28.6.13

almanya'ya sevgilerle

şimdi aklına tek bir şey geliyor. bütün o sessizlik ve mutsuzluğunun altında, öğrendiği ama sustuğu bir şeyler mi var? diğerlerinden gelen sorular olup bitenlere mi referans? paranoyaklaşmak kaçınılmazdı.
korkuyorsun. yitmiş bir cesaret ama kabullenmişlik. sora "evet" deyip bavulunu alıp çıkacaksın gibi. yani lafın gelişi öyle bir his veriyor. lisede yaptığınız durum doğaçlamalarındaki gibi. senin kafanda savaşlar oluyordu ama sahneye beraber çıktığın adam sadece masa altına saklanmış küçük bir çocuk olduğunu düşünmüştü. ayrıntıları düşünmekte iyiydin belki ama niyetleri anlamakta başarısızdın. hala da başarısızsın. sana yalan söyleyecek değilim.
-keşke biraz daha gülsen.
-dünyada gülünebilecek o kadar çok şey var mı ki?
-istersen bulursun.
oturup bir yerde onlarca liralık yemekler yiyorsunuz. bazen güzeldir de. aslında ara sıra yapınca hep güzel ve eşsiz oluyorlar. "ne kadar tutabilir ki?" cesaretini verenle, böyle yerlere kimi zaman gitmek gerektiği alışkanlığını edindirenler başka başka insanlardı.
-bak, ileride çok param olursa böyle bir yerde yemek yiyeceğim.
-e, gel gidelim ne kadar tutabilir ki?
-ya saçmalama, ben gelmiyorum.
garsona: -pardon, arkadaşım çok pahalıdır diye buraya oturmak istemiyor da, acaba onunla konuşabilir misiniz?
-tamam tamam geliyorum.
yıllar sonra, yine böyle bir yerde, hatta galiba aynı yerde, işe girip iki saat sonra önlüğü çıkarıp işi bırakmış. "insan ne yapamayacağını bilir." demişti.
şimdi olması gerektiğinden fazla değer verildiğini düşünüyorsun. "hayır" diyorsun, "o ben değilim, gerçekten değmez." çoktan verilmiş bir kıymeti geri alamıyorsun, nefreti alamadığın gibi. sadece yitirmesi kolaydır diye düşünüyorsun. başka türlüsü 24 yıldır yaşadığın bu dünyada gördüğün şeylere bakacak olursan imkansız geliyor.
insanlar bir yerlere gitmeye devam ediyorlar. belki görüp görebileceğin en...
anlamlı bakan mavi gözler daha önce de görmüştün. mesela yengenin gözleri. fakat bu biraz tedirgin ediciydi. tedirgin ediciliği nereden geliyordu, bilemiyorsun.
hep aynı tepkiyi veriyor bedenin, miden bulanıyor.
hayalinde konak'tan eşrefpaşa'ya çıkan o yokuştaki çay bahçesinde oturmak var. müthiş bir manzara ama nasıl. otobüsün o yokuştan kıvrıla kıvrıla inişini ilk kez yeşilyurt'tan sıkıldığında kalkıp gidince fark etmiştin.
çocukken hep hasta ve soğuk. bir de sıkılmışlık vardı. her şeyden sıkılabilirdin. boya yapmak biraz oyalasa da bir yerden sonra onulmaz bir baş ağrısı duyuyordun. hastane koridorlarında sedyeni itekleyen annen ve buhar makineleri. rahatça nefes alabildiğin nadir anlardı. ne yazık ki kütahya'da çok fazla bulunan aletler değillerdi ve nöbetleşe kullanmak lazımdı. hala hatırında kolonyalı mendillerle makineyi silen ve 15-20 yaş daha genç annen. yıllar boyunca annen sana, sen de annene haksızlık ettiniz. freud, hep haklıydı.
basbayağı bir başkasına aşık bir adamla oturup çay bile içmek istemem artık. mesele benim öyle bir adama olan durumum da değil. hep o gölgeleri hissediyorum böyle adamların yanında. keşke benim yerime onunla sokaklar boyu yürüselerdi diye geçiyor iç. sanki yıllar yıllar boyu oturduğun yerde, başının ardında başka bir kadın varmışcasına bakan kimseler olmadı mı? insan böyle bir şeye neden? ve sonra dönüp neden?
küçükken de hep böyle sorardım. neden neden neden NEDEN? AMA NEDEN? bazı şeylerin açık seçik söylenebilecek sebepleri olmadığını öğrenmek, aynı soruyu ısrarla sormaya engel olmuyormuş. bir de "ne istiyorsun?" var, utanç...
avrupa'da gidilecek çok ülke varken, herkesin aynı yere gitmesi ne tuhaf şey...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder