14.3.12

her ne gösterilecekse sen gösterme

Fransızlar ölüme mort diyor. Bizde çok kaba tabiriyle mortuyu çekti deniyor ölene ki bu kişi genelde moruk oluyor.
Şimdi çok alakasız bir şekilde Kieslowski (bu ismi doğru yazabiliyor olmama şaşırıyorum. tekrar tekrar kontrol ediyorum sahiden doğru mu yahu diye.) filmi olan La Double Vie de Veronique'e geçiş yapacağım.
Bakma cânım okur, ben de Fransızca bildiğimden değil. Şarkının sözlerini alt yazısından çıkaramıyorum yani ama en iyi ses sanki bu videodaydı. Her neyse.
Film bir aşk filmi bir seks filmi bir caz filmi bir müzikal bir şu bir bu diye bir ile başlayan bir kategoriye koyamıyorum. Sadece imdb'de "onu seven bunu da sevdi" kategorisi altında çıkan diğer Kieslowski filmlerinden başla şuna rastladım:
Filmi izlemediğim bir gerçek ama gerek bu kısa tanıtım filminden gördüğüm sahneler gerek fonda çalan indie tarzı müzikle filmden beklentim az çok belirlenmiş oldu. Naif, sıcak, samimi, dostluk dolu filan filan bir aşk filmi. Ama La Double Vie de Veronique ile ne yazık ki bir ilgisini bulamadım. Ayrı dünyaların filmleri yani. Konu belki benzerdir -işte yüzeysel bir bakışla müzisyen var, aşk var, güzel besteler var vs.- ancak anlatım bakımından kıyaslanamaz olduğunu düşündüm. Tekrar da söylüyorum Once'ı izlemedim, bir ara onu da izlerim, çok muhtemel de severim. İrlanda yapımı imiş zaten. Hollywood elinden çıksaydı da şuna dönerdi muhtemelen:
Kanımca bir filmi kimin yaptığının farkı burda ortaya çıkıyor. İçeriği benzer yüzlerce kitap var işte mesela. Emily Bronte'nin yazdığı aşk başkaaaa, onunla aynı yıl başka bi kıtada doğan Turgenyev'inki başka. Gibi gibi...
Edebiyatı bir kenara bırakırsak, Music & Lyrics filmini hemen hemen duymayan kalmamıştır. Once konusunda  çok fikrim yok ama onun o kadar da popüler olduğunu düşünmüyorum. La Double Vie de Veronique çeşitli çevreler ve sinema meraklıları dışında kaç kişinin ilgisini çeker, çekse de bunların kaçı keyifle izler  başka başka  konular. Lakin şu var, büyük bütçeli, dağıtım ağı sağlam, kolay tüketilen filmler ciddi bir hasılatla evine dönerken, bütçe daraldıkça, dağıtım zorlaştıkça, filmi tüketmek belli başlı izleyici yetilerine bağlandıkça otomatik olarak hasılat da düşüyor. E çok normal diyeceksiniz. Evet doğru çok normal, La Double Vie de Veronique 2 milyon dolar, Once 9,5 milyon dolar ve Music and Lyrics daha girdiği ilk haftadan 50 milyon dolar kazandırmış. (Bu arada diğer iki filmin toplam hasılatı o yazdığı kadar, ilk haftası değil)
Rakamları bir kenara bırakalım da asıl sıkıntıya gelelim. "Haydi sinemaya gidelim." dediğimiz bir günde gidilecek salonlar belli başlıdır. İzmir için Forum'dur, Pier'dir (Pier dediğime bakma Cinebonus sineması), Agora'dır dır dır dır. Buralarda da bizi müthiş ağlatan, eski sevgililerimizle yaşadıklarımızı anımsatan, belden aşağı "komedi" ögeleri içeren yahut vatani duygularımıza hitap eden Türk yapımı filmler ile Hollywood menşeli olanlar bizi bekler. Araya kader bu ya bir iki tane farklı film ayda yılda bir çıkabilir, belki. Sonra önceden film seçilmedi ise bir film seçme telaşı başlar. Bazen 7-8 bazen 4-5 filmden birinin seansını da uyduracak şekilde seçeriz. Keyfe  keder "popcorn"larımızı da arkadaşlarımızı aldığımız gibi yanımıza alır, en az 30 dakika süren TV'dekinin on katı uzunluktaki reklamları izlemeye başlarız. Film başlamadan popcorn biter, zaten pop olan her şey çabuk bitiyor, neyse. Film arasından sonra bir reklam kuşağı daha. 3 saatin 1 saatini reklama, 15 dakikasını araya 5 dakikasını ıvır zıvıra verdikten sonra çıkar gideriz.
Filmi seçen kim diye sorarak başlamak istiyorum. Gerçekten dünya üstünde o aralar 8 -hadi 10 tane diyelim- film mi yapıldı? Yoksa sizin izlemenizin uygun görüldüğü filmlerin toplam sayısı anca bu mu?
"Ben bunu giyeceğim bana ne!" diye inat dönemindeki ağlayan çocuğu kandırmak için annelere şunu öneririz: "Sen 4 tane kazak koy önüne, o da kendi seçiyormuş gibi dördünden birini giymeye ikna olacaktır. Çocuğun önüne bütün gardırobu koyarsan kış günü askılı kollu da giyer, parmak arası terlik de!" Bu analojiden de anlaşıldığı gibi 4 yaşındaki çocuktan farkımızın kalmadığını belirtmeye gerek var mı? Yok.
Aldığımız popcornların da fahiş fiyata olduğundan tut da kasten bol tuzlu yapılarak 2 katı fiyatına satılan sulara dadanmamızı sağlamaları ticaretin emri.
Reklamların bitip tükenmezliği ve sinir bozuculuğu herkesin yakındığı lakin çıkınca unuttuğu bir mevzu. İşte sinema salonları öyle büyülü ki sandalye üstünde Kieslowski izlemeye benzemez.
Ayın cânım sinema severler. Alternatif mekanlar arayın sizlere daha iyi filmleri daha ucuza hatta bedavaya gösteren yerler var ülkemizde. Reklam yok, popcorn yok. Bazen kahve var.
http://web.deu.edu.tr/desem/n_guncelfilmler.php
http://ebrukepsutlu.blogspot.com/
http://www.izmirsanat.org.tr/sinema.asp
http://ellinciyilkoskufilmleri.blogspot.com/
bir de yazları havagazı fabrikası, yeniden sinematek gösterimleri var.
Benim bildiğim, İzmir'de olan...
İyi seyirler.

3 yorum:

  1. işte olduğum şu, bu dediğin görselleri göremedim ancak anladım sanırsam. Once kesinlikle beğeneceğin ve müzikleri duruşuyla sarsacak bir filmdir.
    Kieslowski'den blue ve red'i izledim. Etkilenmemek elde değil ama bak unutmuşum devamını da La Double Vie de Veronique ile yapacağım kesindir.
    Sinema salonları ile ilişkili eleştiri ve geliştiri içerikli yorumun yerinde ve benimle aynı görüşlere sahip. ki sinema sever olarak hala çok gerekmedikçe evde izleme taraftarı oldum sonunda... ev rahattır, ortam senindir, mısır da, kola da, sigara da, kahve de senindir :)

    YanıtlaSil
  2. ah ah hep kahire'nin mor gülü'ndeki kadın gibi bekledim perdeden biri çıkar diye, umudumu yitiriyorum :)
    ben de bu büyük şirketlerin gösterim yaptığı yerlere gideceğime üniversiteler ve belediyeler bünyesindeki gösterimleri tercih ediyorum. bazen dvd'sini bulamadığım filmler çıkıyor karşıma. sevindirik oluyorum.
    yine de evin yeri başka. ev candır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bulamadığın film olursa söyle bakarım bende, madem geliyorsun faydamız olsun :)

      Sil