava bile girmeden tatile girmek herkesin hayali değil midir zaten?
Paramız çok olsun, Starbucks'ta her gün kahve içelim mesela. Ya da Gloria'da.
Annem bana dışardan yeme yasağı koydu, gerekçesi: dışardan yiyince geç uyanıyormuşum. Böyle bir saçmalık olmaz olsun diyorum.
Ve yine annem az önce ilk kez izlediğim bir Pokemon bölümüne bunu bin kere izlemedin mi dedi, bambaşka bir anime ile karıştırması da cabası. Zaten 8 sezonluk Gilmore Girls de annem için birbirinin aynıydı. Chuck'a nasıl laf etmedi, bilemiyorum. Asıl birbirinin aynı olan bölümlere sahip dizi Bergüzâr Korel'in Bitmeyen Şarkı'sı. O dizi hakikaten bitmek bilmediği gibi bir de kusturacak kadar kopya bölümlere sahip. Diyaloglar o kadar aynı ki kıyafetler ve çevre değişmese aynı sahneyi bir daha izlediğimi sanabilirim. Ama Pokemon öyle değil. Hatta favorim Avatar-kimse sevmese de.
Bu yıl hem bitse hem de bitmese.
Aslında ben Şubat tatilini o kadar çok seviyorum ki keşke hep Şubat tatili olsa. Yaz tatili gibi bunaltıcı sıcaklar, ne olacağını bilmediğin beklemeler filan yok.
Ve bu kızlara kulak veriyorum mütemadiyen, çünkü tenizmiz esmer ruhumuz sarışın diyesim geldi, oysaki alakasız:
http://lacemesh.blogspot.com/
Öf gideyim de ders çalışayım derken resmen elektrik kesildi. Yok böyle dans!

6.1.11

2011

Bu yıldan beklentim belirsiz. Çünkü ne beklesem tuhaf kaçıyor, çok da emin değilim zaten ne olsa güzel olacağından. Her zamanki hikayeler, kafa şişirmek istemem. bilmeyenlere link verebilirim:
http://morpisimelinda.blogspot.com/2010/10/blog-post.html ve diğerleri işte...
National Geographic'in 2011 ajandası bir harika! Tavsiye ederim. Bir yandan da sadece bende olsun istiyorum. Öyle çılgın çelişkiler içindeyim. Ve resmen biri bir şey sorunca "Bir dakika ajandama bakayım." insanı oldum. İyi mi kötü mü emin değilim. Daha mı yoğun yoksa daha mı düzenli bir hayatım oldu şimdi? Yoksa ikisi birden mi? Neyse kalsın.
Haydi birileri benimle 22 Ocak Cmt günü saat 20:00'deki Carmen Carmen'dir adlı müzikli oyuna geliversin. Othello'ya da çağırırdım ama annem çok ısrar etti, kendisi gelecekmiş, babamı da getirecekmiş.
Ayrıca itirazım var arkadaş Biletix'e düşen her etkinliğe. 30 liranın altında bir şey yok. O kadar zengin miyim sence sevgili Biletix? Lütfen sen komisyon aldığın gerçeğini, ben de babamdan aldığım parayı kimi zaman saçma sapan şeylere hibe ettiğimi kabul edelim ve arada anlaşalım. Sen indirim yap, ben de gidip çikolata almayayım mesela.
Bir de zaten göbeğim çıkmış böyle "fırt!" diye. O sesi duydum ben. Tabi akşam yemeğinin üstüne büyük boy pizza yersen, iki kere öğle yemeği bitirirsen -üstelik ilk yediğini unutup-, hobi olarak kumpire sararsan, her fırsatta çikolataya çereze dadanırsan, sigarayı da bırakırsan -hadi sınav dönemi dolayısı ile arada içersen- o göbek çıkar sevgili Pınar.
Pilatesten sıkıldım, aerobik yapacağım. Aslında eğitmenli fitnessa da gidebilirdim ama işin içinde kendimden başka sorumlu olacağım insanlar olunca yalanlar söyleyip tüm dünyayı kandırmakla dürüst olup herkesi baydırmak arasındaki ince çizgide gidip geliyorum. Genelde dürüst oluyorum ama kısmen de uydurduğum olmuyor değil. İnsan her işi yetiştiremiyor şekerim.
Burdan tüm mektup arkadaşlaırma sesleniyorum, bence öldünüz. Esma için komada denebilir. Ama Pınar ve Cansu kesinlikle öldü. Bir de Onur vardı o n'oldu ey insanoğlu? Öf, bu konu da neyse.
Yine gittim çocuk reyonundan alış-veriş yaptım! Pembe bottan sonra pembe pantolon aldım ki çok fantastik. Bir de hırka aldım Alice Harikalar Diyarında temalı, bir düğmesi tavşanlı. Bir de mor rimel aldım, baya sevindirik oldum. Dilan'ın değimi ile "saçma gibi" bunlardan bahsetmem. Şu anda fark ettim.
Bir fizzy'nin geri gelmesi kaç yıl sürer yahu? we will be back fakat when? back to http://www.stereomood.com/ ! Yapacak bir şey yok, lastfm de skroplayamayıversin ya da stereomood'la anlaşsın veya anlaştı ise beni bu durumdan haberdar etsin. -Zaten emrim olur.
Mor Salkımlı Ev adlı bin yıllık eser neden bu denli pahalı? Biri bunu açıklasın. Melek Hoca çevre ödevinden vzgeçip herkese 100 verse de olur. Gerçi vizeyi okumadı hala. Bu ne rahatlıktır ya 4 yıldır anlamadım. Böh, bu da neyse.
CIV4'teki Ottoman Empire, sözüm sana ve yayılmacı politikana: Yeter ulan! Amma fırsatçı adamsın. Komşum olarak Gandi'yi istiyorum, Süleyman'ı değil. Gerçi sevgili Süleyman okyanus ötesinde olsa yine gelir bir şekil bulur adamı.
Haydi ben ödev yapayım. Bu kadar niyetli handikap yeter cümlemize.