24.5.13

"Sözcükler sürer yüzüne/Gül cezası"

Nilgün Marmara'nın Kırmızı-Kahverengi Defter'ini pdf olarak bana Dilek yollamıştı, çok oldu. Dün biz Alsancak'ta Arkadaş Zekai Özger'i anarken birileri ölmeye devam etti. Sonra ben eve döndüm.
Ben Gül Mevsimidir'i okuyamıyorum Gonca. İtalik harflerle karşılaştığımdan beri bir türlü okuyamıyorum. Üzgünüm. Belki sonra,                    belki sonra,                   belki sonra...
diyerek ne çok kitaplar yarım bıraktık.
Anlattığın şeylere alamadığın cevapları bekliyorsun, bu biraz sıkıcı bir iş oluyor.
Ben aslında daha da yazardım, hem de nasıl yazardım, hala da eksik kalan şeyler vardı, mesela daha çok aşağılamalıydım kendimi, öyle ya, hep seni mi üzmeli? Ama bu yazıp çizme işi bağımlılık yaratmaya başlayacak ve ben o 80 sayfanın her bir milimetre karesini doldurduktan sonra ya yeni bir defter alma ihtiyacına düşecek, ya da günlük rutinlerde bir aksaklık, bir boşluk hissedecektim. Bazen kesip atmalı.           Sonra sana onu vermenin bir anlamı kalır mıydı? Şimdi oldu mu? Bilmiyorum. Söz konusu sen olunca, emin olamıyorum, emin olamıyorum söz konusu sen olunca, sen, sen, sen...
Sen, incelikle işlenmiş beyaz bir mermerden yapılma heykel gibisin. Öylece bütün gün ne kadar özenli yapında seyir etmek. Ama estetik zevklere pezevenk midir heykeltıraşlar yani? Zaten böyle bir şeyi istemek zır delilikse de sen çekmedin mi saatlerce saatlerce yürüyen ve giyinen ve soyunan ve çimenlerde yatıp uzanan bir Dengesizin filmini? Bir de efendi, bir de kaba, bir de pornografi öz anlatılar izletmiştin, hatırladın mı?
Oysaki neler izletmiştin.
Şimdi hala, yıllar yıllar sonra, bütün bunlar hakkında, birdenbire gibi görünen ama değil, konuşmalar niye? Aslında külliyata baksan ayak bileğin kendine takılır.
Benden bir şey isteme!                          din ki........................ İsteseydin, keşke isteseydin.
Bir yerde Besame Mucho çalıyorsa aklıma Tezer Özlü gelir ama, çalmasına da gerek yoktur hani. Ben hiç tanımadığım o kadını özlüyorum. Belki tanışsam hiç sevmezdim. Ne bileyim. Nereden bilebilirim ki? Kuş Yuvası'nda bir ağacın altında imiş mezarcağazı. O kadar yazar şair aynı yerde! Sağcısı, solcusu, eşcinseli, militaristi, Kürdü, Hicazkarı. Hicaz karı. Hicaz kanı. Belki de asıl barış mezarlıklardadır. İnsan soluk alabiliyorsa kınayabilir, ayırabilir, üzebilir gibilerinden şeyler.
Her yaşlı, bende yaşanmış seksler anımsatıyor. Merak ediyorum, nasıl? Bak hep bunlar bilinmeden bir sürü babaanne toprak altında şimdi. Halbuki bir zamanlar etine dolgun ve sıcaktılar. İsteyerek ve istemeyerek hamile kaldı çoğu, dünya nüfusuna katkı...
Birisi şimdi kalkıp "Pınar yeter artık, ne istiyorsun benden?" diye sinirlice sorsa içimde bir çökertme halayı başlar. Göğüs kafesimde çok büyük ağırlık.
Şimdi önüme beyaz yahut nasıl olduğu hiç fark etmeyen kağıtlar koysan, mesela bir fatura arkasında kalan boşluk bile olabilir, ona bile yazmaya devam edeceğim gibi. Edeceğim gibi, devam, devam edeceğim. Çünkü bazen, yani her şey uçuşur ve tam oturamazken, bir nevi şizofreni kriterlerini tutturmaya yakınsarken oluyorlar. Ben ebediyet geçtikten sonra dönüp bakıp bakıp hiçbir meal okuyamıyorum.
Şimdi ölüme beyaz yahut nasıl olduğu hiç fark etmeyen kefenler koysan, çalan şarkı yarım kalır.      Özentili yazılarla kendimizi boyalardan oluşan şaraplara vurduk ve bokumuz bile bordo çıktı.
Benim camı açıp çığlık atasım var ama aklımdan çıkar mısın lütfen, ya da son bir kez konuş benimle. Sen böyle derdin ama yarısını. Çığlıklar bana ait.
Bütün bu şeyler bende geç kalmış acılara sebebiyet veriyor. Alkol almak istiyorum, alamıyorum. Açıkçası kıvranıyorum da umurunda olmasın, istemem. Burnum kanasa belki rahatlardım. Neden evdeyim ben bugün cuma gecesi değil mi? Artık çok geç. Saat geç. Sen geçmişsin. Çok mu?
Kimin haklı olduğu mühim değilse de, ortaya çıkan duygunun rengi turuncu mudur? Gece rüyalar gördüm ama uyandırmayayım dedim, uyanınca bana mesaj atsana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder