18.6.13

perşembenin gelişi cumadan evvel olur

dünya üstünde çok şey oluyor, mesela bunlardan birisi de aşık olmak.
sen aşka, öpücüklere, sekse, heyecana, hayranlığa belki, dünyadaki tek varlığın vs. vs. olduğuna inancını yitirmişken.
sonra bütün kadınlar hep böyle yani, balerin ve ilayda, özür dilerim sevgilim, onca yıl sonra hala!
sonra annenin yazdıramadığı yahut yazdırmadığı bale kursları ve ritim duygusunun ötesindeki müthiş fiziksel yeteneksizliklerle dolu spor dalları denemeleri.
hımm... evet şekerim daha ne denebilir ki?
bazı günlerde dans etmişizdir. bu bazen bar, bazen ev, bazen fuar'ın çimenleri, bazen de ege'nin kampüsü olabilir. insanlar kimi zaman eşlik etmiş, kimi zaman izlemiş, kimi zaman cık cıklamış, bazen de eşlik etmekte çok başarısız olmuşlardır. fakat ezme ile basma dışında hiçbir folklorik dans figürü bilmediğimiz bir yana, 23 nisan provalarında "salsa hareketi" diye öğrendiğimiz ve adını asla bilmediğimiz iki hareketi de salsa hareketi olduğuna emin olmadan yer yer yaptık. bir de ayakları makas yapınca twist, deli gibi yere vurunca step dansı yaptığımızı iddia ettiğimiz olmuştur. bir ara da tango kursuna yazılalım dedik, sonra izmir'e döndük. fakat yine de işin sırrı onlarca yıldır her türlüsünü (su olsun, buz olsun, düz olsun) -sığlığın doruklarında- izlediğimiz balededir. biraz da opeth dinleyebilmekte.
bunca farklı insanın bir yandan göze hoş görünmesi ama hiçbirinin yeterince hoş görünmemesi de bundan mütevellittir. örneğin birinin hayatında paradoksal olarak yer işgal etmek isterken aynı zamanda sırf iş olsun diye de bunu istemek, yani bir nevi özünde egosal ihtiyaçlar azizim -ki daha neyin egosuysa işte. sonra gidip üzülebilmek de başka bir şey. sonra o kadar da değilmiş, diyorsun.
bir yandan her şeyin manasını boşaltan senken öbür yandan bütün bunlara yüklediğin anlamların çokluğundan midesi bulanan da sensin. evet, belki de bir süre boşalmalıydı, çünkü çok uzun süre çok doluydu.
işte böyle hep geç kalmışlık hissi büyüyerek artıyor. saat 9 uyanmak için geç, saat 11 işe gitmek için, saat 5 öğlen yemeği yemek, saat 7 işten çıkmak için geç, saat 12 kitap okumak, 2 eve dönmek, 4 uyumak için çok mu çok geç.
sürekli arkana bakarak yürümek önündeki her şeye geç. belki de bu yüzden hoş ama zevksiz, haydi zevksiz de demeyelim, gereksiz ve bir o kadar anlamsız hatta tatsız, evet tatsız geliyor 10 sene yahut 4 sene sonra yapılan dönüşler.
"hayatımızda olan adam mutlaka şiir sevmeli, değil mi?"
bizzati şiirlerden soğuyalı ve pek çoğunu abartılı bulalı kim bilir kaç sene olmuş?
"somewhere over the rainbow"
belki de budur, gökkuşağının ötesinde bir yerler. finlandiya?
direnmek bize yarıyordu çünkü depresifliğimizi unutabiliyorduk, sadece, sebepsiz yere yorgunum ama, diyorduk.
son olarak, oturduğumuz yerde konfetili-fişekli bir pastalı kutlama, önce evlilik teklifi zannediyoruz, sonra kızın doğum günü, biri "oğlanın doğum günüymüş." diyor, şaka çok komik diye gülüyoruz, şaka değilmiş, görüyoruz. "vay be" diyoruz, "ne kızlar var arkadaş!". kendi özelimizde 7 yıldır o kızın yaptığını yaptığımızı fark edip evlerimize dağılıyoruz. bunu anlamak bir kaç saat alıyor.

not: telekinezi ile başbakanı öldürmeye çalışmıyorum ama şaşırtıcı zihinsel şeyler var, çünkü canım, inan bana bu başlık senden önce de vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder