16.1.10

ortaya karışık bir gün

grooveshark'a herhangi bir kelime yazıyorum, sonra o bana şarkılar veriyor. bugün "yan" yazdım, sanırım çince belki de japonca bir şeyler çıktı. jazz mıdır türü nedir, pek de anlamadım. eskiden anime izlerdim, o günleri anımsattı. sene 2007 mi ne ben anime izler iken. en son da kampuste anime günleri düzenlenmişti, orda yarım yamalak da bir film seyretmiştim. arkadaşlar arasında varılan nokta: "abi bu japonlarda aşağlık kompleksi var. hepsi küçücük gözlü, kısacık boylu, siyah saçlı adamlar, animeleri koca gözlü, uzun bacaklı, sarışın kızlar dolu!" bir daha anime izlemedim. ama ay savaşçısı'nın yeri bambaşkadır.
d&r'a iş başvurusunda bulundum. "iş tecrübeniz var mı?" dediler. "yok..." dedim. "neyse, alın şunu doldurun yine de." dediler. pan kitabevi'ne iş başvurusunda bulundum. "patron yok şimdi ama daha sonra uğradığınızda belki olur. bu arada iş tecrübeniz var mıydı?" dediler. "yok..." dedim. "hımmmm, o zaman biraz zor sanki ama..." o sırada adamın telefonu çaldı. "neyse, sağolun." dedim. başka yere başvurmadım. iş tecrübesi mühim mesele. sen iki üniversite okuyor ol, bilmem kaç tane bilgisayar programını iyi düzeyde kullanabil, yabancı dilin olsun, gönüllülük faaliyetlerinde bulun... hiçbir ehemmiyeti yok. çünkü hiç çalışmadın. dahası, hiç çalışmadığın için işe de almıyorlar ve hiç çalış(a)mamış olmaya devam ediyorsun. bu önüne geçilemez handikaplarla dolu bir paradigma.
sonrası en mutlu olduğum an karşıyaka-alsancak vapuru. çay, kitap, gün batımı, deniz! yine de tuhaftır, bir şeyler eksikti. sanırım vapurda çekilen son ülker reklamının bünyede yarattığı etki idi bu. ne hala çocuk olan bir amca, ne aşkı ilk kez-ya da birkaçıncı kez-keşfedebileceğim bir sevgili, ne gofretimi paylaşabileceğim yaştım bir şahıs -ya da daha mühimi paylaşacak gofret- ne de bu gibi kimi şeyler yoktu. ne? biri sigara yasağı mı dedi?
bir de ben starbucks'a girince kendimi fena hissediyorum. bu 3.gidişimdi ve "nasıl kahve alınır?"ı ancak kavrayabildim. white chocolate mocha da diyemiyorum, dilim dolaşıyor. önümdeki kız bütün tatlı ve kahve çeşitlerini çatır çatır sayıp aldı. benim ağzımdan çıkan: "küçük boy vayt çık, ııımh, çakl. of ya! çaklıt mooo-ka!" evet ingilizce okumayı öğrendim orda. beyaz çikolatalı moka diyebilirdim belki. neyse ki adam anlayışlı çıktı, ne istediğimi anladı, verdi. ben de alıp dışarı çıkabildim. kaçabildim belki daha doğru olur. dışarıdaki en son masaya oturduğum ve sırtımı starbucks'a döndüğüm düşünülürse... o sırada alsancak kahve diyarı'nın da nereye taşındığını öğrenmiş oldum. iki hafta önce bütün kordon'u üç kere talan edip bulamamıştım. starbucks'ın karşısına taşınmış. aralarındaki farkı da söylmek gerekirse: neredeyse aynı parayı verip kahve diyarında kahveyi ayağınıza istiyorsunuz. ama starbucks yine de daha karizmatik gibi gözüküyor. çünkü amerikan. bir de bardağın üstüne adınızı yazıyorlar. pazarlama tekniği: insanlar adlarını duymaktan hoşlanırlar. böylece aile ortamı da oluşturup bağlanmanızı sağlıyorlar. ayrıca siz kahveyi sade seviyorsanız "ah sade kahve kahvenin özüdür zaten." diyorlar, bol şekerli seviyorsanız "evet, kesinlikle en güzeli bol şekerli, diğer türlü çok acı oluyor." diyorlar. eninde sonunda bir bahaneyse sizin zevkinizi övüyorlar. verdiğiniz paraya değmiş oluyor, kazıklanmış filan olmuyorsunuz 333ml kahveye 4 tl verip. "çünkü siz buna değersiniz."
ve aklıma starfucks yazılı t-shirte izmir ekonomi'li bir kızın verdiği tepki geliyor: "aaaa, salaklar yanlış yazmışlaaar! starbucks oooo, be'le yazılıyo!"

8 yorum:

  1. bugün starbucks'ta işten kazandığım yegane şey olan ticketlar ile anneme bir şeyler ısmarlamak istedim, ayın başından bugüne kalan ticketlarım iki kahveye ve yiyecek bir şeylere yetmiyordu. bunun sonucunda sıra bana geldiği halde "hala düşünüyoğğrum bisssaniğye" dedim baristaya. o esnada yarım cupcake ile kahve ikram ettiler. bugün hizmette sınır yok dediler bi de. sonra düşündüm ve fark ettim ki bugüne kadar starbucks'a harcadığım paraya biraz destek yapılsa 2. el araba alabiliyormuşum. çok üzüldüm ve cupcake ile çay alıp annemin yanına gittim. -384 derece soğukta oturup çay, KAPKEYK ve sigara tükettik. çayımızı bitirmeden de gittik. 12 liralık ticket verdim. 50 kuruşumu geri vermediler ticketla ödedim diye. iş tecrübesi ve starbucks'ı aynı çatı altında birleştiren anımın sonuna gelmiş bulunuyorum. sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. of. sanırım 3. gidişimde sistemi öğrenmemle yetinip daha fazla gitmemeliyim. hoş parliament de 7,25 zaten... ki işim de yok. sanırım bu gidişle olmayacak da :)

    YanıtlaSil
  3. ben winner slim'e geçtim, tadı hoş, fiyatı da 4.5 lira. lakin sevgilimin yaptırımları sonucu sigarayı bırakma yolundayım o da var. :)

    YanıtlaSil
  4. sevgili hayat kurtarır diyorum :) hem 4,5 lira hem akciğer, hem hastane masrafı. üstelik sigaraya ihtiyaç duyduğunda seni öperek geçiştirebiliyorsa baya başarılı demektir :)
    winner hiç denemedim, dur bir dahaya ondan alayım.

    YanıtlaSil
  5. sigara içtiğim zaman beni öpmemek gibi bir eyleme girişti. ve baya etkili olacak sanırım. :)

    YanıtlaSil
  6. o da makul tabi :D "kızı öpünce tütün yer gibi hissediyorum yahu!" diyen bir arkadaş da aynı protestoyu gerçekleştirmişti. etkili epey :)

    YanıtlaSil
  7. Starbucks Coffee olarak her misafirimize, tercihlerine ve isteklerine göre, onlara özel Starbucks Deneyimini yaşatmak hedefimiz. Bunun için, en iyi kahve çekirdekleri ile hazırlanmış içeceklerimizi, misafirlerimizin damak tadına göre kişiselleştirerek, kendilerini en rahat hissedecekleri, iş ve evlerinden sonra “3. adresleri” olarak tanımlayabilecekleri bir ortamda sunmak için çalışıyoruz. Starbucks Deneyiminin en önemli temeli, baristalarımızın misafirlerimiz ile olan ilişkileridir; baristalarımız sizin seveceğiniz içeceği bulmanıza yardım etmekten ve hazırlamaktan mutluluk duyacaklardır. Size özel, keyif alacağınız Starbucks Deneyiminizi yaşatmayı diliyoruz.

    Kumru Kermen
    Asistan Marka Müdürü - Müşteri İlişkileri
    Starbucks Coffee Türkiye

    YanıtlaSil
  8. bu yorumu görmemiştim. yani kumru kermen olan yorumu. starbucks asistan marka müdürü bloguma yorum yazdı vay canınasu. ben de aynen yukarıdakinin altyapı versiyoununu sunmuştum zaten. katılıyor ve destekliyorum sayın kermen. ama kabul edelim ki pazarlama ve reklamcılık kısmı bu işin. ve tespitlerimi yanlışlayabileceğinizi hiç sanmıyorum. asistan marka müdürü olarak benden iyi biliyorsunuzdur zaten. benimki naif psikolog bakış açısı sadece. ayrıca, marka adı internet üzerinden çok rahat yayılabildiği, övülebildiği veya yerin dibine sokulabildiği için bunun takibinin yapılması gerektiği de sık sık üstünde durulan konulardan birdir. kimi şirketlerin bu nedenle çok büyük kayıplara uğradığını biliyorsunuz, bu açık ki her blogda adınızı görmek mümkün. yine de pahalı olduğu gerçeğini değiştirmez. pazarlama tekniklerini sonuna dek kullandığınız gerçeğini de değiştirmez. sosyal sorumluluk projeleriyle okullara ve otistiklere yardım yapıyor olmanız da yine marka adını saygınlaştırmaktan öte bir hareket değil. otistiklerin o kadar da umurunuzda olduğunu sanmıyorum şahsen. oraya yapacağınız yatırımlar size daha büyük kazanç olarak dönüyor, hepsi bu.
    velhasıl, kapitalizm, satış ve pazarlama, endüstri ilişkileri, halkla ilişkiler, psikoloji, reklamcılık vesaire vesaire vesaire.

    YanıtlaSil