13.12.09

Bizim evin salonunu bilirsin. Hava kararmaya yüz tuttuğundan beri camın önünde oturuyorum. Forum ve Ikea manzaralı, yollar ve tabii ki insanlar gelip geçiyor. Ben bu insanlara para versem bu ritimde evimin önünden geçip ışık oyunları yapmazlar. Bazen güzellikleri yaratmak değil de fark etmek daha önemli galiba.


Damien Rice dinleyip manzaraya bakınca insanın aklına çok şey geliyor. Kavak Yelleri bile geldi… Malum bizim Ege Üniversitesi’nin tıp fakültesinde çekiliyor ve benim camımdan o da gözüküyor. Konak meydanına gitmenin ne denli zaman aldığını biliyoruz ve kız kampusten bir çıkıyor hop meydana varıyor filan. Nasıl oluyor böyle şeyler? Biz de istesek yaparlar mı? vs.

Hava iyice kararıyor. Birazdan sadece ışıklar kalacak geriye, ve ben dikkatli bakmadıkça insanları göremez olacağım. Sanırım görmek için de kendimi yormayacağım. Yolunu beklediğim kimse yok nasılsa. O günler çok geride kaldı.

Sen bana bir sebepten kızdın gibi geldi, anlamadım nedenini. Başka yerden çıkardın sonra gibi geldi hatta. Garip çıkışların vardı, anlamsızca söndü. Ama bak, yılbaşına az kaldı ve ben ne yapacağımı bilemiyorum. Son üç yıldır öyle veya böyle var oluşunun sonuna geldik. Özür bile dilemene gerek yok, her şeyi affettim. Benden beklenmeyecek bir performans. Ama gerçekten vazgeçtim. Seni, Özgür’ü, Deniz’i, kendimi, annemi, babamı… hepimizi bağışladım. Uzatmıyorum.

Hayallerimde şöyle bir sahne var; üşengeççe giyilmiş bir kıyafet, hafif bir makyaj, elimde bir bardak sıcak çikolata. Seni etkilemek için uğraşılmamış kıyafetlerle yani. Karşımda oturuyorsun. Sadece güleceğimiz şeylerden bahsediyoruz. Kimseyi kırmadan, üzmeden. Birimizin sevgilisi gelse, bizi kardeş sanır. Ben ellerimi sıcak çikolatanın bardağına yapıştırıp ısıtıyorum. Artık beni ısıtmak montların, çayların filan görevi ve herkes benimsemiş bu durumu, kimse alınmıyor, üzülmüyor, hüzünlenmiyor, kızmıyor, öyle ki farkında bile değil, sanki kıyaslanabilecek bir eski hiç olmamış. Sanırım Moonlight’ın alt katında oluyor bütün bunlar. En yumuşak ışık o cafede var çünkü. İçeride oturuyoruz. Sigara içmiyorum, içme gereği duymuyorum. Karşılıklı tükenmeyi gerektirecek sıkıntı yok ortada, bu sembole ihtiyaç duymuyorum. Sesin de yumuşacık, benimki de öyle. Yaz günü bile soğutmayı başardıktan sonra ağzına götürdüğün sonra içmekten vazgeçtiğin çay gibi değiliz hiç. Veya benim sırf kendimi yakmak için gelir gelmez elime aldığım çay gibi zarar verici de değil. Ilık ve şefkatli. On dakika, bir saat, beş saat? Fark etmiyor. Ben tek bir sahneden bile memnun kalabilirim.

Özlediğim şeyler var. Herkes gibi. Belki çocukluğumun yaz mevsimleri balkonda evcilik oynadığımız, belki ortaokulda büyümeye başladığımı fark ettiğim zamanlar, belki de yanağıma dokunan bir adam “Seni seviyorum.” diyerek. Azize’yi ve Pınar’ı, annemi ve babamı, seni ve ablanı, Merve’yi ve Umut’u, Özgür’ü ve Umutcan’ı, Kordon’u ve Onur’u, bol şekerli kahveyi ve Pelin’i, Burçin’i ve eski mahalleyi, Erdoğan Hoca’yı ve Vildan Hoca’yı… Özleyecek o kadar çok şey var ki… Bir süre sonra bugüne dair şeyler de özlenecekler listesine dahil olacak ve sonunda tüm diğer yaşlılar gibi zamanla satın alınmış anılarımız dolacak ceplerimize. Darülacezedeki Leyla Hanım gibi olurum ben herhalde. Ya da 50’ine geldiğinde intihar etmekte hala kararlıysan senle gelebilirim.

Şurası bir gerçek ki: I can’t take my mind off of you/ Till I find somebody. Ama bu sefer birini bulsam da durum pek değişmeyecek gibi geliyor. Belki sen kendine başkasını bulursan… Hala her konuda garip bir sadakat duygusu ve bu sadakatten doğan bir iç huzuru yaşıyorum. İnsanlar geliyor, insanlar duruyor ve insanlar gidiyor. Sanki otobüs durağıyım. Ne yaparlarsa yapsınlar öylece durup duruyorum. Metalden, kaskatı ve soğuk. Çok şey değişti. Senin koskocaman inançların var, bense onlarla uğraşmayacağım bile. Zaten sen de uğraştırmayacaksın. Yine de böylesi de güzel işte.

Bazen fotoğraf karelerine girip o anı izleyesim geliyor.

Bana yeniden köfte patates kızartman için nasıl bir şey feda etmem lazım? Ya da nasıl bir hafıza kaybı yaşamalıyım ki artık bitmeli?

biterken çalan: cold water - damien rice
ancak şu da güzeldir oldukça: the blower's daughter - damien rice

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder