19.3.10

ama arkadaşlar iyi imiş.

benim yıllardır pek çok arkadaşım oldu. kimi okuldan, kimi korodan, kimi mahalleden, kimi internetten, hatta kongreden, radyodan şudur budur. ama hiçbirisi de (sıfat bulamıyorum) olmadı üniversitedekiler kadar.
koroda da gerçi ece adından bir kız vardı. hatırladığım ilk kazığı ondan yemişimdir. olay şöyle gelişti:
yılbaşı için çekiliş yapıldı, en az 70 kişinin içinden birbirimize çıkma başarısını gösterdik. sonra hatun dedi ki, madem birbirimize çıktık, o zaman birbirimizin istediği şeyleri alalım da, alıp kenara atmayalım. iyi dedim, kız benden gümüş kolye istedi. ben ne istediğimi anımsamıyorum ama benzer değerde bir şeydi. hediyelerin verileceği gün götürdüm bunun hediyesini. açtı baktı, zinciri uzun buldu. neyse kısalttırırmış. sene de 2001, 5liradan fazla vermişim ben o kolyeye. bekliyorum ki benim hediyemi versin, cevap: ay tatlım bugün alacağız alış-verişe çıkamadık yarına getireyim (koro çalışması haftada iki gün, hafta sonları). ertesi gün soruyorum, güzelim unuttum haftaya vereyim. sonraki hafta geliyor hediye: üstü inanılmaz derecede tozlu, bir kaç uyduruk tahtanın birleştirilmesiyle yapılmış ufak bir salıncak ve içinde oturan iki ayıcığın bulunduğu biblo. "al tatlım yeni yılın kutlu olsun." çöpe attım o hediyeyi ben sonra.
aynı kızın bir başka vukuatı: birileri ruj getirmiş, bu da denemek için sürdü. sonra beğenmedi, çıkarmak için peçete aradı bulamadı, ben de dahil bir kaç kişiyi yanaklarından "kocaman kocaman" öptü. "çok seviyorum siziiiii." diye. sonra da gülüp "hahaha! oh be ruj çıktı." dedi.
evet tiksinç buluyorum.
bugün de yaşanan: öğle arasında bir arkadaşımla tavla oynadık, tavlayı almak için de öğrenci kartını vermek zorundasın. ben aldım gidip. derse giderken de unutmuşum kartı istemeyi de tavlayı bırakmayı da. 3 gibi de dersten çıktık, dedik yemekhaneye gidelim de bu haftalık yemek fişi alalım. o da karta yükleniyor. ben öğlen unuttuğumu sıra baya bir ilerlemişken fark ettim. "koş al gel" dedi sevgili arkadaşlarım. koştum, aldım, geldim. yolda da mesaj attım, hala sırada mısınız, diye. cevap gelmedi. sonra yemekhaneye vardım, tanıdık hiçbir yüz yoktu. etrafa bakındım, hala yoktu. bir mesaj daha attım, niyeyse kimse yok, diye. beş dakika sonra cevap geldi: "mesajını yeni gördüm, sen gelmeyince biz de gittik." "fark ettim." dedim.
evet fark ettim. ama tek fark ettiğim şey bu olmadı. "sen gelmeyince"? böyle cümleler beni irite ediyor. kasten gelmemişsin, vurup eve gitmişsin alt anlamları alıyorum. üstelik biz bekledik de sen gelmedin gibi bir manası daha var sanki. oysaki biliyorlar, geleceğim. geleceğim yolu da biliyorlar. kaç dakikada gelinebileceğini de kestirebilecek bilişsel kapasiteye de sahip bu insanlar. biz gidiyoruz diye mesaj attık da sen almamışsın, yalanını da söyleyemez, telefonuna baksa benim mesajımı zaten görecek. onu da görmediği çok belli. haber verme çabası yok yani. çünkü akla getirmesi zor bir şey bu, biz gidiyoruz işimiz var, keyfimiz öyle istiyor, seni beklemek istemiyoruz, uykumuz var uyumaya gidiyoruz ve 3 sn bile uykusuzluğa dayanmamız mümkün değil filan demek. hadi aklına geldi, o mesajı yazacaksın filan. çok çok zor. hatta imkansız. ki doğal olarak yapmadılar. ama ben enayi bir insan olduğumdan ötürü rahatsızlık hissederim ve en azından haber veririm gidiyorum diye.
geçenlerde yine masa değiştirmişler, dışarıdan içeri geçmişler, ne haber verdiler ne eşyalarımı almışlar.
sonra da beni her yere çağırıyorlar, pınar şu iş var gelsene, pınar bu programı anlamadım ben yapar mısın?, pınar şimdi bu konu nasıl?, pınar benim canım sıkkın ya, pınar kafam karışık sence ne yapayım?...
bunu okuduklarını sanmıyorum, çünkü yazdığım şeylerle, kendilerine ilişkin söylediğim şeylerin dışında anlattığım şeylerle o kadar da ilgilendiklerini düşünmüyorum. okurlarsa da haksızlık ettiğim için özür diliyorum şu anda daha yazı bitmeden. ve keşke haksızlık ediyor olsam.
insanlar kısa süre gördükleri kimseleri iyi tanıyamadıklarını düşünüyorlar. internet üstünden olan tanışmalara zaten karşılar. fakat olaya gel:
onur: aynı liseden mezunum ben bu adamla. ama forum'dan arkadaşım diyorum. çünkü okulun o sitesi olmasa biz lisede iki sene aynı sınıfı paylaşmış da olsak şu anda görüşüyor olmayacaktık. (lisede canım dediğim ve iki yıl hem aynı sınıfı hem de aynı sırayı paylaştığım ama ben üniversitede o da öss'yi yeniden dener ve çalışırken benim final dönemime denk geldiğinden gidemediğim bir buluşma yüzünden benle 2 yıldır konuşmayan, geçenlerde ısrarım dolayısıyla benle buluşup özlemişim diyen ve sonra yine aramayan bir başka arkadaş için: bkz ece.) ve onur, benim dengesiz, çalkantılı ruhlu, her an her şeyi yapabilme potansiyeline sahip, sevgi ve ilgi arsızı biri olduğumu çok iyi bildiğinden ta İstanbul'dan en azından ayda bir olsun bir şekilde arar sorar. berbat haldeysem atlar gelir.
cansu: lucy olan cansu. ben bu kızı ne kadar zamandır tanıyorum ki? yüzünü görmüş müyüm ki? beraber ne yapmışım ki? öğlenden beri benle konuşuyor, ikimizin de morali bozukça. boş boş teselli ettiği filan yok. gaza getirdiği de yok. anlatıp kurtuluyor gibiyiz karşılıklı. 6 kişiyi arayı kimseye ulaşamıyorum ama istanbul'un bilmem neresinden bu kız nedense ve nasılsa ulaşabiliyor. üniversitedekiler öyle değil. ben üniversitedekilerden daha "seni seviyorum." cümlesini işitmedim.
pelin: bu insan mı melek mi çözemediğim yaratık işini gücünü kesip, olmadı bir yerlerden zaman yaratıp, hasta hasta, uykulu uykulu, yorgun argın her ne haldeyse yanımda oldu, ve oluyor. beni bir kez aşağılamadı, bir tek kez seçimlerime karşı gelmedi. önerisini belirtti ama tersini de yapsam arkamda durdu. sözünde durmadığımda başıma karlar da yağsa yine o geldi eritti. ankara'dan her şeyime yetişti. bir kız kardeşim olsa ancak pelin kadar iyi olabilir diye düşünüyorum.
pınar: 10 senelik mektup arkadaşım. ablam. manevi de değil sanki gerçekten aynı anneden doğmuşuz gibi hissediyorum bazen. işi var, zamanı yok, savsaklıyor bazen filan. hiç mesele değil. asla ama asla toparlamayıp öylece bıraktığını görmedim. asla ama asla kötüysem moralimi düzelten, mutluysam neşemi arttıran bir mektupla ya da maille karşılık vermeyip de es geçtiği olmadı. abd'den, ingiltere'den, istanbul'dan, almanya'dan...duydu beni. yaptığım iyi şeyleri destekleri her daim, müzikle, kitapla, sinemayla haşır neşir olayım diye 10 yaşından beri bana sürekli yeni bir kitap, yeni bir film, yeni bir şarkı önerdi. ressamları tanıttı, kültürleri tanıttı, fotoğraflar yolladı. izmir'den adım atmadan dolaştım onunla dünyayı.
esma: ben bu kızla hacettepe'de kongrede tanıştım. sevgili sevgilim beni ektiği ve pek muhterem arkadaşlarım iştirak etmediği için oda paylaşacak kimsem yoktu, ben de hiç tanımadığım biriyle aynı odada kalmayı kabul ettim ve aynı odada kaldığım insandı esma. toplamda kaç saat görüşebildik esma ile, bilemiyorum. ama giderken masasına ev adresimi yazıp bıraktım, belki mektup yazar diye. yazdı. çok da sevindi. şimdi nisan'da bir kongre daha var, mersin'de. esma mersinli. evimde kal dedi. aylardır heyecanlı bundan dolayı. her daim kongrelerde karşılaşıyoruz ve sıcak bir gülümsemeyle karşılıyor beni. soğuktan donmuş, yorgunluktan ayakları şişmiş de olsa.
bunlara ek olarak irem var, sezin var, özgür var, gürbüz var, pınar var, ferit var, var da var... ara sıra da görüşsek ellerinden geleni yapan insanlar listesinde. teki bile üniversiteden değil şu insanların. kimi dershaneden, kimi yine okulun forumundan, kimi internetten, kitap fuarından...
bu insanlarla yaz kış araşırız, yaz kış denk gelebildikçe görüşürüz. canlılık faaliyetlerini sürdürüp sürdürmediklerinden, ruh hallerinin iyi olup olmadığından genelde haberim olur.
evet dünyanın en basit olayından yola çıkıp dünyanın en derin sularında boğulabilme yeteneğine sonuna kadar sahibim ben.
merak ettiğim, biz büyüdük ve kirlendi dünya durumu mu, yoksa büyüdükçe değişen dünyaya ben mi ayak uyduramadım, veya gerçek anlamıyla kandırılmaya çok müsait bir enayiyim de haberim mi yok, yahut bu insanlar pek mi zekiler? bilemedim.

biterken çalan: fools in love - inarga george

1 yorum: