11.5.13

pencere önü çiçeği was here

feci halde kırıcı laflar ediyorum. kontrol bile etmiyorum artık. etmek de istemiyorum. birileri de bana ediyor. demek ki, diyorum, canımı yakmak için sebepleri var, ama ne? çünkü benim olduğu için öyle davranıyorum. yoksa neden yapayım. on senedir yapmamışım.
millet benim ufak tefek laf dokundurmalarımı bie şey zannediyor, bayılıyorum. genelde çok da farkında olmadan yapıyorum gerçi, huy olmuş herhalde. mesela bugün dr. oetker'de gezerken amblemindeki kadının burnunun çok havada çizildiğini ve feci halde ukala bir görüntü sergilediğini söyledim. sonra herkes şakaya vurarak konuyu değiştirmeye başladı. fakat bu o amblemdeki kadın silüetinin burnunun havada olduğu gerçeğini kesinlikle değiştirmez. hep dediğimiz üzre, sosyal normlar filanlar falanlar. adam çizerken bir şey olmuyor da siz söyleyince ayıp oluyor.
her neyse, ben birine bir cümleyle bir şey diyorsam aslında hiçbir şey dememişimdir. dememiş olduğumu bu ara önüme gelene bir şeyler demeye başlayınca anladım. sanki ben dünyanın en müthiş ve duyarlı insanı gibi mi davrandım o insanlara, yoooo. ama bu tip saçmalıklara tahammül edemiyorum artık. gereksiz özürler, saçma gülümsemeler, ah gördüğüme çok sevindimler... "hep aynı nakarat, anlat anlat"
işte böyle olunca aslında gerçek adaptasyon problemleri yaşanıyor.
biraz viski-sodanın kimseye zararı görülmemiştir.
ne diyorduk?
şimdi genç insanlar soruyorlar, abla napalım diye. ben de, takılın kafanıza göre nasılsa hiçbir şeyi değiştiremeyeceksiniz, diyorum. direk böyle demiyorum da bunu demeye getiriyorum. eskiden sevdiğim artık sevmediğim buket uzuner'in bi dediği vardı, insan zamanında yaşaması gereken şeyleri kontrol edip erteledikçe ileride karşısına çıkıyor ama her şey yaşında güzel, filan gibi. hatta trenle dünyayı gezme fantezisinin 60 yaşında da olabileceğini ama  pek eğreti duracağını örneklemişti. yani ben onur'a dedim aslında, eşikte geçen her saniye zamana ihanettir, sonra olmadık anda olmadık şeyler yaşatarak öcünü alır zaman diye. sen de sarhoş muhabbeti gibi, ben diyeyim kötü bir yazar benzetmesi adeta. ama öyle yani bu zaman denen şey. hiçbir saçma ayrıntıyı hafızasından silemeyenler için über alles.
mesela sen mesaj atarsın, o gider salak salak şeyleri uzaktan izlediğini belli eden mal mal hareketler yapar. ama işte sonu yok yani. ben gidip diyecektim de demedim. ne diyeceğim ya, ne gerek var. baksan sözlüklerde bile adı yazar. hem de taaa 2010'da yalnızlığından yakınıyor diye. ulan hala yakınıyor, bak nolmuş, üç yıl olmuş. olmuş mu? olmuş. peki sorarsan neden olmuş diye, cevabım şudur: o kadar arıza çıkarmıyor, o denli duygusal anlamda bağ kurmamışcasına yaşıyorsun ki, olup olacağı en iyi hali bu. insanlar elbette aptal olmadıklarından bir şeyler hissediyorlar ama, his seviyesinde bıraktığından onlar da seni bırakıyorlar. sonra şuyunu buyunu özlüyorlar, geliyorlar, reddetmiyorsun bile. onu bile yapmazsın. sonra yine gidiyorlar. geliyorlar, gidiyorlar, geliyorlar, gidiyorlar... adeta bir 525, sanki bir kadının kalçaları... neyse, kalçaları bırakalım.
velhasıl öylesin. bütün o güzeller güzeli varlığını heba ediyorsun da hiç haberin yok. ellerinin bir kitabı tutuşu bile ne kadar zariftir bir bilsen. ama bilemezsin.
viski-soda iyidir, bülent ortaçgil de öyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder