31.10.09

uyu.

bir adam var, yanında uyumak istediğim, öyle güzel kokuyor ki, öyle tanıdık kokuyor ki, sanki doğduğum anda ilk onun kokusunu duymuşum da ömrümce o kokuyu aramışım gibi.
ama uyuyamıyorum.

sylvia ve ötesi


who can be more than Sylvia?
"These are my hands,            
My knees.                            
I may be skin and bone,
who can be more than that?

_______________________

there is an ironi, in everywhere
reading a comic paper and kissing your lover
Do you pity on the comic paper
or do you pity on the kiss?

___________________________

"Yazın kötümserlikten doğar." ve ben yine yazbildiğim bir dönemdeyim_Tanrı kötümserliği korusun!
Virgina veya Sylvia - onlar neredeyse hiç iyi olmamışlardı. Masa üstünde bırakılan kağıtlar ve kocaları...
"Modern Zamanlar" hepimizi eriten.

29.10.09

Orkun? … Orçuuuuuuuuuun!

bunu biliyordum, bundan haberim vardı, ama bu denli ileri gidildiğinden yoktu...

Virginia Woolf, her kadının kendine ait bir odası olması gerektiğini savunur, ben biraz daha büyük düşünülmeli diyorum ve kendine ait bir evi savunuyorum. her eşyanın sadece sizin koyduğunuz yerde durduğu, çorabınızın, kitabınızın, kıyafetlerinizin, yazdığınız yazıların bir yerden alınıp başka yerlere konmayacağı bir ev. çünkü okunması istenmeyen şeyler de yazabilir bazen insanlar, herkesçe görülmesi istenmeyen giysileri de olabilir ve pis çoraplarının lanet kokusunu yine de seviyordur.

veyahut, gecenin yarısında bir adam çalar kapıyı, içeri buyur etmek ister kadın, olamaz mı? uyku tutmaz alkol almak ister, çırılçıplak yatıp uyumak ister, sessizlik ister-ayak sesine bile tahammülü yoktur yani, arkadaşıyla dedikodu yapmak ister gece 3'e kadar, sevgilisi olmayan bir karşı cinsle-ya da hemcinsle-sarılıp uyumak ister, ve tüm bunlar için bir tek kişi bile ağzını açıp soru sormasın ister. Dilediği gibi yaşamak, en azından evinde...

-İnsanlaaaaaaaaaar! Neden öpüşüyorsunuzzzzz?
-Sen neden öpüşüyorsun?
-İstediğim için. Sen?
-Her istediğimi öpemem ki, mesela yolda bir çocuğu çok beğenirim, öpmek isterim ama öpemem. Onaylanmış bir...
-Yani cesaretin yok?
-... Yani...

Cesaretim olsaydı sanırım şu evin kapısını "çat!" diye çarpar çıkardım, param bitene kadar da dönmezdim. Hatta bir iş bulur muhtemelen hiç dönmezdim...
Cesaretim olsaydı bir bebeğim olurdu, babasını bilmediğim…
Cesaretim olsaydı üstümle başımla kış günü denize atlardım…
Cesaretim olsaydı kariyerin, işin, aşın peşinde değil kendi peşimde koşardım…

-Nuriiiiiiiiiii ... Hayriiiiiiiiiiiiiiiiii … Orkun? … Orçuuuuuuuuuun!

26.10.09

af af af af af af af ...

bayan peri bugün bana "affetmelisin!" dedi. daha önce de demişti. belki farkında değil ama, diğer insanlardan önce kendimi affedebilmeliyim.
çok uğraşıyor peri, hem de çok! bugün denedim ama, bir kısmımı affettim. yok sayıp kaçtığım bir kısmımdı. artık aşık olduğum bir kısmımdı. (aşık olunanın bundan haberi yok, öylesine konuşuyorum sanıyor o, moralini bozuyorum hala, umursamaz ya, sarsacağım kendimce karşı umursamazlıkla, yok saymayla, bilmem ki ne denli yerinde?...)
duygu, duygu, duygusal! kumsal'dan öte -sal ekiyle kelime türemezmiş. bir rivayet bunu der.
soru: duygularınız altında ezilir misiniz?
cevap: hem de ne biçim!
dışarıdan bakan "ha ha!" dediğimi düşünür çok büyük ihtimalle ama ben adına şiirler yazdım, çok kapalıydılar.
"sarsak cümleler kuruyorum, kusura bakma."
ben bu adamı rüyamda görüyorum ve bu adam bana "yarın şunu giysene" diyor, ben de onu giyiyorum! bu adam beni rüyasında gördüğünde ben "hıh!"lamıştım resmen.
ama çok şey değişti. konumuzun stocholm'la alakası ne denlidir fikrim yok. istatistiğim kötü, korelasyon hesaplarına giremem, bu işin sonu nereye varır bilemem, tek bildiğim orda bir adam var, bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum-bakamıyorum...
bir insan sözünden kaç defa döner peki? bu 5 mi 6 mı? ne için? ne hakla? neye dayanarak? neye güvenerek? "sorular sorular aklımdaki sorular-at bunları kenara!"
benim yaptıklarım seninkileri götürmezse, tebrik ederim sayın bayan, göze göz dişe diş kavramını yavaş da olsa geride bırakıyorsunuz. böylece günümüz hukuk sistemini de algılamanız kolaylaşabilir zira "öküzünü öldürenin, sabanını kıranın cezası idamdır." günleri çoktan geride kaldı. bu kadar modern ve bu kadar ilkel olunmaz ki...
sen şimdi git otur da kitabını oku. foucault mu okursun, durkheim mi okursun, pavese mi okursun, ben bilmem!
ha bir de, nefes al arada!

tavsite edilen şarkı: dinlen bir nefes - jehan bardur

20.10.09

oha!

oha demek istiyorum. bu kadar mutlu insana oha demek istiyorum. kıskançlıktan çıldırabilirim, haberleri yok. kimisi o kadar da müthiş gözükmüyor, kimine sempatim var bana batmıyor ama bazısı feci içime işliyor. bir oha da bana gelsin! nasıl ya? herkesin hayatı nasıl otobanda akar da benimki patikada sağ tarafı uçurumlu virajlar!
tamam kabul, abarttım.
kuzen de aynılarından yakınıyor, diyor ne bu mutluluk, deli olacağım. tam da üstüne basmıştı! kıs-kaç-lık! (dur teoman'dan dinleyelim) fena fena! ben sevgilimi bile bu kadar kıskanmamıştım. n'aparsın ki facebook var, hayatların içine eden! orası showroom, herkes farkında ya, en mutlu, en cicili fotoğraflarını koyuyorlar. biri vatikan'ı gezmiş, öteki müthiş zoom yapabilen bir makinayla bilmem nerenin çimenleri üzerinde tüy kadar hafif, bir diğerinin sevgilisi elleriyle yaptığı zıkkımın kökünü yine elleriyle aşkına yedirmekte, diğeri saçını kestirmiş boyatmış gözüne lens göbeğine precing taktırmış filan. hu huuuuu! ben mutlu DEĞİLİM! gözüme mi sokman gerek?
n.ş.a., insan arkadaşının mutluluğunu paylaşıp çoğaltmalıdır. ama kendi psikolojisi buna müsait değilse n.ş.a. değildir o artık, bunu belirtmekte fayda var. ve benimki gerçekten müsait değil! yok depresyon değil bu defa, intihar da etmeyeceğim. kızgınım! yoracak beni bu sinir harbi, tükenip kalacağım sonunda, biliyorum ama şu an durum bu.
yine de ilk domino taşını pıt diye düşüren hatayı biliyorum."adisyon başka yerindi, hesabı başka yere ödedim."


Ve kıskançlık, 
Bu zayıflık anında...

19.10.09

sürün(gen)

pes, her gün yazacak bir şeyler mi çıkar? ama çıkıyor...
sürüngenler üzerine mi yazmaktan başlasam bilemedim...
şimdi, biz en ilkel canlılardan olan sürüngenleri pek hoş karşılamıyoruz, insanız ya, aştık tabii, beğenmiyoruz filan.oysaki bu canlıların her şeyleri basit arkadaşım. dolaşım, boşaltım, üreme, rutin hareketler, avlanma, av olma, yaşam alanları vd. ama insan öyle mi ya? her şeyi karmaşa, kaos.
kaosun sunduklarıyla yetin! kafanın dikine gitme! bi bok elde edilmiyor inatla!
bugün öğrendim ki, kimse göründüğü kadar saf değildir. işbu cümledeki saf kelimesi aklınıza gelen her türlü anlamda, evet. nasıl mı?
bir adam varmış, canı sıkılan, sonra bu adamı ciddiye almışız biz bir kaç kız, en ciddiye alanımızın üstüne kalmış adam da, e hayırlısı. fakat adamın iğrençlikleri sıralansa izmir'den ağrı'ya yol olur. yazmaya başladım da yazmaktan sıkıldım sildim.o derece.
mini özetle: adam bilinen rakamla bir üç kıza birden yazmış. durumu fark etmiş olana da "ayıp ediyorsun, yazık ediyorsun, haksızlık ediyorsun" filan demiş. içlerinden en salağıyla -ya da en iyi salak rolü yapanla- da sevgili olmaya karar vermiş, burdan tebriklerimi sunuyorum.
yanlız salak bu şahsın kendisi de, o sebeple dengini bulmuş. aynı topluluktan olmaz ki kızların hepsi. biri duymaz da öteki de mi duymaz? ya kendini süperman sandı, ya kızları gerizekalı. başka iki gerzek daha hatırlıyorum, onlar da eski sevgilileri ile sevgililerini aldatmışlardı, onlar da duyulmaz sanmışlardı.buna ancak gülünür: haha!
evet dostum, çok zekisiniz hepiniz!
neyse, sürüngenlere dönersek. ıslaklar, kışları soğuk yazları sıcaklar, kimini kesiyorsun öleceği yerde çoğalıyor bilmem ne. ama şu insanlardan daha mı iğrençler yani?

18.10.09

gü(nde)zel(lik)

günlük, sıradan, rutin -artık sen ne diyorsan adına- hayat içinde bir türlü kimsenin göremediği güzellikler var. hepimiz kaçırıyoruz bunları.  zaten hepsini yakalamamız mümkün değil! ama orhan veli'ye "nasır üstüne şiir mi yazılır?" diyen tarafımızla yaşamayı tercih edip durduğumuzdan oluyor bu, böyle büyüyoruz çünkü...
nivea sponsorluğunda TEGV çocukları "bence güzellik" diyip kendilerince güzel buldukları ne varsa fotoğrafladılar. koca albümde eva green tipli kimse olmadığı gibi, kimi fotoğraflarda da hiç kimse yoktu! bizimle birlikte içimizdeki güzellik kavramı da kendi çapında büyüyor(!) olmalı...
velhasıl insanoğlu, ben çok kızıyıorum yiten bunca güzelliğe.

çünkü bu akşam güneşi yüzüme vururken, ve ben çocuk parkında oturmuş neye baktığını bilmez, sadece çimenlerin kokusunu duyarken birilerinin üzerimdeki güzelliği göremiyor oluşuna üzülüyorum.

ergenlik çağına yeni girmiş bir kızın, tüm orantısız vücuduna ve oturamamış giyim tarzından doğan garip görüntüsüne rağmen saçını kulağının arkasına atarkenki eline dikkat eden kaç kişi var?
iki sevgilinin kavga edişindeki güzelliği de görebilen var mı? havaya kalkan eller, titreyen dudaklar? o afrodizyakla sonrasında buluşan?
kantinde otururken çaydan eli yanmış parmaklarını üfleyen kişiye dikkat ettiniz mi?
üstünde pijama, tüm gece ağlamış, öğlen 2'de kalkmış kadının sigara içişine ne dersiniz?
aşık adamların bir türlü açılamadıkları kızlara bakmaya kıyamayışları ama bir o kadar da doyamayışları?
martının kanadının suya değdiği an?
"beni aşağlıyorlar" diye ağlayan çocuğun masumiyeti?
çöp konteynırlarındaki yavru ve pis kediler?
dua eden yaşlı kadının beyaz örtüsü ve yukarı açılmış avuçları, hele de o huzur kokusu üstündeki?
histerik kahkahalar atan ve durmak bilmeyen kadının tam da o kahkaha sesleri?
çimenlerin altında kitap okuyan parkalı genç çocuğun gözlüğüne vuran güneş ışığı?
yağmurlu havalarda dize giren kramplar yaşadığını hissettiren?

oysaki verecek ne çok sevgim ve sırf seyretmeye bile ayıracak o kadar çok zamanım vardı benim...

çok mu çirkin kimileri? hele ki kediler değil mi? sigara içen kadın da hoş değil, dua, parka, -ulan- gözlük camı? neresi güzel?
sen öyle sanmaya devam et. "nasır üstüne şiir mi yazılır?".

15.10.09

çıldırmak

elinden bir şey gelmediği oldu mu yoksa her daim hayata karşı motive bir insansın da anlamaz mısın bu durumlardan?
bir yere emek verirsin, gerçekten uğraşırsın, biri dağıtır kucağına hatta suratına atıverir, küfür gibi. sana atan olmadı mı, oldu da duymadın mı?
hiç metale asit döktün mü? nasıl kabarır ama yok da olur. insanlar öfkeleri içinde böyle oluyorlar, dikkat ettin mi? "kontrolsüz güç güç değildir", anımsadın mı?
sen hiç yaşayan birini yitirdin mi? elleri içinde ölüp gittin mi?
"mika dönmüş!"  dediğinde boş boş bakan "yakın"ların oldu mu suratına kez kere kez? anladın mı bunu yoksa sen de mi kalakaldın?
"hayır, iyi bi' yer bu dünya!" dediğinde ille de kötü şey geldi mi başına? "yeter!" dedin mi hiç? sonunda da "mal" ilan edildin mi hiç?
"beni sizler delirttiniz." cümlesini cem karaca'dan duydun mu hiç?
bunca soru bir şey ifade etti mi? etmedi mi?

biterken çalan: yasemin mori - aslında bir konu var

12.10.09

alkol is a sorte bad thing

en son ne zaman içtim? hımmm. ramazandı. (bu ne laçkalık.+yüzsüzlük) bir daha da içmedim zaten. neyse.
bugün sosyoloji perim sarhoştu. gece rakıyı şaraba katıp götürmüş. o kadar çok içmiş ki, öğleden sonra saat 4'te hala kafası bir dünyaydı. olayın süreç içindeki ve sonrasındaki sonuçlarına gelelim:
kusmuş. o kadar çok kusmuş ki sabaha kadar o kusmuş, ev arkadaşları temizlemiş. bu kadarla kalsa süper.
yeni ayrıldığı ve güya şimdi sıftatı eski olan sevgilisini aramış, çağırmış-hatırlamıyor bu kısmı, sanırım ben aradım, diyor. çocuk sabah 8'de bayan periye peynir yedirme çabası içine girmiş, 9'da da evi terk etmiş geldiği gibi. ben gördüğümde yine yanındaydı. nerdeyse her içenin düştüğü hata-eski sevgiliyi aramak...
sabah derslerde ne yaşadı bilmiyorum ama, akşamüstü çevresinde canını yakmak için koz arayan adamların yanında alenen saçmaladığını da gördüm. "benim dirim, aman senin ölün, işte dirim ölüm iyidir ya, bi laf vardı, neydi?" dedi.
uyurken lenslerimi çıkarın, batıyor demiş, bakmışlar uyuyacak, peri, lensler demişler, lensimi çıkaranın gözünü çıkarırım, demiş. bir şey ye demişler, gidin başımdan ben n'aptığımı biliyorum, diye posta koymuş.
hiçbirini hatırlamıyor.

hatırlamayacağım kadar içmedim, hatırlamayacak kadar içen çok insan gördüm.
çok kustum, acizlik olarak gördüm, çoğunu itiraf etmedim.
içtim diye kimseye koz verecek diyaloglara girmedim. umarım girmem.
eski sevgili... içmesem de yaptığım işti zaten. çok aşıktım(?). o da sarhoşluk gerçi...

velhasıl,
kimle,
nerde,
ne kadar,
ne zaman,
nasıl,
ne
(5n1k kuralı)
içtiğin önemli...
makulse durumlar, yerinde olur içmek bazen de.


PS: şu şarkıyı dinleyin:
jean barbur - gidersen

10.10.09

söyle nerdesin bal?

ben sen o biz siz... siz bi gitseniz.
ben şimdi bir şeyler yapacağım, yapıyorum da ama, dolduruyor muyum, cık.
ama karar ver tutamıyorum zamanı.

Mirkelam'ın eski sevgilisinin adı da Pınar imiş. Hatta Pınar Çınar! Velhasıl, Didem Uzel'le aynı sahnede olan Mirkelam'ın hal ve gidişatından rahatsız olan Pınar Çınar, atlamış gitmiş kulisi basmış, ayrı olmalarına rağmen. Ne hakla? 2,5 yılını vermiş, o hakla. Hımmm, demek ki 2,5 yıl yeterince uzun bir süre ayrı bile olsan hak taleb edebilmek için. Demek ki gözünün içine nasıl baktığını çok iyi bilebileceğin bir zaman dilimi ki fena halde canını yakabiliyor da kalkıp bir yerleri basabiliyorsun.

"Bastın" mı sen herhangi bir yeri, de bakalım?
Hı hı!
Afferim yavrum. Bir işine yaradı mı bari?
I ıh!
O zaman basma bir daha e mi bebitom?
Temem.

Bu kadar kolay mı peki?-CIK!

8.10.09

o bir bencil, fakat evcil

canım sıkılıyor. sürekli canımı sıkan şeyler oluyor. ben insanları anlamıyorum, insanlar beni anlamıyor, kimse kimseyle uzlaşamıyor, sonuç felaket. ben banka kartı veya kredi kartı istemiyorum, o da ne, nurtopu gibi iki kartım oluyor, ben kimseyi gaza getirmek ayar vermek istemiyorum, o da ne, isteyerek olmuyormuş, ben bu okuldan bir an evvel gitmek istiyorum, o da ne, önümde daha iki yıl varmış! gittiğim hiçbir yerde insan ilişkilerim doğru düzgün olamadığına ve ben en fazla iki yılın sonunda artık nefes alacak herhangi bir yer bulamadığıma göre sorunun kaynağı ben olmalıyım. teker teker pek çok şeyden nefret etmeye başlıyorum, tabii etki-tepki yasası, onlar da benden... karar veremediğim nokta, durup beklemeli mi çekip gitmeli mi gidilebiliniyorsa? herkes ve her şey varlığımdan rahatsızmış gibi geliyor gittikçe. yalnızlaşıyorum. rahat bırakılan bir yalnızlık da değil bu, kırılıyorum. buharlaşıp uçmak istiyorum. söylediğim her kelime saçmalıktan öte varmıyormuş gibi geliyor, dudaklarımı mühürlemek istiyorum. ölürsem eninde sonunda herkesin bu duruma alışacağını ve bir süre sonra artık kimsenin aklına bile gelmeyeceğimi biliyorum. çünkü insanlar ölülerle değil dirilerle yaşarlar. bir gün kendi ölümlerinin geleceğini yok saymak istercesine matemleri 40 günü geçmez. 40 yıllık ömre 40 gün... ve inatla benle konuşmayı sürdüren, bir zaman canı olduğum ya da hala canı olduğum bu insanların bana nasıl ve neden katlandığını anlamıyorum. çoğunluk n'olursa olsun haklıdır ilkesinden ortada bir gariplik varmış gibi hissediyorum, kaynağını bulamıyorum. insanların birbirlerini bunca aşağılmak isteyişlerini, kendilerinden olmayanı hor görüşlerini, tahammülsüzlüklerini, umursamazlıklarını, körlüklerini anlayamıyorum. bunları ben yaptığımda kendimi de anlayamıyorum. insan denen varlığın neden böyle özelliklere sahip olduğunu çözemiyorum. canını çok haksız yere çok yaktığım tek bir insandan özür bile dileyemiyorum, selam bile veremiyorum hatta. en fazla arkamdan bir daha gerizekalı der ne kaybederim diyorum, ama o kadar çok kaybettim ki artık herhangi bir şeyi görmeyi istemiyorum. insanların avutmalarının sabun köpüğü gibi üç beş dakika işe yaramasına dayanamıyorum. sarılıp uyuyabileceğim, yüzünü seyre dalıp huzur duyabileceğim bir erkeğin olmayışına artık katlanamıyorum. hırçınlaşıyorum, katlanılmazlığım katlanarak artıyor böylece. boşluktan ve çaresizlikten fal bakıp vakit öldürmek istemiyorum. canım sıkılıyor. sürekli canımı sıkan şeyler oluyor. önünü alamıyorum, durmuyor...

6.10.09

bu kırık o kırık değil

yine kendimi berbat hissediyorum. yine en ufak şeyler bile canımı sıkıyor. eski sevgiliyi fakültenin önünde görmek canımı sıkıyor. benim de bildiğim ve beni de bilen insanların yanımdaki arkadaşıma koro halinde seslenip sonra bana "seni görmemişim" demesi canımı sıkıyor. hep aynı dertler içinde çember çizmekten öte gidememek canımı sıkıyor. bütün falcıların hep aynı şeyleri söylemesi canımı sıkıyor. sigarayı bırakmak canımı sıkıyor. insanların yalan söylemesi canımı sıkıyor. her şeyi yalnız başıma yapıp durmam -artık- canımı sıkıyor. 2 sene önce bin türlü dil döküp izin alamadığımdan yanlarında bir saat daha oturamadığım için üzüldüğüm adamlarla, artık pek fazla sınırım kalmadığı halde ortada o adalardan birinin bile kalmamış olması canımı sıkıyor. saatlerce yanında oturup sırf yüzünü seyretmekten bile keyif alacağım insanoğlunun hiç ama hiç umrunda olmayışım canımı sıkıyor. zar zor kurtulduğum depresyon labirentinin orta yerinde düşmekte olduğumu hissetmek canımı sıkıyor. evet ben yine "neye baksam üzülüyorum". ve evet üstüne bir üzüntü daha ekledim, benim baktığım hiçbir şey dönüp bana öylesine bile göz atmıyor. 5 tane kırığım var ve ben 6,6 atıyorum, ama sadece 6lar dolu, birini bile giremiyorum. ve bunca kırığa girsem bile 6,6 dahi kurtaramıyor beni...

2.10.09

ars-ı ulusal

bonobo dinliyorum ve bir arkadaşın fotoğraflarına bakıyorum. itü'de mühendislik okuyor. kız. kız mühendis anladın mı? üstelik istanbul'da okuyor. uluslararası -arsıulusal da diyebilirsin sen- panellere katılıyor. istanbul ama, anlasana, kız çocuğu o, ama ben de...
bu nedenle diyorum ki, iyi bir üniversitede, kesinlikle istanbul'da, bir ayağın da yurt dışında okumalısın. ece temelkuran'ın dediği gibi olursa, insan her şeyi illaki yaşayacaksa, en güzeli tam da öğrenciyken, 20lerdeyken olanı. anladın mı beni?
hiç sanmıyorum...