31.3.11

psikodrama, kısa ve etkili, diğerleri...

Bugün de yatağın duvara yapışık olmasından mütevellit her sabah olduğu gibi yine solumdan kalktım. Hava yağdım yağacak gibiydi, henüz karar verememişti, sanki evlenme teklifi almış da naz yapıyordu ama fazla naz aşık usandırırdı ve görünüşe göre de havanın bundan haberi yoktu. 8:15-alarmı kapa, 8:25-kalksam mı?, 8:35-kalkıp geri yattım, 8:47-artık kalkmazsam kesinlikle geç kalacağımdan kalkıp giyindim ve yarım dilim ekmek yiyerek çıkıp okula gittim. Yolda kaydadeğer herhangi bir şey olmadı, gece gördüğüm rüyayı hayra yormaya çalıştım, yoramadım. Bir yoruma göre "Freud gelse çözemez." bir rüyaydı: Sevgilim, ben ve sevgilimin ağzından cımbızla değil maşayla zor laf aldığımız bir arkadaşı, ki adı Özgür olur, öğrenci evi olduğu her halinden belli bir evde oturmuşuz, gülüşüyoruz. Ama neye? Özgür diyor ki: "Hahaha! Pınar Yusuf seni aldattı." Hep beraber gülüyoruz. Yusuf diyor ki: "Evet sevgilim ne yazık ki seni çiğ göğüslü bir kızla aldattım, kusura bakma. Ahahahaha!" Ve histeri krizine girmiş gibi kahkahalar atıyoruz. Hayır, ben neden atıyorum onu anlamadığım gibi, çiğ göğüs nasıl oluyor hiç anlamadım. Kalkınca ve yol boyu bunu düşündüm. Tahmin edileceği üzre terzi yine söküğünü dikemedi ve sorusuna cevap alamadı.
Grup Psikoterapisi dersine bu hafta da sayfalarca yazacağımı sanarak gitmiştim, oysaki hoca geçen hafta psikodrama için başka birinin geleceğini söylemişti, evde dakikalarla boğuştuğum o yataktan kalkma sürecinde bunu anımsasam direk vurur kafayı uyumaya devam ederdim, ama ne yazık ki... Psikodramada oyuncu değil de seyirci iseniz sıkıntıdan ölürsünüz ve uygulama yapılacakmış. Sıkılmaktansa çıkayım oynayayım onca tecrübenin de hatrına dedim, sabahki rüyayla başlayan zincirin ikinci halkasını da böylece takmışım meğer:
Birinci direktif: Ben güneşim, arkadaşım buz. Açıklama: İnsanlara zaman zaman zarar vermekten kaçınıyor musun? -Evet.
İkinci direktif: Ben buzum, arkadaşım güneş. Açıklama: Herhangi bir baskı karşısında dağılır mısın? -Evet.
Üçüncü direktif: Ben kelebeğim, arkadaşım çiçek. Açıklama: İnsanlar arası ilişkilerde pek sıkıntı yok. -Benim neden haberim yok? (Dördüncü direktif de bunun tersi olup sonuç yine aynıdır.)
Beşinci direktif: Ben anneyim, arkadaşım çocuk. Açıklama: Anneliğe hazır değilim, çok net.
Altıncı direktif: Ben çocuğum, arkadaşım baba. Açıklama: Oidipus kompleksinin daniskası.
Yedinci direktif: Ben polisim, arkadaşım hırsız. Açıklama: Arkadaş hırsız olduğu halde Robin Hood karakterli bir hırsız olduğundan alelade bir rolde bile kendini "kötü" düşünemiyor.
Sekizinci direktif: Ben hırsızım, arkadaşım polis. Açıklama: Kendimi daha iyi hissetmemiştim! Gerçekten. Banka soymuş, suçu da beni aldatan sevgilimin üstüne atmışım. Adam, aylarca hapis yattıktan sonra suçlu olduğum anlaşılmış ve yakalanmışım. Hala da kıvrak bir zekayla işleri pasif-agresifi oynamaya kadar götürüp madur olduğumu ispatlamaya çalışıyorum, inanılmaz da ukalayım. Alacağım ceza da asla umrumda değil çünkü adam boşu boşuna hapis yatmış benim yüzümden, daha iyi ne olabilir? Psikoanaitik kısmına girmeyeceğim bile. Her şey ortada.
Dokuzuncu direktif: Ben yaşlıyım, arkadaşım baston: Yaşlılığımda birilerine dayanma ihtiyacım olacak, ama bunu bulamayacağıma dair sonsuz bir inancım var. Gençliğimde yaptığım hemen her şeyden pişmanım. Yaşlılık bana çok acizce ve keyifsiz geliyor. Bıraksan intihar edeceğim. Dünyadan nefret ediyorum. Az daha üstüme gelinse ağlardım.
Onuncu direktif: Ben bastonum, arkadaşım yaşlı: Sorumluluklara karşı optimum seviyede bir yaklaşımım var.
Eğlendiğim bir gerçek ama her psikodrama seansı sonrası kazandığım içgörü veya bildiğim ama gündemde tutmaktan hoşlanmadığım her konu ışığı görüp gelir ve ben öncekinin iki katı lanet olası bir hayata adım atarım. Farkındalığın ve bilginin çokluğu kaos, acı ve antidepresan olarak halkımıza geri döner. İnsanın başetme mekanizmaları bir süre off durumuna geçer ve yara almaya açık bir hale gelir. İşte psikodrama gibi etkinlikler insanın kendini tanıması için muhteşem yerlerdir. Fakat kişi kaldırabileceğine emin olmadan adımını dahi atmamalıdır. Kısmen kaldırabiliyorum şimdilik sanırım ama 35 yaşına kadar bir kaç epic fail daha yaparsam kaldırabileceğimi sanmıyorum.
Gelelim üçüncü halkaya. Akbank kısa film festivalinin ödüllü filmleri gösteriliyormuş, işim gücüm yok -aslında o kadar çok ki, kendimi kandırıyorum, o ayrı- gideyim izleyeyim bari dedim. Trailer'ı aşağıda, tamamını bulursanız mutlaka izleyin diyeceğim de belki de izlemeseniz daha iyi emin değilim. Dağıldığım andı.
Tüm dünyaya isyanım vardı, kuzenimin dediği gibi "isyankar repçi" olasım geldi. Duvarlara grafitti ile SHUT THE FUCK UP! yazmak istedim. İnsan olduğumdan dolayı kendimi iğrenç hissettim. Hayat, her zamanki gibi, zordu.
Yemek yemek için durduğum bir restoranda, yağmur çiselemeye başladığı anda, iki büklüm yaşlı bir adam konuşamaz, sadece garip sesler çıkarır bir halde, yardıma muhtaçlığın ve kendisinden zarar gelmeyeceğinin açık göstergesi olarak yanımda avuç açtı. Garson "Hadi dedeciğim git buradan." dedi. Aras'ın vaktiyle sık sık eleştirdiği o steril yaşamımızda bu amcaya yer yoktu, tıpkı Almanya'da Afrikalıların yeri olmadığı gibi. Garson da tabii ki polisi oynuyordu. O anda neden psikodramada hırsız olmaktan büyük keyif aldığımı fark ettim. I was the Inside Man beybi.
Yaşlı adam restoranı terk etmeye çalışırken bastonu kaydı ve düşmek üzereydi. Kumpir hazırlamakla görevli çocuk, az önce adamı kovmaya çalışan garsona "Oğlum yardım etsene, düşecek amca." dedi, fakat garson adamın ayağının kayışını sırıtarak izlemeye devam etti. O anda hem garsondan hem kendimden nefret ettim. Çünkü adama ben de yardım etmedim. Gülmedim de ama bu beni haklı çıkarmazdı. Hücre arkadaşı karga tulumba götürülürken yatağın ardına saklanıp seyreden o kokuşmuş mahkumdan ne farkım kaldığını sordum, tek fark kokuşmuşluk düzeyimizdi, benimki daha yüksekti. Etrafımda bana kaba kuvvet uygulayacak kimse olmamasına karşın yardım davranışını reddetmiş, bir insanın acizliğini seyretmiştim. Sonra yağmur hızlandı ve ben o adamın tanrı aşkına nasıl ve nereye sığındığını düşündüm. Ülkenin yürümekte ve konuşmakta zorluk çeken bir yaşlıyı dilenmek durumunda bırakacak koşullarından nefret ettim. Bir kez daha psikodramada canlandırdığım yaşlılık halimi düşündüm, mümkünse o kadar yaşlanmadan ölmem gerektiğini onayladım.
Günün sonrasında başka başka arkadaşlarımın havadan sudan başka başka dertlerine dalıp Esra Erol izledim ve "Cehalet mutluluktur!" sözüne uydum. Banyoya girip steril yaşamımı gerçek anlamda sterilleştirdim. Bir kaç bürokratik mail attım. Annemler geldi. Fatmagül'ün Suçu Ne? izliyorlar. Ben de paylaşmazsam bilinçaltına gideceği garanti olan bu günü mümkün mertebe ölümsüzleştirme işine giriştim. Nasır tutmak, şovalye kıyafeti gitmek, pembe gözlükler takmak filan o kadar da iyi değildir çünkü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder