21.1.10

yazı odasında yolculuklar vs. şaşırtan varsayım

bir şeyler yazabilmem için ille de müzik olmalıymış. bilgisayarın hoparlörü çalışmaz olunca anladım. gittim içeriden telefonu getirdim, ordan açtım bir şeyler. tuhaftan da beter!
tuhaftan da beter olan bir başka durum da şu solda yazan kitap listesinin bir türlü ilerleyemeyip paul auster amcada takılıp kalması. sebebi kitabın kötü, çekilmez, okunamaz, sıkıcı, bayıcı, dilinin felaket bilmem ne falan filan olması da değil. zaten auster amca (nerden amcam olduysa bir anda) columbia üniversitesin'nde ingiliz, fransız ve italyan dili edebiyatlarını bitirmiş, 20. yy fransız şiir antolojisi yayınlamış, bol bol çeviri yapan ve bir o kadar da kitap yazan biri. yani başarız olmasını beklemiyor insan pek. derdini de olabildiğince net ve direkt anlatıyor. ama ben sayfa 35'te kalakaldım.
bkz. sayfa 28-29'da anlatılan banyo sahnesi:
yaşlı bir adamı yıkayan, orta yaşı biraz geçmiş bir kadın, bu sırada ereksiyon haline gelen "büyük patron" ve kadının sol el çalışmaları sonucu meydana gelen katarsis.
kitabı kapatıp "that's it! enough! paul auster de çok oldu!" dedim. (neden yarısını ingilizce yarısını türkçe dediğimi bilmiyorum ama bu aralar bu iş böyle ilerliyor.) yavaş yavaş gelişen bir sürecin patlama noktasına geldiğimi fark ettim. ne acı. artık seks, şefkat, sevgi, aşk, ihtiras, entrika, sevişme, aldatma, terk etme, boşalma, cinsellik, sevgili vb. temaları olan bir çok şeye tahammül edemiyorum. film veya dizilerdeki bu sahnelere uzun uzun ağlayıp geri kalan kısımı oldukça kaçırıyorum, kitapları kapatıp kenara kaldırıyorum, insanları öldürmek isteyip kafamı başka yöne çevirmekle yetiniyorum.
"eğer ortada değiştirilemeyen bir fiziksel gerçeklik varsa kişi tutumlarını değiştirir, eğer ortada sosyal bir gerçeklik varsa kişi muhatabı olduğu sosyal varlığı değiştirmeye çalışır ya da onu terk eder." bu teoriye eklenmesi gereken, kişi fiziksel gerçekliği yok sayabilir. ben bugün bunu gördüm. (bu arada tdk muhatap sözcüğünü sözlüğüne almamış, şaşkınım, google doğrulamasa uydurduğumu sanacaktım.)
yeni kitabım: şaşırtan varsayım-insan varlığının temel sorunlarına yanıt arayışı. kitaptan bir parça:
"soru: ruh nedir?
yanıt: ruh, akıl ve özgür iradesi olan bedensiz bir canlı varlıktır.-katolik ilmihali
*karım odile (burda araya giriyorum, fakat odile, nasıl yani?) küçükken bu ilmihali yaşlı bir irlandalı teyzeden duyduğunda onun akasanından varlık'ın ingilizcesi olan being'i fasülye anlamına gelen bean olarak anlarmış. ruhun bedeni olmayan canlı bir fasülye tanesi olması düşüncesi onu her ne kadar hayretler içinde bıraktıysa da bu derdini kimselere açmamış."
kitap ruhun ne olduğundan algısal yanılsamalara, bitkibilimden çeşitli alanlardaki deneylere kadar pek çok şeye ilginç bakış açıları getiriyor. keyifli de anlatıyor gördüğüm kadarı ile. yazar da francis crick, tübitak yayınlarından çıkma.
sanırım yukarıda saydığım kavramlara tahammül edebilene kadar felsefe, bilim, din, yazın üstüne şeyler okuyacağım. no more human being!
biterken çalana bakınız: my dying bride - roads  (cansu haklıdır, şafıl bir tanrıdır-tanrıça da olabilir.)

2 yorum:

  1. geçenlerde aklıma şey geldi,
    böyle dedim ki acaba herkesin karakteri vaktiyle okuduğu kitaplara ve izlediği filmlere göre mi şekilleniyor. kısmen öyle galiba. kendim de dahil olmak üzere birkaç örnek inceledim ve emin oldum -şu anda arkadaşlarıma örnek demem de çok hoş oldu tabi.
    belki de bir süreliğine okuduklarını, izlediklerini değiştirmelisin. kaçmak babında değil tabi. sadece her kaşınan yeri kaşımamak gerekiyor ya, onun gibi bir şey.
    btw, yarı ingilizce yarı türkçe konuşmak hastalık mı acaba? eğer öyleyse fark etmemiz iyi oldu. it's about time yani.

    ps: şafıl tanrı olduğu kadar kaşıyıcı da bir şeydir. aman dikkat.

    YanıtlaSil
  2. bilim iyidir. hala kitap beni şaşırtamadıysa da bilim iyidir. :)
    şafılı rahat bırakmıyorum. canımı sıkarsa müdahale ediyorum. :)

    YanıtlaSil