25.6.09

rüya

bir rüya gördüm, daha doğrusu iki rüya. birbirinden felakettiler, birbirinden acıklı. gecenin içinde kalkıp hatırlamaya çalıştım başlarını, ama sonları o kadar çarpıcıydı ki başını hatırlayabilmek mümkün değil. kanlar her yerde, acı her yerde. seyirci kalıvermek olan bitene. gerçekte olduğu gibi.
ben hep her şeye seyirci kaldım zaten, her şeye... gelene, gidene, ima edene, tacize, aldatana, terk edene, sevişene, özleyene, bekleyene, aşık olana... ne var ne yoksa hepsine. ruhsuz, donuk, hissiz bir bakış attım hep. umrumda bile olmadılar. sonra iyisi de kötüsü de yitip gidince farklarına vardım bıraktıkları etkilerin. kara delikler, dalgalı kumsallardaki ayak izleri, yaş asfalta adını yazmış çocuğun titrek elleri... yaşarken attığım bakışları atamıyorum geride kalanlara. o kadar basit değil izleri yok etmek. günde bir paket sigara bitirerek, umursamazdan gelip sağda solda gezip tozarak, kusarak-kan kusarak, kahve kusarak, acı kusarak...-, ardı ardına sayfalarca okuyarak filan yitip gitmiyorlar.
kusmak. bedenlerin en güzel fizyolojik hareketi olmalı, en mühimi, en önemlisi, en gereklisi, en lazımı... çünkü ancak kusarak zehirlenmekten kurtulur vücut, sadece kusarak. evet, kusmayı kutsuyor ve yüceltiyorum. Sylvia Plath için sıcak bir banyo neyse, benim için de kusmak o:
"New York'un karmaşasından çok yukarılarda, bu kadınlar otelinin on yedinci katındaki küvette bir saate yakın uzandım ve saflığıma yeniden kavuştuğumu hissettim. Vafitze, kutsal sulara filan ihtiyacım yoktur, ama sanırım dindar insanlar için kutsal su ne anlam taşıyorsa, benim için de sıcak bir banyo aynı anlamı taşıyor." (Sırça Fanus, s.24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder