28.9.11

ölüm üzerine

Ben eskiden ölümden korkmazdım. Çok mu iddialı oldu? Sahiden korkmazdım. İnsanların ölmemek için ettiği duaları ben ölmek için ederdim. Şu anda bunu yazabildiğime göre yeterince kalpten istememişim ya da Tanrı yok? - Düz mantıkla Tanrı'nın yokluğunu da iddia ettim, daha ne yapayım.


Aslında bütün korkum şu yanda gördüğünüz kitaptan patladı. Dominik Cumhuriyeti'ndeki baskıcı rejimi anlatıyor kitap, Mirabal soyadlı 4 kız kardeşin yaşamı üzerinden. Bu 4 kadından üçü 25 Kasım 1960'da ıssız bir dağ yolunda, hapishanedeki eşlerini ziyaretten dönerken öldürülüyorlar. Kitabın güzelliği tartışılmaz. Ama konu bu değil.

Bir an, düşündüm. Eşimi görebilecek olsam gitmez miydim? Giderdim. Sonra dönerken, muhtemelen de buruk bir sevinçle dönecek olurdum, birileri beni vursa bıçaklasa vs ve ölsem. Düşündüm, o toprağa yığılsam. Sonra aileden birileri şansım varsa beni bulana kadar elbisemde kan, ağzım ve gözlerim açık yerde öylece yatıyor olacaktım. Eminim karıncalar böyle bir ziyafetten kendilerini alıkoymazlardı. Ve temizlenip gömüldüğümde, kokmaya da başlardım. Toprak altında kımıl kımıl bir sürü böcek! İyi de ben böceklerden korkarım. Ben annemle babamın da toprak altında bir böcek yığınına dönüşmesini hiç istemem. Ben onların öldüklerini de görmek istemem.

Sonuçta, egosantik bir bakış açısıyla, ve resmen regresyon göstererek, ya hiçbirimiz ölmeyelim, ya da öleceksek birlikte ölelim de cesetlerimizi yaksınlar. Hatta Hindistan geleneklerine göre olsun. Nil nehrine bir sal içinde bıraksınlar, ucu yanan bir oku sal nehirde ilerledikten sonra sala isabet ettirip su üstünde yaksınlar. -Yoksa bu Kızılderililerin adeti miydi? Belki de İnkalarındır?-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder